22 Ağustos 2013 Perşembe

Ailenin Evladı Yurdun Evladı 2


Soru : Eflatoon öncelikle merhabalar;

Dün annemle programı izliyorduk. Konu eşcinellikti. Anneme bunun hastalık olmadığını falan söyledim. Çünkü artık eğitim süreci başlamalıydı. Ben bugün karşısına çıkıp anne ben gayim demek onu daha çok yıpratacaktır. Eğitim sürecine başlanıp neyin ne olduğu eşcinsellik nedir? translık eşcinsellik midir? Herşeyden önce bunları öğrenmesi gerekirdi. Eşcinsellik bir hastalık değildir lafına -tahmin ettiğim gibi- takıldı. Hemen kitaplıktan bir tane Kur'an meali indirip bana Lut kavminin ayetini okudu. Zaten oda seziyordur diye düşünüyorum. Aneme bunu araştıracağımı söyledim, ve benden bir sonuç bekliyor. Bu konudada senden yardım istiyorum.

İslamın eşcinselliğe bakışı nedir?
O lut kavmi ile anlatılmak istenen nedir?

Cevap : kimlik algısı bir bilginin öğrenilip hemen kavranması ve gereğinin hayata geçirilmesi kadar kolay değildir. türkiyenin yüzölçümünü öğrenmek gibi değildir. hayatın içinde doğru yerini alabilmesi ancak bu bilginin diğer ayaklarının tamam olması ile yerini bulur. yani kim demiş? kime demiş? ne maksatla demiş? ne için demiş? gibi temel kavramlar yerini bulmalıdır.

anne ve baba ebeveyn olarak, hayatımızda hep yanımızdadırlar. anne şefkat kahramanıdır, evladı için saldırır. baba hiç kimseyi değil, yalnız kendi evladı kendinden iyi olsun ister. bu iki güzel insan temel milli kimliğimizi şekillendirirler. geçmişimizle ve ecadadımızla bağımızı sağlarlar. bu sebeple hoşumuza gitmeyen ifadeler sarfettiklerinde bu kıymetli konumlarının bedeli olarak sessiz kalmayı Kur'an bize emretmiş. dediğini dinlemek başka yapmak başkadır. eğer dediği Allahın emrine zıt ise dinlenmez ama itiraz da edilmez. bu ilginç nokta maalesef ders verilmediğinden daha güzel bir nesli daha isyankar gibi görüyoruz.

aile içi cinsel bilgi maalesef milli kimlikle yapışık verildiğinden ve bizde sadece geçmişin töresinden geldiğinden son derece çağa zıt ve hurafeli olmaktadır. hele bu "ele güne karşı" ve "elalem ne der?" telaşeleri ile birleşince ortaya tam bir hezeyan çıkmakta, doğru eğri karışmaktadır.

oysa dini, milli ve cinsel kimlik tamamen birbirinden bağımsız olarak karakterimizde yer aldığını hayat bize söylüyor. inat eden acı tecrübelerle akibetine yürüyorken, kendini tanıyan Rabbinin biliyor.

insan pek çok istidatlara sahiptir. bu istidatlardan dünya sınavında başarabildikleri yeşerip kalbinden hayatına karışır ve kabiliyet olarak ortaya çıkar. bu kabiliyetlerden diğer insanlarla ortak olanlar kimlik adını alır. kimliklerin bazısı geçmişe bazısı şu ana bazısı da geleceğe bakışımızı şekillendirir. işte milli ve cinsel ve dini algımız budur. biz bu kimliklerle değer kazanmayız. bizde var olmaları bize kıymet vermez sadece diğer insanların bizi daha çabuk tanımaları için kullanılan ortak kavramlardır. bize kıymetimizi, sisteme, insanlığa nasıl katıldığımız kazandırır. bu kimlikleri nasıl algılayıp, hayat defterine neler yazdığımız kazandırır. 

Hz. Lut (aleyhis selam) tam olarak ettiği tebliğ ile Rabbinin razı etmiş ve asırlar sonrasına bile ders vermiştir. kavmi ise bizde de varolan bir istidat çekirdeğini yanlış yolda kullanmışlar. 

"evet Allah maliktir : Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme."

Allah malikiyetin bir numunesini insana da vermiştir. bu küçük ölçücükle Allahın büyük adını algılamasına bir ders olması içindir. eğer mülkiyet kavramını yanlış algılarsa imandan küfre girer. bu benim mülkümdür, dilediğim gibi davranırım der. bu benim bedenim değil mi? bu benim bahçem değil mi? bu benim koltuğum değil mi? bu benim vatanım değil mi? diye uzayıp giderken yaptığı zalimlikler ve yönetemeyişinden gelen hırçınlıkları çevresine ödetmeye başlar. kavgalar içinden dışarı akseder. orada hazır bulunan Lut (a.s.) 'ın güzel tavrını bile görmez. kudretin ve öfkenin çarpışmaları, mazlum ve misafirlerin üzerine dökülmeye başlar. bu garip patolojiyi bugün o kavme benzeyen herkes de görmek mümkündür. mü'min ise bu zalimlikten uzak durmak için orayı terkeder ve Rabbine sığınır. bu Lut(a.s)ın sünnetidir ve bize mirasıdır. 

bunu Kur'an çok güzel anlatır. ama cinsellikle ilgili kısmına takılıp kalmak bize has görünüyor. Kur'anın yazılmış 350 000 tefsirinde değerlendirme böyle olmuş, an'aneyi islamda böyle geldiği için eşcinsellikle değil vandalism ile bağ kurulmuştur. bu sebeple kıtaları yöneten halifeler bu mülkiyet algısıyla dünyanın öteki ucuna gitmişler ama eşcinsellerin katliamı diye bir olgu tarihe geçmemiştir. hatta tersine eşcinsellere çok daha fazla saygı verildiği, yeteneklerine uygun en yüksek yerlerde istihdam edildikleri tarihte sabittir. bu asırda ise meal denilen hastalık kolaycı bir şekilde içimizde yer etmiş, bedeli de kendi evladına düşmanlıkla neticelenmiştir. mealle siyah ve beyazlar üretilmiş uymayanlar da yok sayılmıştır. oysa hayat grilikler ile doludur. hem bunu size de öğretir. buna inat eden bir iki danışman, hoca yada doktorun yapabildikleri ancak mahdut bir zarardır. 

