27 Mayıs 2009 Çarşamba

Benden Sayfalar


Eşcinsel kimliğimle uzun yıllar boğuşmanın yoksaymanın ardından onunla anlaşmaya karar verdiğimde çok yorgun ve bitap düşmüştüm. her dini vaaz ve sohbette utançla yüzümü yere eğdiğimde, kalabalık içinde tek muhatabın ben olduğumu düşünürdüm. hayatımın bitmesi hakkındaki taleplerim hiç yerini bulmuyordu. en sonunda onu diğer kimliklerimin arasında bir yere koymam gerektiğini anladım. beni ben yapan pek çok özelliğim vardı hepsini seviyordum. dini kimliğim tüm manevi algılarımı doyuruyordu. milli kimliğim sosyal çevremle köprü oluyordu. cinsel kimliğim ise artık isim koyup "ben buyum" diyebileceğim bir olgunluğa erişmişti.

Tüm bu düzen oluşurken yaş ilerlemiş, zaman geçmişti. kendi yaşıtlarımdan kimliğine uygun hareket edenler toplumun çizdiği hayatlarında başarılara imza atarken, gizli olup da onları taklit eden az bir kısım eşcinsel de evlenip güya aile kurup, toplumdan maddi manevi "aferin!" alırken, ben daha henüz ilk kez kendimi olduğu gibi kabul etmiştim.

Ruhumda konu başlıkları arasında dinden milliyete oradan cinselliğe geçişlerde sert atlamalar oluyordu. oysa sağlıklı bir ruhun hayata karşı son derece düzgün ve bir tavır gösteren kimlikleri olmalıdır. bu kimlikler çevreyle iletişimle gelişmelidir. peki her kimlik doğru anlaşılır mı? mesela arkadaş çevresinde küçük bir anket yapıp, boş kağıda "kadın" yazıp altına hatırlattıklarını ifade etmesini istesek yazılanlar genellikle romantism ağırlıklı başlayıp erotisme kayıyordu. oysa kadın kelimesinden anlaşılacak kavramlarda en şerefli makam "anne", en dostane makam "kızkardeş", en iffetli makam "eş" olmalıydı. demek soruyu sorarken de ince bir usul takip etmek gerekiyordu. bu usulu bulmak için ben 2 sene bekledim. "eşcinsellik ve din" yazılmış bir kağıda neler yazılırdı? genel algı aynı "kadın" kelimesinde olduğu gibi görmezden gel ama yararlan tavrı üzerineydi. islami çevre ise apaçık katolik kilisesi yorumu etkisinde "hastalık" olarak görüyor, bu "manevi hastalığı(!)" sabırla ve ibadetle terapi etmeye yani karakterimde değiştirmeyip sadece uygulamalarını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. tarih asırlarca bize kıymet verdiği, insani haklarımızı tanıdığı, islam bizim şerefimiz olduğu halde bu tuhaf çağın ikiyüzlülüğünden biz de hissemizi alıyorduk.

Sonraları misyonerler geldiler. afrikada hristiyanlığın tutunabilmesi ve islam karşısında başarılı olabilmesi için çok eşli evliliğe sadece orada müsaade ettikleri gibi, burada da eşcinselliğin islamda lanetlendiğini ve rahat ve huzurun hristiyanlıkta olduğunu söylediler. eşcinsellik aleyhinde söylemi ile tüm dünyada bilinen bir sistem bize amsterdamın özgürlüğü parisin rahatlığını londra ve newyorkun medeniyetini teklif ediyordu. pek çok kafalar karıştı. zaten dini kitap eline almaya korkan eşcinseller için bunları işitmek ve ağlaya ağlaya islamın çıkış kapısına yürümek idama gitmek gibiydi. amsterdamdaki eşcinseller iyi birer hristiyan oldukları için özgür değillerdi. hristiyanlık onlara bu özgürlüğü vermiş değildi. iyi bir organizasyon ve birbirlerine sahiplendikleri için oradaydılar, tıpkı dünyanın geri kalanında olduğu gibi... Allah, ihlasla kim ne isterse veriyordu...

Ben o an orada soracağım sorunun şeklini bulmuştum. eşcinsel bir birey olarak geleceğimi aydınlatmanın ve islamdan istifade etmenin şekli belirmişti. varlığını tüm kainatın varlığı ile bildiğim Allahımın, emrettiği yolun usülünü islam namına sorabilmenin inceliği ve estetiği ortaya çıkmıştı. biz tavrımızla ne yapıyorsak mesul oluyorduk. doğruya yakın hareketlerimiz doğru olarak değerlendirilip Allahın hikmetine göre doğrultulabiliyor ve neticenin başarısı hayatımıza yansıyordu. Lanetlenmiş ve kalbi mühürlenip asla feyizlere ve ilhama kapanmış bir kalp olmadığımız ortada olduğu halde, bir şekilde "annesinin tokadından korkup yine annesinin şefkatli sinesine sarılan bir çocuk" gibi olmuştuk. gereken şey ise o çocuğun sığındığı gibi, o sinenin ismini haykırmaktı:

"Allahım!"

