22 Eylül 2011 Perşembe

Toplumsal Ahlak

Toplumun genelde tavrı ve geçerli algısı nasılsa yeni doğanlara verilen ilk bilgiler bu yönde olur. küçük çocuklar bunu tüm kenarları ile alır değişmezliğini kabul ederler. bu hali ile gelenekler şekillenir. ergenlikle beraber başkaldırı ve değişmezliğin yanlışlığı anlaşılır. böylece topluma dinamik sağlanır. yetişkinlik ise taşların yerine oturduğu, genel kaidelere uymakla toplum menfaati sağlandığı lakin verimlilik temel alınarak toplumun ilerletildiği bir algıyı verir. normalde bu değişim kişi için çok güzel bir hayat serüvenidir. bazısı ise bebekliğindeki seviyeyi sebebsizce korumak için çırpınır. yaşına ve tavrına uygun olmayan bu tavırlar ile sıkıntılara sebep olur. genel öğreti, kişiye ne kadar erken ulaşıp onu hem değişime hem verimliliğe özendirirse, toplum o kadar az sıkıntı çeker.

Ancak değişime ve verimliliğe sahip çıkmak, bir toplum için kargaşadır. insanları bir algıda toplamak ve birbirlerine saygıyı tavsiye etmek, kutsiyet ile mümkün olur. kutsiyet bir dersin kabul edilmesinde büyük bir güçtür. dinin kudsiyet ile verdiği dersler kalpleri şekillendirir, insaf ve saygıyı ortak payda yapar. yararlanılmadığında, bireylerin ancak kendi değerlendirmeleri ve iknaları kadar bir değişim ve verimlilik algısı ortaya çıkar. bu da hem sınırlı hem geçici olur. 

başarılı bir gelişmenin sürdürülebilir olması, ancak kudsiyet ile barışık, gençliği ile dinamik, yetişkinleri ile verimli, toplumsal saygı paydasında toplanan milletler ile mümkün olur.

bugün artık cemaatlerin ne denli canlı ve etkili olduğunu inkar etmek beyhudedir. dini her kimlikten cemaatler, meşrepler, meslekler, kendi sınırları dairesi içindekilere sundukları saygı paydası ile bireylerine kendi başarılarını göstermektedir ve onur duygusu vermektedir. 

feleğin rüzgarı ve bahtın güzellikleri bizden yana esmeye başlayalı beri, tüm dünyanın da dikkatini çeken yurdumun artık sözü daha uzağa gitmektedir. dünyanın dikkatini çekmek güzeldir. lakin daha önemli olan altyapısı olan, bağlantıları tüm insan kültürünü kavrayan bir ifade ile durabilmektir. net açık ve rahat bir duruş, şiddetli sade ve herkese hitap eden bir söylem bizden beklenmektedir. bu durum ise artık tüm cemaatleri ile yurdumun kendi paydasını netleştirmesi gereğini ortaya koyar. yoksa bir süre sonra bu sadece geçici bir güç gösterisi, arkası olmayan bir delikanlılık çıkışı olarak tarihin sayfalarına gömülür gider.

insana saygı ve onurlu bir yaşamı paylaşma teklifi tüm demokrasilerin hedefi olmuştur. bireyin kendisini tarif etmesine müsaade etmek ve bu tarifi saygı ile karşılamak temel esastır. bireyin kimliği ne olursa olsun tüm cemaatler ona ellerindeki güzelliği paylaşır ve ona kardeşlik sunarlar. sunmalıdırlar. o bireyin toplum uymayan yönlerini dikkatle algılamak ve uyumlu hale getirmek de hedeftir. 

evet cemaatin kapısına gelen çingeneye kapıyı açıp içeri almak hizmettir. çay ikram etmek hizmettir. ona cemaatin değerlerini paylaşmak hizmettir. mal sahiplenme algısı farkını baştan bilmek önlemdir. çingenenin ihtiyacı olan parayı almasına hırsızlık dememek için ortada menafi bırakmamak tedbirdir. 