bizim hareket tarzımız ise bu grilikleri öngören tahmin eden, pozitif katkısını ortaya koyan bir şekilde olmalıdır. eğer negatif bir şekilde olaya karışmak söz konusu ise zamana bırakıp soğutmalı, heyecanlı tavırdan uzak olmalıdır. bu bekleyiş bize dua için verilmiş önemli bir fırsattır. Allahla sohbet etmeli dost olmalı, bekleyişin ızdırabını Onunla paylaşmak gerekmektedir. böylece bu geçici dönemden hem dünya hem ahiret adına yararlanılmış olur. 

hidayet, perdenin kaldırılıp hakkın hak batılın batıl görülmesidir. hidayet, doğrudan Allahın tasarrufundadır. birisine söylemenin ötesinde onun kalbine ulaşmak ancak Onun izni ile olur. kendi bedeninin yönetiminde yüzde birine sahip olmayan insanın başka insanların kalplerinde yer etmesi, elbette ancak Allahın tasarrufundadır. bu sebeple paylaşılan bilginin doğru adrese gitmesi Onun götürmesi ile mümkün olur.

tüm vatanıma hidayet dilerken, tüm ailelerin evlatlarını tüm kimlikleri ile kabul edip destek olmalarını dilerim. zaten bize yakışan da budur...

19 Ağustos 2013 Pazartesi

homofobi ve iman 3



bireyin uzun dünya imtihanı boyunca tek tek atlamadan kalbindeki her istidadının işlemden geçmesi pek önemlidir. o istidatlar ya göze görünen kabiliyetler olurlar yada kaybolup giderler. göze görünen her kabiliyet sorumluluk yükler. doğru kullanımı ile o sorumluluk güzel bir tebrike yanlış kullanımı ile çirkin bir akibete sebep olurlar.

aile başta olmak üzere toplum bireye güzel katkı sağlamak için kabiliyetlerden onun hayatına genel olarak çabuk katkı sağlayacak olanları ve bunların, bulundukları çağdaki doğru algısına göre duruşunu ders verirler. ders verilmeyen yada o asrın doğrusu olanlar bir başka asrın yanlışı yada hayati olmayan bir teferruatı kabul edilebilirler.

tüm bu değer yargıları kişinin kendini tanıdığı ömrü boyunca yavaş yavaş yerine oturur. tüm insanlığın algısına bir örnekleme olacak kadar kamil hale gelir. bu kemalat yolunda bazen en temel duyularını bile ihmal eder. kabuller ve şartlanmalar ile yaşadığı döneme adapte olur. yaşadığı dönemde hayat kalitesi artarken, kendi dönemi dışındakilere yabancılaşır.

din millet ve cinsellik algıları bu geçişlerde hayatının içinde sıraya girerler. bireyin kimlikleri kullanımı ve algısı da adapte olduğu toplumun esas renklerini taklit eder. oysa insanlar bu benzeşmeden ve yığılmadan çok daha eşit dağılımlı olarak her renkten yaratılmışlardır. büyük harpler dönemi ve millet kavramının yükselişi, benzeşmeyi temel almışsa da, içinde bulunduğumuz birey çağı benzeşmeyi zorlama görür ve bireyin has özelliklerine kıymet verir. bu şiddetli geçiş bazılarında fobiler uyandırmış, çevreye karşı aşırı hassas hatta saldırgan etmiştir.

hatta bazı kimlikleri bazı renklerle bağdaştıramama, yan yana görememe gibi algıyı reddetme durumu görülmektedir. bazen de bu düzen fazla karışık görülüp içinden birisi seçilir ve herşey için o kimlik kullanılmaya çalışılır. oysa muhtar ayrı kimlik ister, üniversite ayrı kimlik ister. ortama göre temsil değişir. hem insan sadece kendini değil pek çok grubu ve manayı temsil eder.

eşcinsel olduğu halde eşcinselliği kabul edememe bu durumun sonucudur. kadın olmaktan yerinmek, zenci olduğundan üzülmek gibi abes duygular nasılsa eşcinselliğin onurunu hissedememek de öyledir. madem ki insan olarak birbirinden değerli cihazlarla yaratıldık, her kimliğimizin Allahın razı olduğu bir şekli vardır. bu şeklin bizim amel defterimizde de bulunması için istemek, çok dua etmek ve gayret göstermek hayati bir vazifedir. hayat ucuz değil, kıymetli bir netice vermesi içindir. verilen tüm kimlikler benzer istidatların birbirinden kuvvet alıp, dünya gamı ve yükünü kolay taşımaları içindir. farklı yaratılmak birbirini tanıyıp arkadaş olabilmek içindir. bu dostluk ışığı, fobi ile söner. islamofobi, faşizm ve homofobi gibi küfrün çeşitli perdeleri bu ışığı örter. insanları yalnız yapar. samimi halis dualar ve onurlu şerefli hamdli bir duruş hem bize hem çevremizdeki yaralı bize benzer insanlara çok lazımdır.

şeytanın oyunları pek çoktur. kimini cahilliği ile kimini ilmi ile oyununa maşa eder. ona maşa olmamak grupla hareket ederek sımsıkı kardeşçe yanyana durarak sağlanır. birbirinden çok farklı olduğu halde birbirini sevebilen yanında durabilen, duası ve amelini birbirine bağışlayabilen kardeşler asırların değişim dalgalarını aşıp hem dünya hem ahireti kazanırlar.

12 Temmuz 2013 Cuma

Hasta Ruhlar



hasta iddiasında bulunanlar da acaba öldürülen eşcinsel ve travestiler için vicdanla hareket edebiliyor mu? vicdanlarının bağırmasını ne ile uyuşturuyorlar? oh olsun demek çözüyor mu?

