29 Aralık 2008 Pazartesi
23 Aralık 2008 Salı
düğün yolunda eşcinsellik...
Cevap: arkadaş çevremle zaman zaman bir araya geliriz. dün akşam da konu eşcinsel olup gerek çevre baskısından sıyrılmak gerek çılgın bir macera ile içindeki ihtimale kulak vermek için evlilik kurumuna adım atmış bir kaç eski dostumuzu yadettik. şahıslarında gayet mümtaz ve istikametli olup benzeri sorunları çekmiş ve evlilik kurumuna girmişlerdi. onları korumak ve akıllarında bir seçenek olarak kalmamak ve onları aile kurumu dışında bir seçeneğe iştahlandırmakla Allah katında mes'ul olmamak için bağımızı kesmiştik.
evlilik kurumu devletin temel taşı olacak kadar önemli, hukukun başlangıç adımı olacak kadar kıymetli, Kur'anda bahsi geçecek kadar temel bir unsurdur. böyle bir kurumu oluşturan, eşler olduğu gibi hedefi, birbirine ahireti kazandırmak, dünyasını rahatlatmak, yeni nesilleri bizzat yetiştirmektir. bu kurumun destekçisi ise maddeten akrabalar ve komşular, manen de kanunlardır. pek çok avantajı maddi manevi size sağlarken, sizi pek çok konuda yükümlülük altına alır. bu yükümlülüklerden en önemlisi bizzat çocuk yetiştirme sorumluluğudur. çocuğu olabilen aileler için artık anne babanın özel hayatı sona erer, kişisel hevesleri biter, tüm gayret şevk neşe arzu ise çocuk etrafında toparlanır. toparlanmalıdır, zaten bu olmazsa, zaman, sizden uzun zaman sonra döner diyetini ister. toplumda ibret hikayeleri bunlarla doludur.
eşcinsel çevre ise içlerinden bu tamamen onlara zıt ve hayat hakkı vermeyen kuruma arkadaşlarının düşmesine üzülürler. dindar bir eşcinselin zaten yeterince aşması gereken problemi varken üzerine bir de bir bayanın hukuku eklenmesi hayatı çekilmez yapar. bu bir fada ve kendinden geçme olmadığı sürece dayanılamaz. öyle ise evlenmeyi, kendini bir çeşit feda ve feragat olarak görürse meselesi hallolur. Ashab-ı Suffanın ticarete ve evliliğe girmeyip kendini Kur'an hizmetine vakfetmesi gibi, evlilik müessesine girmiş bir eşcinsel de ailesine ebediyeti kazandırmak ve hayırlı evladına iman kazandırmak için kendisini aile kurumuna vakfedebilir. madem ki kaçınılmaz olmuş ve uzak durulması gereken ve bize en zıt bir olay başımıza gelmiş, mümkün olup da dönülememiş, öyle ise bu durumdan imanımızla yine netice almak mümkündür.
eşcinsel neye elini atsa en şık çözümü ile toplum içinde parlar. öyleyse bu kurumun içinde de ömür boyu Rabbimizin rızası doğrultusunda yaşamak lazım. ağır gelse Allahtan sabır dilemek lazım. eski çevre ile ve özellikle eşcinsel çevre ile temas etmemek lazım. eski hayata geri iştah duymayı sağlayacak herşeye karşı mesafeli olmak lazım. öte yandan bu uzaklaşma tepkisel bir tavırla homofobi haline asla gelmemeli. eşcinsellikle ilgili aile içi meselelerde muhatabınız anlayabilirse objektif olarak açıklamalı değilse susmalı. zaten evin reisi olmak demek susmak demektir, başarılı olduğu ile övünen o heteroseksüel aile reisleri yakın zaman size uzun uzun bunu anlatır. siz benzeyen bir taklit değil özgün ve Rabbinin rızasını gözeten bir aile kurmak için gayret etmelisiniz. tepkilerinizi zamana yaymalı ve asla standardınızdan feragat etmemelisiniz. başardığınıza inandığınız zaman asla eşcinsellere bunu tavsiye etmeyin. çünkü bu tüm yaşadıkları hayatı yalanlamak anlamına gelir. sizden başarı beklenmiyor ve bu işin bir neticesi yok, sadece yaşanırken bir şeylere vesile edilmesi var. o şey sizin için Hak rızası olsun. bunu ciddi talep etmeli, inayet ve yardım için eskisinden daha ciddi tefekkür ve ibadet etmelisiniz...
önünüzdeki zor ama imkansız olmayan hayatınızda Allahın yolundan ayrılmamanızı dilerim.
1 Aralık 2008 Pazartesi
1 Aralık Dünya AIDS günü
büyük bir kederin ve hastalığın şifa bulması için dileklerin toplandığı bir gün... keder çünkü hastalık yetmezmiş gibi hastalıktan daha öte bir itilmenin, atılmanın, uzaklaştırılmanın toplumdan arınması için büyük dua günü...
bu büyük musibete düşmüş herkes için bu musibetin onlara sabırları ile ahireti kazandıracak bir vesile olmasını temenni ederim... musibet hatayı temizler... bu dehşetli musibet ise dilerim doğru yaşama gayretini paylaşan, sevgi ve muhabbet çiçeğini yeşerten gönüllerin tüm hayatlarını temizleyip onları pırıl pırıl yapar...
"O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır' derler."
Bakara Sûresi, 2:156
"Beni yediren ve içiren Odur. Hastalandığımda bana şifa veren de Odur."
Şuarâ Sûresi, 26:79-80.
Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü'z-zünub (günahların keffareti) olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki, "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker."
Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalıkla daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. Çünkü, bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bahusus (özellikle) âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden, adeta, güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat'î ilâç ve kat'î şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.
Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz'î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.
DOKUZUNCU DEVÂ
Ey Hâlıkını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise, hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zâhirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telâş veriyor.
Evvelâ bil ve kat'î iman et ki, ecel mukadderdir, tagayyür etmez (değişmez) . Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Saniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur'ân-ı Hakîmin verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten (kulluktan) bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.
Evet, ehl-i iman için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet için zulümat-ı ebediye kuyusudur.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ DEVÂ
Ey kimsesiz, garip, biçare hasta! Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate getirirse ve nazar-ı şefkati celb ederse, acaba Kur'ân'ın bütün sûrelerinin başlarında kendini "Rahmânü'r-Rahîm" sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem'a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine imanla intisabın ve Onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın, herşeye bedel Onun nazar-ı rahmetini sana celb eder.
Madem O var, sana bakar; sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki, iman ve teslimiyetle Ona intisap etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin.
YİRMİ BEŞİNCİ DEVÂ
Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi (faydalı) ve her derde devâ ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak (ilaç) isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani, tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz.
Evet, dünyaya muhabbet ve alâka yüzünden, güya, adeta ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, mânevî bir vücudu vardır. İman ise, o dünya gibi zeval ve firak darbelerine, yara ve bere içinde olan o mânevî vücuduna birden şifa verip, yaralardan kurtarıp hakikî şifa verdiğini pek çok risalelerde kat'î ispat etmişiz. Başınızı ağrıtmamak için kısa kesiyorum.
İman ilâcı ise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini men eder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, iştahı kesiyor, gayr-ı meşru keyiflere gitmeye mâni oluyor; ondan istifade ediniz. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla istimal ediniz.
Cenâb-ı Hak sizlere şifa versin, hastalıklarınızı keffâretü'z-zünub yapsın. Âmin, âmin, âmin.