evet cemaatin kapısına gelen genç bayana kapıyı açmak hizmettir. onu kendisi gibi bayanlardan istifade edeceği adrese yönlendirmek hizmettir. ölçüsüz bir bayanın kendi güzelliğini göstermek istemesini baştan bilmek önemlidir. o gelen bayanı ahlaksızlıkla itham etmemek için saygı ve konuşmayı kısa tutmak tedbirdir. 

ya eşcinsel?

eğer eşcinsel kimliğe bedenen hasta derseniz onu tamahkar doktorlara; ruhen hasta derseniz rezil tılsımcılara esir etmiş olursunuz. kimliği tanımazsanız o zaman hizmet de edemezsiniz, tedbir de alamazsınız! 

bu durumda ortaya yüz kızartan haller dökülür. onlarca macera anlatıla durur. doktor ve muskacılar para kazanır. yalanlar havalarda uçuşur. eşcinseli tanımayan bir toplum kendi yalanları ile yuvarlanır durur. ahlak derken ahlaksızlık çoğalır, yalanlardan rüyalar görürken patlayan rezaletlerle başından aşağıya sular dökülür.

eşcinsel kimliği tanırsanız, hükmedersiniz. bilirseniz, tedbir alırsınız. saygı duyarsanız size saygı duyar. sahip çıkarsanız, size sahip çıkar. insan kendine edilen muamele ile muamele eder. onu itmek ve görmezden gelmek sadece bunu yapana da böyle muamele edilmesine sebep olur. çünkü insan aziz yaratılmıştır ve kader adildir. kişi ancak kendisine teklif edilen kadarı ile imtihan olur. onu hırpalayan hiç bir toplum yarını göremez.

oysa onurlu yaşamak isteyen bir eşcinsele yol göstermek çevresindekilerin görevidir. çevresinde hür ve onurlu, toplumun parçası olmuş eşcinsel bireyler görmekle şevk duyar, rol modeller ile gayrete gelir. toplumla uyumlu hareket etmenin erdemini, sevmenin güzelliğini, dünya zorluğuna karşı teselli bulmanın imkanını keşfeder. zaten ahlak da budur. kendi ahlakını oluşturmasına müsaade edilmeyen eşcinsel kesim toplumun sıkıntısı ve mahçubiyeti olarak hem dünyada baş ağrıtır, hem ahirette madur olmaya sebep olur.

toplumsal ahlak, ahlaksızlığa savaş açarak değil, bireylere kucak açarak sağlanır. uzakta dünyanın öte yanındaki eşcinselden farklı olmasına kapı açabildiğiniz ve onurunu tanıyabildiğiniz her eşcinsel toplumun sağlam bir taşı olmaya adaydır.

28 Haziran 2011 Salı

Mi'raç la hayatımıza girenler...


Mi'raç gecesi tüm islam alemi için kutlu olsun.

Mi'raç tek bir isim olmakla beraber birçok manayı içine alan bir anahtar olmuştur. bu gece ile idrak edilen ve anlaşılan ilk aklıma gelen manalar şunlardır:

iman hakkı kabul ve tasdik, islam ise hakka taraftarlıktır. bu gece kabul edilen ve tasdik edilen merci bizzat gözle müşahede edilmiştir.

nübüvvet, iman için zaruridir. madem ki kainatın sahibi ölü değil hayattadır ve canlıdır. o zaman duyar ve görür, duyduğunu ve gördüğünü de ifade eder. bu ifadeye muhatap olan; onun katında bizim elçimiz olup bizi ona sevdiren, bizim aramızda O'nun elçisi olup, onu bize sevdiren bir peygambere ihtiyaç vardır. bu gece ile bu mana tamam olmuştur.