Bir Telefon Görüşmesi

çok kıymet verdiğim emekli bir fetva emini hoca ile böylece telefon görüşmesi yapabildim. zaten hemen sonrasında böyle bu blog da başlamış oldu. yavaş adım atsak da sabırla olayların ilerlemesini gözlemlemek çok güzel... bizler başında gelmiş olsak da yakın geleceğin güzelliklerinde eşcinsellerin hürriyeti olduğunu bilmek ümit veriyor...

önce, lanetlediler ... ezdiler...
sonra, "orada uzakda dur sen de varsın" dediler...
pek yakında, "madem buradasın, eh, o zaman ortak hareket lazım, yanımızda dur" diyecekler...
sonrasında, "sen zaten buradasın, bizdensin, gel sarılalım" olacak...

4 yorum:

  1. katolik kilisesinin eşcinsellik üzerine yaptığı yorumların günümüz müslüman ilahiyatçılara geçtiğinin tesbiti çok önemli.

    fakat bu aşamada biz müslüman eşcinseller ne yapacağız? katolik eşcinsellerin örgütlenmesini mi taklit edip onlar gibi mi bir söylem geliştireceğiz yoksa kendimiz bir dil ve üslup tutturabilecek miyiz?

    YanıtlaSil
  2. hareket tarzını belirlemek çok mühim.
    asya daha çok kalbe kıymet verip dinlerle kimliğini kazanması, avrupanın fikir ve felsefeye kıymet vermesi ayıredici özellik olarak görünüyor. biz de kültürümüzün temel dinamiklerini iyi analiz edip, uygun bir duruş gösterdiğimizde kabul görmek elbette mümkün...

    dışarıdaki pek çok başarılı duruşdan etkilenmek elbette mümkün, onların tecrübelerinden istifade etmek de yararlıdır. lakin yerleşik kültürün kendi duruşunu gösteremez ve onunla barışık olamazsa toplumsal destekden mahrum kalır.

    YanıtlaSil
  3. yani bizim ilk önce kendimizi diğer kimliklerle kabul ettirip sonra bu kimliğimizi de diğerleriyle beraber kabul etmelerini mi isteyeceğiz? Nasıl bir yol izleyeceğimizi daha açık söyleyebilir misin? Fikirlerinin önemli olduğunu düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  4. İnsan beyni bazı verilere dayalı olarak çalışıyor, bir bilgi, deneyim ya da koşullu öğrenme yoluyla hıfz edildiği zaman sonrasında gelen olaylar ya da yaklaşımlara da bu geçmişin ışığından bakılır oluyor..

    Yani insan beyni sabitlenmeye hem muhtaç hem de müsait, çünkü külli bir iradesi yok ve yeniliklerden korkuyor...

    Eşcinsellik denince akla genel olarak ne geldiğini düşünürseniz dediklerimi daha iyi anlayabilirsiniz..

    Bizler Hz. Lut (As) kavmiyle özdeşleştirilmiş- halbuki eşcinsel bile olmayan ahlaksızve zalim bir kavim- manevi hayatı ve imanı olmayan karakterler olarak algılanıyoruz maalesef...

    Bu durumda kullandığımız kelimelerin karşı tarafta nasıl renk ve şekil aldığına dikkat etmeliyiz.

    Bu durumu bir eşcinsel heteroseksüel çatışması ya da eşcinselliğin savunucuğulu gibi algılıyorsak ortada sadece bir savaş olur ve herkes kaybeder...

    Öncelikle cinsel kimliğimiz ile birlikte ama salt ondan ibaret hale gelmeden kim olduğumuzu bilmek önemli.. Bunun sırrı da ihlasla ibadet ve duadan geçiyor. "Sabır ve namazla dua ediniz.." mealindeki ayet bunu istiyor bizden...

    Mezheplerin- diyanet tarafından amiyane "livata" diye adlandırıp zina değildir, bir sapıklıktır şeklinde açıklandığı- eşcinsel zinasına dair had ve hükümleri bellidir ve diyanette bunu bilmektedir... Kimisi zina hükmü vermiş, kimisi neslin bozulması riski olmadığından daha hafif cezalar öngörmüş...

    Aynı şeyi okuduğumuz halde zıt anlıyor olmamız bazı kalplerin yumuşamaktan uzak, farklılıktan korkan ve egemen olma hissiyle boğulmuş olmalarından kaynaklanıyor olabilir mi???

    Bir kimlik günah olamayacağı gibi Allah'ın (C.C) rızası dairesinde, helal yoldan yaşanan cinsellikler de günah olamaz..

    Bunu kabul etmemek, yok saymak için verilen çaba, kafalardaki sabitlik ve nefretten ileri geliyor...
    Yoksa, cinsel davranışı değiştirmek, tersine çevirmek, yok etmekle bu kadar uğraşan zihniyet; bunun helal dairede, mahrem alanlardaki özgürlüğünü kavrayabilse insafı olan her insan gibi gerçeği sıvamaya, bulandırmaya, kanatmaya uğraşmayacaklar..
    Cinsellik de, ruh da, bedensellik ve dinsellik de Allahtan gelir, her şey Allah’tan gelir, bunu görememek için renk körü olmak gerekir ki, cinsel kimliklerin renkliliğini görmemek mümkün olsun..

    YanıtlaSil