"ruhen hasta" lafı kadar sığ ve itikada ters bir şey olamaz. ruh itikadımızda bir cevherdir ve bir formüldür ki, şuuru başına alır ve cesedi giyer. eğer cesedini bıraksa şuuru başından atsa geriye bir kanun kalır. işte o kanun ve o uzun formüle biz bir isim veriyor ad koyuyoruz. herkesin kendi şahsi ismi o özel formüle bir nişan olmuş.

ruhun yapı malzemesi o kadar sadedir ve basittir ki daha alt parçaya inemez. o kadar ince ve zariftir ki, daha tahrip edilemez. tutulmaz ve ele geçirilmez. kıyamet kopsa ortaya çıkan tahribat ruhu hiç etkilemez. belki varlığımızın en basit ama en dayanaklı parçası ruhtur.

islam geleneği ruha bu asli kıymeti verdiği halde, dünya hırsları ile terapi üzerinden para kazanmak isteyenler, evladını anlamaktan uzak bazı nadanların hinduizmden ithal ettiği kast sisteminin karası olan "ayıp" kelimesi ile birleşince "terapiye muhtaç ayıplı" manasında ruhen hasta ifadesi kullanılmaya başlamıştır.

islam örfünde siyah beyaz ve gri yerini tam almıştır. haram helal, mendup, caiz ve mekruh tüm ara tonları içine alır ve kişiye hayatı için bir şablon verirler. hem bu teknik ifadelerden öte islam bireyin şu anına bakmaz. insanı gelişen ve yükselen bir kul olarak bilir. yani asli kimliklerini daha idrak edip topluma pozitif katkı sağlayabilecek yeni yollar bulmakla gelişeceğini öngörür. terapi adı altında bireyi casuslamak, bir yere kapatıp gözlemek, izleyenlerin algısına uymayan hareketleri için ağır uyuşturucular vererek gün geçirmek, onu yatağa çakmak, ibni sinanın tedavi metodunda yoktur. çünkü tahribat tedavi şekli olmaz. öldürerek hayat vermek diye bir sav olamaz. çünkü ölüm, islam dininde hayattan daha yukarıda daha şiddetli bir varlık mertebesidir.

bireyin toplum içinde izzet ve itibarının temin görevi devlete aittir. asırlardır geniş islam coğrafyasında aşiret bağlarını ve gelenekleri insan hayatına saldırmak için kullananların hedefi eşcinseller travestiler, kadınlar erkek ve kız çocuklar olmuştur. maalesef modern çağda dahi hala bu söylendiğinde yüz buruşturup "yok öle bişey" demek ve ortada olanları açmak üzerinde tefekkür etmek yerine, görmezden gelip unutulmasını beklemek, umumi bir vicdansızlık halimiz olarak devam etmektedir. geçmiş asırlarda bu durum devlet tarafından, mazlumun başka yere gönderilmesi ve orada hayat ortamı sağlanması şeklinde çözülmeye çalışılmıştı. ulaşım haberleşme ve sosyal hizmetlerin zaafına rağmen bir dereceye kadar başarılı da olunmuştur. ama çağımızda alt yapı arttığı halde mazlumun insani durumunu temin edememe hali çoğalmıştır.

insana kıymet veren toplum değer kazanır. bireyin canına kıymet vermeyen geleneğin kendisi de tarihte tozlanmaya mahkumdur. bunun için kendimizden başlayarak sistemimize kadar nelerin geleceğe aksetmesini istiyorsak gözden geçirmeli, bu muhasebeyi Allaha bir dua olarak sunmalı, bu gayreti fiile dökmeliyiz. Allah bir milletin hidayetini dilerse utancını yüzüne çarparmış. kendisi ile yüzleşebilenlerin Allaha diyecek şeyleri çok olur. illa başımıza bir tokat getirmeden pekala rahmeti ile hidayeti bulabilir, doğruyu algılayabiliriz. buna cessur olmamız lazım.

iman ve islamı bir kimlik olarak taşıyan ve taşımak dileyen her insan tüm kimlikleri ile onuru ile sistemin bir parçası olabilmeli, nefrete hedef olmadan samimiyetle topluma katılabilmelidir.

5 Temmuz 2013 Cuma

Kur'an Ayı



Kur'an Ayı, Kur'anın indirilişinin her sene yıl dönümünde kutlanmasıdır. Ramazan bu açıdan yılın onbir ayına sultan olmuş ve asırlardır böyle adlandırıla gelmiştir.

Kur'an Ayı, çok kıymetlidir. Çünkü Allah insanlarla bu ay, sözlerinin en parlağı ile konuşmuş, kıymet verdiğini göstermiştir. Var-olan, Bir-olan, Hayy, Hayatdar ve Canlı olan O Allah, sözlerinin kıyamete kadar muhatabı olan insanı müjdelemiş ve ona değerini sağlayan o kıymetli görevini ifade etmiştir.

İnsanın nazik mahiyeti, geç öğrenen, mükemmel olmaya uzak kabiliyetlerine rağmen eğitimle yükselebilir hali ve temsil kıymeti çok önemli farklarıdır. temsil edebilmek, ona asli bir kıymet vermektedir. Allah huzurunda bu bilinçle kendini, temsil edebilir. soyadı ile ceddini temsil edebilir. kültürü ile milletini temsil edebilir. geçmiş ortak insan belleğine nüfuz edebilir. geleceğe bakabilir. gelecek algısını yarından çok daha öteye, taa ahirete ulaştırıp dinini temsil edebilir. şu anını ve algısını temsil edebilir, şu algısını cinsel kimliği ile ifade edebilir. tüm bedenini oluşturan hücre hatta zerreler adına Allah huzuruna durabilir. tüm temas ettiği çevresindeki canlı ve cansız alem adına Allaha muhatap olabilir. hatta kainatı tek başına temsil edebilir. nasıl ki de Hz. Peygamberimiz(a.s.m) bunu başarmış, aynen de mi'racında bunu yapmıştır. bize hakiki kıymetimizi kazandıran bu dersi almanın yıldönümü ramazandır.

Ramazanın Kur'an ayı olması, ona özel ayrı teravih gibi ibadetleri, ramazan sofraları ve hatimler gibi adetleri oluşturmuş. Ramazanda hayvaniyetten sıyrılıp, yemek içmeyi terkederek bir nev'i melek haletine girmek hedef olmuş. bunun da mertebeleri ve tefekkürler geliştirilebilen pek çok seviyeleri Ramazana renk katar olmuştur.

bu açıdan toplumun herkesiminde Ramazan ayrı bir hareket ve gayrete sebep olur.