insan bir beden ve bir bireydir. ama kendisine emanet edilen özellikler ile temsil kuvvetine sahiptir. seçilmiştir, başkalarının ve kendisinin varlığını ifade edebilir ve bu ifadeyi herşey namına genişletip temsil edebilir. evet, kimin milleti himmeti ise o tek başına bir millettir. hatta bu temsil manası o kadar genişler ki, muhatap olduğu Rabbi karşısında kendisini, kendi kimliklerini, sevdiklerini ve ilgili olduklarını, hatta tüm mahlukatı temsil edebilir ve onların taleplerini iletebilir ve öyle de olmuştur.

bu ilginç özellikleri ile beraber Mi'raç, islamın farklı yönünü de ortaya koyar. en kadim ve düsturları geleneklerin tozları altında kaybolmuş dinlerden en yakını olan hristiyanlığa kadar tüm dinlerin temel esası olan "önce tabi olmak" gerçeği islamda yerini "önce müşahede ve gözleme" bırakır. gözüne rast geleni değerlendirmekle başlar. isra süresinde mi'raç hakikatı da gözlem çevresinde gelişmeye başlar. yukarıda benim farkedebildiğim manalarla gelişir ve detaylarında saklı daha onlarca kıymetli farkla meyvelerini verir.

bu güzel tefekkürün kaynağı olarak BURADA miraç risalesini tavsiye eder, bu gecenin hepimiz hakkında mübarek olmasını niyaz ederim.


11 Mayıs 2011 Çarşamba

Birlik Olma Sırları 3


Birlik olmak bizim için hayati değerde bir zorunluluk olmasına rağmen birbirimizi ötekileştiriyoruz. uzak duruyor ve görmezden geliyoruz. saygı duymak zorunda kalmamak için üstünü örtüyoruz. şiddeti ve gerilimi sever hale geliyoruz. iman kimliğini, azınlık kimliğini yada eşcinsel kimliğini taşıyanlar en ziyade ötekileştirilmenin acısını bildikleri halde onlar dahi ortama uymaya başlıyor. şiddete şiddetle cevap vermek bizi vahşileştiriyor. Rise-i Nurda bu bahse ilişkin şöyle bir bölüm var :


"Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.

Birinci Vecih

Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda, İmân ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.

İkinci Vecih

Hem hikmet nazarında dahi zulümdür.

Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle, "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek." Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.

Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.

...."

28 Mart 2011 Pazartesi

Sosyoloji Notları 2


EtnoSantrizm - Kültürel Rölativizm

Kültürlerin çeşitliliğini teslim etmek, her zaman başka kültürlere saygı gösterilmesine neden olmaz. Aksine insanlar kendi kültürlerinin içinde kendilerini hapsettiklerinde onu mutlaklaştırırlar.

Bireyin kendi kültürel değerlerini merkeze alarak, başka kültürleri kendi kültürünün değer sisteminden değerlendirmesi ve yargılaması EtnoSantrizm olarak adlandırılır.

Ortak kimliği sağlamak ve "biz" duygusunu pekiştirmek için tüm kültürler biraz etnosantrik olması beklenebilir. Ancak, etnosantrizm çoğunlukla "biz böyleyiz ve bu halimizden memnunuz" masumiyetinde değildir. Etnosantrizm sıklıkla kendin kültürünü yüceltme ve başka kültürleri küçümseme, ötekileştirme ya da aşağılama düzeyinde kendini gösterir. Bu nedenle ilk bakışta her kültürel kimlik için gerekli ve masum gibi gözüken etnosantrizmin hiç de masum olmadığı aksine;

heterofobi ( farklılık düşmanlığı)
zenofobi ( yabancı düşmanlığı)
islamofobi ( islam düşmanlığı)
homofobi ( eşcinsel düşmanlığı)
şovenizm ve daha önemlisi ırkçılık ile çok yakın bir dirsek teması olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla başka kültürlerin önceleri "tuhaf", sonra "anormal", kimi zaman "sapkın" ve zaman zaman "tehdit" olarak değerlendirilmesi, devamında o kültürün mensubu olan insanlara karşı bir nefretin oluşmasına kolaylıkla neden olabilecektir.

