31 Ağustos 2012 Cuma

Esmayı Okumak



"Allahı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" der Muhyiddin-i Arabi... birinin varlığını algılamak bir adımdır. ötesine geçip onu tanımak, tavrını anlamak, şahsını algılamak, özelliklerini keşfetmek çok daha başka ve yüksek bir adımdır. hele söz konusu olan, tüm kainatı ilgilendiriyorsa çok daha mühimdir.

sebep ve sonuç arasında tutarsızlıklar, bir müdahele edeni gösterir. evet yumuşak kök ve damarların, sert taş ve toprağı delip geçmesi bir müdaheleyi gösterir. köklerin, kendi iktidarlarının üstesinde iş başarabilmesi  Allah namına hareket ettiklerini gösterir. (1. Söz)

karmaşık ürünlerin yavaş yapılabilmesi, seri üretimin hızı arttıkça ürünün basitleşmesi bir kanunken bunun tersi bir müdaheleyi gösterir. her baharda üçyüzbin çeşit bitki ve hayvanın ayağa kaldırılması, kimisinin yoktan, kimisinin yumurta ve ölmüş bedenleri üstünde hayatlandırılmaları, bu denli çoklukla ve detaylar unutulmadan yaratılmaları bu sistemin Allah namına hareket ettiğini gösterir. (22.söz)

onun varlığını bilmekten öte tavrını takip edip tanımak ve özelliklerini bilmek bize yakışan ve insanın insan oluşunun sonucudur. tüm bu analizleri yapabilmek, ölçebilmek, sonuca ulaşabilmek hem çok kıymetli bir bilgidir, hem ruh ve bedenin uyumudur, hem varlığımızın evrenle ahenkli olabilmesinin şartıdır. doğru ve ahenkli hareket hem dünyada hem sonrasında mutluluktur. bir esere bakıp ustasının varlığını kabul etmekten de öte, o ustanın o eserde yansıttığı kendinden bilgilere ulaşmak çok kıymetlidir. aynen öyle de :

"Herşeyden Cenâb-ı Hakk'a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcûdâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok Esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ hakikî fenn-i hikmet, "Hakîm" ismine ve hakikatlı fenn-i tıp "Şâfi" ismine ve fenn-i hendese "Mukaddir" ismine ve hâkezâ… Herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriyye ve tabakat-ı kümmelîn-i insânîyyenin hakikatları, Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, Esmâ-i İlâhiyedir. Mâhiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir…" Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i nakşı görünebilir." (32.Söz)

"Hem, güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni'leri hesâbınadır, "Ne güzel yapılmışlar" tarzındadır. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduğu halde hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını, daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin defînelerine yol açar, baktırır. 

Çünkü, 

o güzel âsârdan ef'âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; 

ondan esmânın güzelliğine, 

ondan sıfatın güzelliğine, 

ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. 

İşte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür." (32.Söz)

"Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün." (32.Söz)

eşcinsel bir ruh hassas ve algılı duruşu ile güzelliği sezer, kıymeti bilir, farklı olanı algılar. kainata karşı duyarlıdır. bu duyarlılık ona çevresindeki müdaheleleri, güzellikleri, kıymetleri, farklılıkları farkettirir. 

bu farkediş ya eserin kendindendir yada ona tabiatın yada sebeblerin verdiği bir özelliktir yada dördüncü yol olan bir Müdahele edenin doğrudan müdahelesi iledir. neticeye ulaşmaktaki pratik çözümler, her adımın sonuca göre atılıyor oluşu gibi ince teferruatlar,  o eserden, sebeplerden ve tabiattan kaynaklanmadığını gösterir. evet, esere güzelliği veren, kıymeti veren, farklılığı veren birisinden geldiğini hissettirir. eserdeki her analizi ona Allahın başka bir vasfını ders verir. (23. Lema)

esma yani isimleri okumak sürekli olması durumunda çok daha yararlı olur. bunun için de hem sürekli bu algı ile bakmak, hem de bakan bir çevre içinde olmak gerekir. bu bakış çok değerlidir. çünkü tüm evreni bakanın gözlerinde aydınlatır, tek bir eser olarak yorumlayabilir hale getirir. hem kendi yaratanı ile büyük bir bağdır. o bağ ile kendisi üstündeki ve evrendeki tüm işaretleri okur ve okutabilir.

"Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yâni: «Sâni'-i Zülcelâl'in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım» gibi mânâlarla İnsandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek Sâniine intisabdan ibaret olan îman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatâb-ı İlâhî ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî olur." (23.söz)