çocuklar özellikle yaza denk gelen bu mübarek ayda kurslara gönderilir, Kur'an öğrenir ve ezber yaparlar. her kimliğe sahip insanın toplandığı mübarek mekanlar olan camiiler çocuk sesleri ile dolar. bu güzelliğin kötü anılarla zedelenmemesi için çocuklarla doğru irtibat kurmak çok kıymetlidir. nefret söyleminden uzak olmak, Eşcinsel Lezbiyen yada Travesti gibi kimliklere karşı nefret ifadelerinden uzak olmak önemli bir hassasiyettir. çünkü az bir zaman sonra o çocuklardan bir kısmı bu kimliklere sahip olduklarını kendileri farkedecekler. bu farkediş onlarda bir tedirginlik, "lanete hedef olma" üzüntüsü uyandırmamalı, Allaha hep sevgi ile dua edebilmelidir. Allahla bağ kurabilmenin engin keyfine ulaşabilmelidir.

gençler ömürlerinin en parlak, en heyecanlı dönemlerini yaşarken ulaştıkları Ramazan çok kıymetlidir. his ve heyecanın sınır tanımadığı bu zor dönemde onlara yardımcı olabilmek toplumsal görevdir. çünkü ellerindeki güçle toplumun diğer tabakalarına kolayca eziyet eder duruma düşebilirler. onlara muhatap olabilmek onları dinlemek ve heyecanlarını anlamaktan geçer. "dur yapma" yada "vazgeç" gibi onların önünü kesen ifadeler değil, yapmak istediğini algılayıp onun yönünü kalibre edip, istikametini toplumsal tecrübe ile değerli hale getirmek çok önemlidir. Ramazan bu açıdan en güzel gençleri anlama ayıdır. çünkü oruçla hevesler bir derece gemlenir ve nefis de dahil tüm özellikler bir derece çevreye karşı duyarsız olmaktan kurtulur. madem öyledir, o zaman Kur'anın tüm kainatı içine alan kardeşliğini ders vermek için çok kıymetli anlardır.

yetişkinler için hayatı tecrübe ile algılamak çok önemlidir. lakin çoğu kere hayatın gaileleri nefessiz bırakır ve detaylar kaybolmaya başlar. Ramazan bu boğan mevsimin rahmet yağmuru olarak, ruha ve kalbe serinlik verir. perişaniyetinden mütessir olduğumuz elimizden bir şey gelmeyen şu dünyanın gamlarını şikayet edecek bir kapıyı bize açar. dua ile rahmet kapısından girip Allahla sohbet edebilmek fırsatını bizlere verir.

tüm azınlıklar için, Ramazan şefkat ayıdır. çünkü aynı açlıkla sınav olup, aynı iftar sofrasında bir araya gelmek onları azken çok eder. açken tok eder. aslında birbirlerinin ne kadar aynısı olduklarını algılamak kardeş eder.  eski nefreti aşıp yenip, yeni kardeşi kazanmak en büyük toplumsal rahmettir. birbirini anlayabilen toplumları Allah dünyaya güzel misaller olarak gösterip yükseltir. asıl kazanç yeri olan Ahirette ise Ramazan kardeşliğini yakalayabilenler Kur'anın o güzel rüzgarından yararlanabilirler. madem bu kadar büyük fırsatlar var, yararlanmak gerekir.

Allahın bu konuda teşviki ayrıca dikkate değer. Ramazanda amellerin karşılığı kat ve kat fazla verilir. birey, kulluk ve kardeşlik manalarının külfetine galip olabilsin diye fevkalade teşvik edilir.

tüm yaratılanların ve bu yazıyla ulaşabildiğim herkesin Ramazan'ının anlamlı, değerli, verimli geçmesini dilerim.



28 Mayıs 2013 Salı

Nefretin Hedefi Olmak 2


eşcinsellikle ilgili bloglarda ne kadar farklı sesler var. bir şey diyeyim diye şöyle okumaya başladım. her renkten fikir zaten yazılmış. karar vermiş olanlar için zaten bir şey söylemek gereksiz. kararsız olanlar, eşcinsellik ve din bahsini bir arada nasıl beraber düşünebilirim deyip araştıranlar için bir paylaşımım olsun dilerim:

dini kimliğimi tüm kimliklerimin üstünde tutan bir hayatım oldu. dolaptan çıkma sıkıntılarını yaşadığım günlerde hepimiz gibi kendimi yalnız hissettim. fırtına durulup hava açtığında hayat algısı bana benzer arkadaş çevremi etrafımda buldum. 

bir arkadaşımın kendini lanetli hissedip, etrafındakilerden onay arayan acıklı hikayesini duyunca çevremde dini konularda ihtisas yapmış kimselere de meseleyi açma konusunda bana ilham verdi. çünkü aylarca ağlaya ağlaya aldığı karar sonunda hristiyan olmaktan başka çare bulamamıştı. bir kitap yazacak kadar belge elinde vardı. ama hepsini sıksanız belli ve malum eşcinsel algısından başka bir şey değildi. ben bunu yüsek fetva kurulundan ilmine hürmet duyduğum kimselerle paylaştım. bugüne kadar hep konuşmaya başlarken "eşcinsellik hakkında din ne diyor?" diye başlanmıştı. oysa ortada böyle bir durum var, genç bir müslümanı siz güya eşcinsellikten vazgeçirmek için ona baskı yaptıkça aslında islamdan olan bağını kırmış oluyorsunuz." deme fırsatı buldum. cevap şaşırtıcıydı. "olmaz öyle, elbette islama sarılmalı, ahiret tesellisinden istifade etmeli,Allaha güvenmeli,elden geldiğince dini hayatını yaşamalı" deyince ama pratikte bu kadar lanete hedef olunca bu nasıl olacağına iş geldi. lanet bahsinin aslında korkutmak ve vazgeçirmek için bir yorum olduğunu belirtince, beceriksizce mahvedilen pek çok güzel mesele gibi bunun da ziyan edildiğini anladım. işin daha garibi, diyanet camiasında, hafızlar ve hocalar arasında onca eşcinsel kimlik taşıyan insandan hiç kimseyi tanımıyor olmalarıydı.bilmiyorlar. hiç komşuları yada meslektaşları olmamış zannediyorlar. bu konuda bir kaç doktora tezi de hazırlandı. ama şurada eşcinsel terapisinden kazanan sermaye bunun ilan edilmesine engel oldu. 

islam, insanın milletine cinsine bakmaz, onun ahirette ebedi saadetine bakar. bunu talep edenler onu takip eder, takip etmeyenler de herkes gibi ahirette tek tek hesaba çekilinen o gün, durumunu bizzat Allaha arz eder. o açıklamanın hükmünü de Allah bizzat kendisi verince tüm kainata da ancak tasdik etmek düşer. yani sen buna hazır mısın? verilecek cevabın var mı? başkasına değil kendine bak!