sadece sosyolojik düşüncenin değil, aynı zamanda insani bakış açısının "olmazsa olmazı" empati ile yaklaştığımızda hem kendi kültürümüzün çağdaşlarından farksız lığını anlarız, hem de başka kültürlere ve o kültür içinde yaşayan insanlara karşı çok daha serinkanlı ve sağduyulu bir şekilde yaklaşırız. "Ben burada değil orada doğmuş olsaydım","bu dine değil o dine mensup olsaydım" şeklinde düşünce egzersizleri, o ana kadar ötekileştirdiğimiz, aşağıladığımız kültüre karşı empatiyle ve daha farklı bir şekilde yaklaşmamıza neden olacaktır. kendi kültürümüz bizim için ne kadar anlamlı ve değerliyse, başka kültürlerin de onun üyeleri için o kadar değerli ve anlamlı olduğunu artık fark edebiliriz.

Her kültürün kendi içinde önemli ve değerli olduğu düşüncesi bizi kültürel rölativizm, yada kültürel görecelilik olgusuna getirir. Kültürel rölativizm, kültürleri kendi içinde değerlendirmek ve yargılamak gerektiği, kültürlerin dışarıdan yargılanamayacağı düşüncesidir. Bazen diğer kültürlere saygı duymanın görevimiz olduğu ve tüm kültürlerin eşit derecede saygıyı hak ettikleri söylenir. Etnosantrizmin iki üç adım sonrasının ırkçılık olduğu göz önüne alındığında kültürel rölativizmin benimsenmesi ilk etapta çok makul gelebilir. ancak etnosantrismdeki tehlikenin bir benzeri de bizi bu noktada beklemektedir:

Her kültürün kendi içinde anlamlı ve önemli olduğu savı şüphesiz rahatsız edici değildir. Peki, tüm kültürler aynı derecede değerli midir? Bütün kültürler dışarıdan değerlendirilemez ve yargılanamaz mıdır? Tüm kültürlere eşit derece de saygı gösterilmeli midir? Örneğin bir kültür kendi içindeki veya dışındaki insanların yaşam hakkına saygı göstermiyorsa yine de "kendi içinde değerli" kabul edilmeli mi ve saygı duyulmalı mıdır?

sadece bu sorular bile, etnosantrizm ile bir uca savrulurken kültürel rölativizm ile diğer uca savrulacağını bize şimdiden göstermiş olmalı.

TÜM KÜLTÜRLER DEĞERLİ OLABİLİR AMA HEPSİNİN EŞİT DERECEDE SAYGIYI HAK ETMESİ ANCAK BAŞTA YAŞAM HAKKI OLMAK ÜZERE BİREYSEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERE SAYGI GÖSTERDİKLERİ ÖLÇÜDE MÜMKÜNDÜR.

Başka bir deyişle, kültürel rölativizmin bir kaç adım sonrasında insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan hukuksal standartların evrenselliğini reddettiği durumlarda tüm kültürlerin eşit derecede değerli olmasından söz edebilmesi mümkün olmayacaktır. Kısaca vurgularsak, eğer bir kültür "bizde kadının namusu her şeyden önce gelir. kadının namusunu temizlemek için de kadın öldürülür" diyorsa, bu kültürü diğerleriyle aynı derecede değerli görmek ve yargılamaktan kaçınmak oldukça sorunlu ve gayr-i insani olacaktır.

KAynak: Anadolu Üniversitesi Yayınları 2009 / Sosyolojiye Giriş sf: 114 - 115

22 Mart 2011 Salı

Yakın ufuklar


insan değişik bir varlık. gençken gelecek için yaşıyor, orta yaşında anı yakalamaya çalışıyor,yaşlandığında geçmişi taşıyor... insanlardan oluşan toplumlarda da insan özelliklerini görüyoruz. hayatın bizce anlık anlamlandıramadığımız akıntısı içinde bazen yanyana geliverdiğimiz insanlarla ortak paydalarımız arkadaşlığa dönüşüyor. paylaşımlar arttıkça dostluk bağları kuruluyor. her uyumsuzluk birşeyler koparıyor, bazen de zaman bu bağları mazi anılarına savuruyor... güzel şeyler hayatımıza umut getirirken çirkin olduğunu düşündüğümüz şeyler bizi kendileri ile meşgul ediyor. içinden çıkamayacağımız labirentler korkutuyor...