yine de Allah bazı şeyleri birbirine bağlayarak bazı hareket düsturları ortaya koymuş. bunlar içinde en pratik olanı ve benim en sevdiğim kişinin bu asırda her türlü ifadeden sıyrılıp bizzat kendini ifade edebilme hürriyeti... eski çağlarda millet ve cinsiyet, varlık yokluk kadar önemli olabilmiş. oysa artık birey kendi yetenekleri ile ortada durabildiği örnekler çokca görünüyor. öyleyse aileden vatana kadar her milli kimlik artık belli bir yerde tanımlanmalı. cinsel kimlikler de keza artık kısmen dik durabiliyorlar. bunun en önemli sebebi arkadaş gruplarının birbirine son derece sıkı ve güzel bir dayanışma ile destek verebilmesi. bu formül, ahiret için de uygulanıyor. ibadet eden, duasında tüm sevaplarını arkadaşlarının amel defterine bağışlayan bir birey günahlarını tek tek yazarken, sevaplarını tüm kendine edilenler kadar çokca kazanabiliyor. sol tarafta ne olursa olsun bir bir artarken sağ tarafta yazılanlar arkadaşları adedince artıyor. düzgün ve devamlı ibadetin bir sırrı olan bu kazançla ahirette hiç bir sünni, alevi, türk, kürt, çingene, travesti, eşcinsel yada başka kimliğin yüzü yerde kalmayabilir. 

lakin birey yalnız hisseder, kendisine ümitsizlik aşılanırsa bu bir süre sonra tüm kimliklerden yılmasına, mutluluğu ve hayat şevkini kaybetmesine sebep oluyor. Allahın affetmeyeceğini söylediği üç günah Allahı yok saymak, şirk koşmak ve ümidini kesmek olduğunu söylüyor. ümitle ilgili ciddi bir sınavdan geçiyoruz. oysa eşcinselin zaten alacağı çok, kendisine yapılan haksızlıklar çok, potansiyel olarak zaten haklı durumda, eğer ibadetle ahirette de duruşunu gösterebilse "boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı o dehşetli günde" kendisine iftira atan, alay eden, ezen, nefrete hedef edenler zaten "var olmaya idik" diyecekler.

sonrasında hemen cinsel fiillere soru geliyor. eşcinsel deyince uçkur düşkünü muamelesi yapılmasını da abes buluyorum. kadın dendiğinde fahişe akla gelmesi nasıl abes ise, anne kızkardeş ve hayat arakadaşı akla gelmesi asıl olması gereken ise eşcinsel denince de kardeş ve akraba akla gelmeli, mahrem hayatı onun izzetidir. hiç kimseyi casuslayamazsın, itham edemezsin. özel hayatın masuniyeti zaten ifade edilmiş. bu sebeple eşcinselin kendi maddi gelirini alıp, akraba ve ailesinden ayrı durmasını, onlarla sevgi dolu ama mesafeli bir bağ kurmasını tavsiye ediyorum. 

zannederim orta yaşla beraber hayatın risklerine karşı duyarlı hale gelen insanlar uzun süreli ilişkiye kıymet veriyorlar. bu sadece avrupalı eşcinsellerin değil, tüm insanların önemli bir talebidir. enerjisi yerinde kendinden emin bir gencin kendi kimlikleri hakkındaki davranışları bir kesime örnek olamaz. nitekim doğru rol-modeller ortada çoğaldıkça bu konuda da karmaşanın son bulacağını görebiliyorum.

size Kur'andan ayetleri alıp meallerini başınıza vurmak isteyen haddini bilmezler çıkarsa, karşılarında dik durun, "o ayete biz iman ediyoruz, mealine değil!" deyin, hem bir kaç ayet değil, tüm Kur'an bize bakıyor. her ayet bize bakıyor. bizi tenkit edenlerin yaptığı gibi dengesiz ve ölçüsüzce değil, her zamanki ve her konuda olduğu gibi Kur'ana hizmeti de elimize aldığımızda en iyi yaparız. diksiyon, mahreç, tecvid ve tüm okuma tekniklerini en iyi şekilde başarırız. Kur'anı yaşama bahsini de en iyi biz yaparız. çünkü böyledir diye dayatmaz, her konuda olduğu gibi en güzeli bulmak için kardeşlik çevremizle arar, paylaşır, tüm onurumuzla ifade ederiz. o hassas naif ruhun ve kıymetli yeteneklerin karşılığının ebediyet olduğunu en iyi biz hissederiz.

dua bağı ile kaynağından kana kana imanı içen tüm kimlik kardeşlerime bereketli istikametli, sevgi ile dolu, nefretten uzak bir ömür dilerim...

11 Mart 2013 Pazartesi

Yok Saymak - Var Saymak 2



Ne zaman "eşcinsellik" çeşitli topluluklarda gündeme gelse, konuya uzak olanlar da tartışmaya katılıyor. Hiç sahiplenmeden ve uzaktan tenkit ederek, konuşma özgürlüğünü olumsuz kullanıyorlar. Elbette konuş, ama konuşman insan hayatına saygı ve empati esasları ile örtüşsün de öyle konuş!

Eşcinsellerin yakılması ve katli ile ilgili fantazileri olan vandalları bir tarafa koyup, aklı başında olanları dinliyorum. Eşcinselliğin doğumdan önce ve doğumdan sonra sebeplerini tartışıyorlar. bir denek gibi; yapılmış bir menemenin tadını tutturmak üzerine tartışır gibi, hiç kişinin bütünlüğünü bilmeden ve duyarsızca...

Genetik, mutasyona dayalı, soya dayalı, hatta daha manyakça olan ecdadının haram lokma yemesi hipotezine dayalı eşcinsellik oluşum sebeplerinden, baba baskın olamayışı, edepli yetiştirme, sanata yatkınlığa kadar, ilk cümlesi bir bilimsel esasa dayalı arkası fantazi ve hayalle kurulu upuzun saçmalıkları sıralıyorlar.

Ne zamandır insanın bütünlüğü bu kadar saygısızca hiçe sayılıyor?

Bir kişiliği oluşturan temel kimlikler ve şahsi özellikler bir bütündür. onu değiştirince o kişi olunmaz. Bu ne cürettir ki, bireyin varlığı kritik edilebiliyor. onu kritik edenin sağlıklı düşündüğü test edilmeden, insan hayatı riske ediliyor.

Sen ne kadar "doğru"sun da ona "eğri" diyorsun?

Bunu bilimsel yada dini kılıf ve örtü içine saklamakla, karşıyı susturmak gayreti altında korku var. "Ben de varım" denip onurla durmanın, kökleri ile, ta onun kalbi içindeki eşcinsele de ulaşmasından  korkuluyor.

İnsan kendi içinde bir millet gibidir. kendi içinde her dini kimliği ve milli ve cinsel kimliği temsil eden latifeleri vardır. bu kocaman topluluğu temsil eden akıl, kalp, hayal, sır ve ruhu onun kişilik özelliklerini özetler. Ama bu özet, diğer detayları yok saymak olmamalıdır.

İnsanın mahiyetini anladıkça, kendi içindeki alt kimlikleri ile yüzleşip onlarla kavga etmeyi bırakan birey, toplumdaki o kimlik sahipleri ile de çekişmeyi bırakır.

Evet, o kocaman kalbin içinde her kimliğin algısını temsil eden latifeler var. Adeta her kalbin içinde insanlığı temsil eden bir kalabalık var. bu kalabalığın hepsi ölmeden inkişaf etmek, serpilip ortaya çıkmak diler. Hepsinin de hayatın içinde ortaya çıkıp onurla görüne bilmeleri için bir çözüm var. o ölebilir küçücük duygunun onurla taşınır bir kimliğe, insanlığa örnek bir tavra dönüşebileceği bir çözüm var. ama bencilce zekilikler, yok sayma ve üzerinde durmamalarla karışık kısa ömrümüz bazen buna fırsat vermez.

İç huzuru ve hem dünya hem ahiret saadeti işte bu kalabalığın uyumudur. Hepsini varlık alemine çıkışından sonra, doğru olan geleceklerine yönlendirebilmektir. ölümlerine kadar onları kurutmadan soldurmadan büyüte bilmektir. Bu başarılabilirse, insanın farkı ortaya çıkar ve temsil manasını yerini bulur. O zaman küçük alemi, büyük kainatı temsil edebilir, aynısı olur. koca kainatla denk tutulur.

Ölümün insanın hayatından öte bir talebi vardır. ölüm bir eksilme yokolma, dağılma değil; daha kuvvetli bir hayat seviyesine çıkıştır. Kur'an bunu, çekirdeğin ölmesiyle, arkasında kalan filizin hayatını netice vermesi ve daha üst bir hayat mertebesine geçişi ile ders verir. Basit çekirdek hayatı için bu kadar parlak olursa, insan gibi tüm alemi temsil edebilen bir mucize çekirdek için de, ona yakışır bir ahiret filizi olması zaten mantığın gereğidir.

Bu kısacık dünya hayatında yapılacak bu kadar çok iş varken, kalpte gizli yetenek çekirdekleri keşfedilmeyi beklerken, her yetenek filizlenmek ve boy atmak için çabalarken, sanki yapacak işi bitmiş gibi, başkası ile uğraşmak, hele başkasının hayatını saygısızca yok saymak, insana yakışır bir hareket değildir.

Bir sınav salonunda kendi önüne konan kitapçığı bırakıp, yanındaki arkadaşına "aaa senin burda ne işin var? senin sınava alınmaman gerekiyordu? nasıl geldin de girdin? hem zaten hepsini çözsen de senin sınavın sayılmayacak ki! sen terket burayı" diyen öğrencinin akibeti bellidir. Yüksek görevliler ses çıkarmaz, kağıdı teslim ettiğinde, cevap formuna gerekli işareti koyar ve işlemi yaparlar. Muhatabı olan masum ise terbiyeli duruşunu bozmayıp, sonuna kadar sabretse elbette başarısı parlak olur. Lakin ümidini kaybedip moralini bozsa, vesveselerle sınavı bırakıp çıksa, kendi yanındaki kuvveti terk etmiş olur. Kendi hukukunu teminat altına alan bir yüce mahkemedeki avantajını kaybetmiş olur. Büyük alacaklı bir adamın alacak davasında karşı tarafı da dinleyen mahkemede, karşı tarafın zulmünü ve iddialarını inkar edecek iken, şaşırıp mahkemeyi inkar etmesi gibi olur. o zaman dünyada zarar, berzahta sakar, ahirette cehennem tehlikesi ile karşılaşır. Zaten kazanacağı avantajını aleyhine çevirmiş olur.

Bu yüzden tüm insanlar önce kendilerine samimi olup, kendilerini tanımak yolunda yürümeleri gerekir. Bunu topluma ve diğer insanlara karşı algılamayı başarabilmeleri beklenir. Hayat bunu sınav olarak bizden diler.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Algı



Hayatı hep gözlerimiz içinden seyrediyor ve değerlendiriyoruz. başkalarının gördüğünü de değerlendirebilmek bize çok bakışlı ve daha doğru bir algı sağlıyor.

Algımızı şekillendiren tüm uyarılar bazen sıkıntılı bir eşiği aşarken bizi geriyor. bu pencereden geleceği tahmin etmek sıkıyor. beklediklerimizi görememek üzüyor. bu durumla mücadele etmenin pek çok yöntemi var.

en kolay yöntemi, acıyan duyguları uyuşturmak görünüyor. şu anla ilgili çok uyaran olmasına rağmen gelecekten hiç algımız olamaması bizi endişelendiriyor. bu endişe ile içsel olarak mücadele etmenin bir yolu üzerine gidip daha da acıtarak uyuşturmak gibi görünüyor. tehlikeye atılmak, çılgınca yaşamak, hafife almak, saplantılara müsaade etmek, gençken çok cazip geliyor. sanki çözümmüş gibi görülüyor. oysa hayat birim alana yağan acıyı unutmaz, kenarda geciktirmek ve geçiştirmek, sadece yüzleşildiği andaki faturayı kabartır.

bu endişe çekilmez olunca, bundan kurtulmak için ya sarhoşluğa ya eğlenceye kaçan kişi için "sosyalleşmek" çözüm gibi görünüyor. ama bu yol, bir paylaşım değildir. arkadaşlık sıkıntılara karşı bir kalkan haline geliyor. bu durum ise gerçek sevgi ve dostluk için perde oluyor.