dini, milli yada cinsel herhangi bir paydada bir araya gelmek ve benzerlerimizi bulmak olayların karşısında daha sağlam durmayı getiriyor, lakin o payda dışında hareketimizi de sınırlıyor. herkes için bir denge noktası var, bu nokta kişisel özellikler, getiriler götürüler ve çevre tarafından şekillendiriliyor. kişi buna gönülden katlanıyorsa bu grubun parçası oluyor değilse kırgın üzgün ve ümitsiz bir birey olarak sadece günü geçiriyor.

yükselen cemiyetlerin en temel özelliği üyeleri içinde bu grubun pek az olmasıdır. geri dönüş ve bireysel muhasebe toplumsallaşırken ne denli hür ise ve itilmiyor ise üyesi olmak o denli şerefli oluyor ve üyeler insanlık onuru ile yerlerini alıyorlar.

tersine durumda ise yavaş yavaş ve izafi bile olsa onurlu duruşun olabileceği ortamlar çiziliyor. o daire içinde üyeler hayal ediliyor, ortak paydadan kişiler çoğaldıkça bu duruş o hayali gerçek haline getiriyor.

evet avrupada itilen cahil yada dul etiketi alnına yapıştırılmış kadını, kenar mahallenin arabeskinden çıkarıp en güçlü hükümetleri deviren feminism hareketinin parçası yapan süreç budur. her ezilen onuru iade edilmezse önce ezebileceği bir ortama kayar. ortak paydalardan bir araya gelmiş bu kar topu ise artık çığa dönüşeceği anı bekler. tarihin gösterdiği sebepler ise bahanelerdir.

evet yurdumda ezilen itilen islami kimliği kaderciliğin ümitsizliğinden çıkarıp şu anın ve yakın geleceğin en muktedir hareketine çeviren süreç de budur. ezilirken kendilerine yapılan her türlü hareketi toplum hafızasında değerlendiren ortak akıl karşısında hiç bir şey bırakmamacasına kabının sınırlarına doğru koşmaktadır.

tüm bu sarsıcı gelişmeler arasında dini milli kimlikleri ile cinsel kimliğinin cenderesi arasında kalmış, toplum tarafından anlaşılmayacağını düşünen bu yurdun eşcinsel evladı ise yalnızdır. ona korkusuzca sahip çıkacak ebeveynlere ve ebeveyn gibi liderlere muhtaçtır. ortak aklın oluşması ile paydası ortaya çıkacak bir ahlak algısına muhtaçtır. başka kimlikleri üste koyup onu malzeme yapan değil, kendisine insanca onuru tarif eden düşünüşe muhtaçtır.

bu ihtiyaç eğer güzel tedkik edilip doğru zemin ve mecrası oluşturulmazsa, ortaya çıkacak şey sadece toplum için değil dünya için tehlikedir. yalan söyleyebilir bir insan dünya için tehlikedir. nifak ve küfür tehlikedir. zorlayıp kenarına ittiğimiz yalan uçurumunda, zarar gören ve kandırılan tüm dünya olur. onu okuduk üfledik doğrulttuk, terapi yaptık düzelttik, gözetim altında istediğimiz hale gelene kadar eğittik dediğimiz her eşcinsel patlamaya hazır birer bomba olarak ortada gezer hale gelir.