sosyal çevrenin entrikalarında samimiyeti kaybeden bir genç için daha sıkıntılı yol, acıyan duyguları tıbbi destekle uyuşturmaktır. adı "destek" de olsa algılarımıza "köstek" olan bu uygulamalar, sadece bağımlılığı profesyonel ve kontrollü bir şekilde birey üzerinde uygularlar. bu durum, çılgın bir sosyal çevrede uyuşturucuyla dağılan bir yola göre daha tercih edilebilir görülse de, çok canavarca uygulamaları da vardır. dini milli yada cinsel azınlık bir kimliği sindirmek için onun acılarını güya ona yardım altında onu uyuşturarak hayata kazandırmak iddiası, "çözüm yollarını kapatıp, onu bağımlı hale getirmek"tir ve zulümdür. insani olan sıkıntının çözümü olarak alternatif yollar açabilmek ve bireyin neşeyle topluma eklemlenmesine olanak sağlamaktır. oysa bağımlı hale getirmek şu anı aşırtıp sıkıntının tüm geleceği yok etmesine zemin hazırlamaktır. bunun adı terapi, efsun yada başka bir ifade olması ipotek altına alınan geleceği bireye geri kazandırmaz. sadece bireyi şişkin ve istifade edilebilir bir cüzdan haline getirir.

hayatın bu zorlayıcı hallerine ve endişeye karşı daha sağlam bir cevap bulmak için ben çok araştırdım, paylaşılabilecek bir deva arzu ettim. herkesin aslında büyük toplum içinde bir şekilde bir azınlık kimliğe sahip olduğumu gözlemledim. bireyler kendilerini çoğunluk ve muktedir hissettikleri kimlikleri ile tarif edip kendi fanusları içinde mutlu olmayı hayal ediyordular. lakin hayatın sınavı gereği bir şekilde azınlık, itilmiş, yalnız hissettiklerinde herkes gibi aynı tepkileri verdiklerini gözlemledim. siyasi fikri yada dini milli ve cinsel kimliği ne olursa olsun, insani olan burada ortaya çıkıyordu. hüzün ve musibet isabet eden bir insanın genel davranışı benzer desende bir durumu yansıtıyordu.

içlerinden başarılı örneklere baktığımda ise gerçeğin verdiği acıyla yüzleşebilenleri gördüm. uyuşturmayı değil üzerine gidip onunla bir nevi pazarlık edip, ona kendi varlığını gösterebilenlerin sabırları ile hem sonuç alabildiklerini hem de diğer insanlara örnek olduklarını gördüm. adeta kaderin sınavı ile kalplerindeki gizlenmiş yetenekler ortaya çıkıp yeşeriyor, kış fırtınası ve hırçın bahar yağmuru gibi hayatın olayları altında sağlam duruşlu güzel hatıralar haline geliyorlardı. bu hiç de uyuşuk ve kaderci bir yaklaşım değildi. tersine gayet dinamik ve adeta kendi mevzisini sürekli bir çaba ile düzenleyen ateş hattında bir askerin gayreti gibiydi. sürekli hedefini gözleyip, bu şevki çevresi ile paylaşanların duruşu izlemeye değerdi. bedenleri kırışıyor, yaşlanıyor, bozuluyor lakin ruhları ilk gün tazeliğinde ve gençlik heyecanı ile hedefini arzuluyordu. fırtınalı hayatın boğan sıkıntılarına rağmen dümdüz ilerleyebilmiş olmaları benim için çok güzel bir rol model sunuyor.

rol model önemli olduğu kadar bireyin doğru yönlendirildiği bir çevre de çok mühim. bu sürekli sıkıcı öğütler veren bir üst kuşağa ait bir çevre değil elbette. kendi kimliklerini samimi açtığında kabul görebileceği, keyifli paylaşımlarında takdir bulabileceği bir çevre olmak durumunda. ancak o zaman kendini ifade ettiğinde ve rol modele şevk duyduğunda zorluklara karşı motive edinebileceği bir çevresi olsun. dini kimliğin büyük rol modelleri olan peygamberler fırtınalı başlı yüksek dağların zirvelerine benzerler. o yolda yalnız yürür ve destekleyen çevreye ihtiyaç duymazlar. çevreleri Rableri olmuştur. mü'min ise bu zorlu yolda kendisine destek olacak sıcak ve samimi bir cemaate ihtiyaç duyar. rengarenk anlayış ve usulde cemaatlerden kendine en yakın gördüğüne dahil olarak yolunu kolaylaştırmayı diler. milli kimlikte bu süreç daha kolay işliyordu. çünkü milli heyecanı duyacağı büyük aile içinde bulunan her birey milli kimliğin hedeflerine ulaşmakta kendini destekleyen bir çevrede hayatını geçiriyordu. ama birey çağı başlayınca büyük aile, aileye, hatta tek başına yaşama dönüştü. cinsel kimlikler açısından da çevre çok mühimdir. eski çağlarda şehrin muktedir erkek bireylerine has olan bu yardımlaşma artık her erkek ve kadına ulaşmış durumda. biraya gelip birbirlerinin sıkıntılarını dinlemek ve cinsel kimliği için mutlu bir hayat dilemek göreceli daha kolaylaştı. hatta eşcinsel kimliğin yakın gelecekte daha da doğru ve kaliteli destek göreceği görünüyor.

dini milli yada cinsel kimliğin mutluluğu sabırdan geçiyor. sabır ise acıdır. onu çekilir kılmak ancak doğru destekleyen bir çevre ile mümkün olabiliyor. çevre olmakta güzel bir konumda bulunabilenler kendileri de mutluluğu ve diledikleri seviyeyi kazanabiliyor. cinselliğin onuru, milliyetin şerefi ve dinin "dünya ahiret mutluluğu" o zaman mümkün hale geliyor.

bireyin kendi kimliklerini analiz edip her kimliğine uygun ihtiyacı uygun marketten karşılaması gibi bir pragmatik yoldan bahsederken, duygular ve açlık işin içine karışınca olay da karışıyor. bazen dini kimlik için bir araya gelmiş insanlar milli bir iştaha bunu vesile yapabiliyor, yada cinsel kimliğinin tatminini arıyor olabilir. istisnalar kaideyi bozmaz. kötü emsal, emsal olmaz. yine de olabilen bu gibi durumlarda, kişinin orada bulunma amacı ile çeliştiği kendisine ifade edilip doğru desteklenmesi gerekiyor. eğer bunda hile karıştırmışsa bu hukuki ve cezai bir durumu gerektirir. zaten bu karmaşık niyetlerini saflaştırıp doğru yönlenmeyen hiç kimse mutlu sonuca ulaşamıyor. çünkü denetleyen, hidayet veren, izleyen bir kudretin nazarı altındayız. böyle olduğunu herkese öğretecek kadar uzun bir hayatı bizlere veriyor, müdahelesini gösteriyor.

tüm sebepler tamamken, neticeyi hikmetine göre bazen veriyor bazen geri bırakıyor. sebeplerin ötesinde ve ulaşamadığı yerden neticeyi yoktan yaratıyor. basit malzemeden fevkalade bir sanatı çıkarıyor.  her verdiği kimliğin bağlı olduğu onlarca gizli kabiliyetle bireye şahsiyet veriyor. o gizli kabiliyetlerin hepsini bir pencere yapıp kendine bakar bir menfez bize açabiliyor. evet, her gizli kabiliyetin doğru yeşerebileceği bir ortamı var. bu ortamdan doğrudan Rabbini görür bir bakışı olabilir. ışığa büyüyen bir bitki gibi ona uzanabilir. ziyan edilmemiş ve tüm pencereleri tam açık bir ruhun izlediği Rabbi ona yeter. ona kabirde de yeter. ahirette de yeter. Rabbi onu dünyada da hatırlar. en ihtiyacı olduğu ahirette de hatırlar. onu unutmaz, yarı yolda bırakmaz. bırakmayacağını beyan etmiş. yüz yirmi dört bin peygamber mucizeleri ile yüz yirmi dört milyon evliya keşifleri ile bunu tasdik etmiş.

öyleyse algı için çok şükretmeli, algıdan doğru istifade etmeli, çevre ile doğru paylaşmalı, doğru desteklemeli.



12 Ocak 2013 Cumartesi

Dik Durmak


Gün geçmiyor ki, eşcinsel cinayeti haber olmasın. bu kimlikten birisi tacize uğramasın. toplum içinde asla bahsedilmiyor. hele ilkokulda eğitimi verilmesi gerekirken, toplum duvarımızı oluşturan tuğlalar nelerdir, öğretilmiyor. bu toplumun içinde farklı dini milli ve cinsel kimlikleri ismiyle ifadelendirmek ahlakı bozmak olarak isimlendirilince, gaflet örtüsü üzerine serilen azınlıkların çektiği, onların bu vatanda olmak için bedeli anlamına geliyor. herkesin bir şekilde çığlığına sağır olmak hali, bir süre sonra şartlanarak kabullenilmiş hastalıklı bir toplumu önümüze koyuveriyor. enerjisi çok olan, kabiliyeti parlayan ama diğer milletlere diyecek hiç bir şeyi olamayan, kardeşlikten anladığı karşısındaki aynı kendisi gibi olduğu sürece kardeş olan garip bir algı haline geliyor.

bizim bu rezalet karşısında uyum sağlamamız hayatımıza sadece yalanı sokar. doğrunun yanında olmaktan doğan gücümüzü de elimizden alır. dünyada ezilen, ahirette ise hakkını isteyemeyen bir duruma düşürür. her yerde var olduğumuzu hem sisteme pozitif katkımızı onurumuzla ortaya koymak her zamankinden önemlidir.

defalarca aynı ezberi duygusuzca meraklı ve masum taliplerinin yüzüne atıyorlar. buna rağmen, kendi kimlikleri ile barışık bir bakışın bu tür kapalı zihniyetlere karşı dik duruşunu işte böyle okuyorum:


[

Eşcinsellik tüm dünyada,  medyada ve pek çok sahada gündeme gelmektedir.

Diyanet çevresindeki bazı kimseler, homofobik algıyla verdikleri cevaplarla biz eşcinselleri sadece seks yapan sapıklar olarak görüyor ve buna göre hükmediyorlar!

Bu bakış açısı pek acıdır…

Öyleyse ya din değiştireceğim ya da bir gün dayanamayıp intihar edeceğim...

Çocukluğumdan beri hastalık sandığım; kurtulmak isteyip kurtulamadığım ve sağlığımı kaybettikten sonra kabullendiğim bu hal ile cinsellik için değil sevgi, şefkat ve aşk için döktüğüm gözyaşlarının haddi hesabı yok...

 Kadınsı değilim...Erkek olduğumun bilincindeyim, Sapık değilim..

 Cinsiyet değiştirmek gibi bir niyetim yok... Çünkü kendi cinselliğimle sıkıntım yok..

İthamlarınızdaki kişilik ben değilim.

Lut kavminin erkekleri tecavüzcüydü, isyankardı, evli olan erkeklerdi; ben evlenmedim, bir kadına ilgi duymadım, kimseye tecavüz etmedim, sadece sevmek sevilmek istedim...

Evlilik bir kurumun tekelindeymiş gibi sunulurken, Evlenebilmek de sadece seks yapma özgürlüğü elde etmek için bir araçmış gibi anlatılıyor. Hayatı paylaşmaktan ve duygusal bütünlükten hiç bahsedilmiyor.

Bu mevzular konuşulduğunda, sürekli sorulan “Cinsiyet değiştirme” ye gelince; benim böyle bir isteğim olduğunu da nereden çıkardınız? Anlaşılır gibi değil!

Kafanızda öcüleştirdiğiniz eşcinsel prototipiyle ilgili olabilir mi acaba bu düşüncelerinizin kaynağı??

Bu çevrelere ve ezberden konuşanlara şunu demek istiyorum:

“Beni ne kadar üzdüğünüzü bilemezsiniz...

Gerçekten bildiğiniz ama sakladığınız şeyler varsa vebali çok ağır biliyorsunuz...

Benim kıldığım namazın, imanımın değeri yok mu? Allah'a dua edip bu kimlikten kurtulmaktan başka çarem yok mu gerçekten?

Ne yaparsam yapayım cehennemlik miyim gerçekten?

Emin misiniz ? ? ?

Yoksa ben de evlenebilir miyim?

Sizi dikkatlice düşünmeye davet ediyorum !”

Ganymedes

]