güya kendisinin artık farkedilmediğini ve sinsice "dilediğini yapabildiğini" farkeden, topluma makyajı ve kalkanı ile görünüp, bunun altında yasak hayatlar yaşayanların açacağı zararın bedelini tüm dünya öder. yalan tek bir danedir lakin bir kere girdi mi, her yere filizlenip kök atar. yalanın olduğu yerde ihlas barınmaz. riyanın olduğu yerde samimiyet durmaz. ne kadar o toplum hakkı savunursa savunsun; eşcinseline hak ve hukuk vermemekle kader terazisinde yalanın ağırlığına kapı açar ve kendini tarihde haksızlar tarafına koymuş olur.

ben tefsirlerde geçen bir benzetimin bu vatan evladı için ne denli doğru olduğunu hissediyorum. inşallah akibeti korktuğumuz gibi olmaz. süt halis bir malzemedir. bozulsa çökelek olur. ondan daha safi olan yoğurt bozulsa malum süzdürülür, bir şekilde yine kullanılır. lakin en safi kısmı olan tereyağ bozulsa zehir olur artık ondan faydalanılmaz. işte bu yurdun eşcinsel anadolu insanı müslüman evladı böyle terayağ gibi safi, yetenekli, algılı, hassas, duygulu ve kıymetlidir. ona imandan teselli ve islamdan ümit verilmezse, ahiretinden ümidi kalmaz. ahiretten ümitsizlik ise Allaha düşman eder. böyle bir düşmanlığın bedelini Allah değil, onun içinde bulunduğu toplum öder. elimizle ittiğimiz evladımızı şeytana dönüştürmüş oluruz. geriye sadece mesuliyetler ve kul hakları kalır. nasıl ki öle de oldu...

lütfen eşcinsel evladınıza sahip çıkın, ona ümit verin, tüm kimliklerini bir arada taşıyabilmesinin ne denli onurlu olduğunu ona hissettirin...

22 Şubat 2011 Salı

Eziyet


eziyet yada zulüm, haksız yere baskı görmek ve kısıtlanmaktır. bu coğrafya medeniyetin başlangıcına tanıklık etmesine rağmen yükselen ahlakı gösterememiş, tersine, daha örneklerini vermekte olduğu üzücü olayların mekanı olmuştur.

dini kimliklere eziyet edilmektedir. güya çoğunluk muamelesi yapılan sunnilik eziyet altındadır. namaz kıldığı için, müslüman olduğu için idam edilen onbinler, hatırlanmak istenmeyen şu yakın tarih içindedirler. çok değil daha '90larda namaz kılmak devlet memuriyetinden atılma sebebi olmuş binlerce kişinin işine son verilmiştir. üzerlerine bombalar yağdırılmış, sürülmüş alevilerin çektikleri eziyetlere kulak tıkanmaktadır. hristiyanların istanbulda kendilerini bizans artığı gibi hissetmeleri için her türlü eziyet yapılmaktadır.

milli kimlikler eziyet altındadır. genetik manasını uzun zaman önce yitiren türk kelimesi geçmiş algısından da kopmuş, nasıl geçmişte hayatı algıladığını artık hatırlamaz hale gelmiştir. kürt kimliği evinde ve dışarıda farklı bir hayatın uçurumlarında sonraki nesle aktarılamaz haldedir. hemen hiç türk nüfus olmadığı halde türkçülük milliyetçiliği yapan bazı yerleşimlerde insanların uğradığı eziyet büyük bir cehaletin eseri olarak ortadadır.

cinsel kimlikler eziyet altındadır. erkek artık bir cinsel kimlik sembolü değil, sağılmak ve yararlanmak için serbestçe büyütülen, yetişip vakti gelince evlilik kurumuna sokulup kendinden nesil alınan sonrasında uzun süren bir aşama ile sessizleştirilip, fikirsiz, neşesiz, görevini yapmış kenara geçmiş sessiz bir insan kılıfına zorla sokulan bir kimlik haline gelmiştir. kadın, bir cinsel kimlikten öte cinsellik malzemesi olarak algılanmakta; işin acı tarafı, reşit bile olmayan bir kızın tecavüz eziyetine hedef olmasında, insafsızcasına, buna zemin oluşturması ihtimali tartışılmaktadır. sokağa çıkması bile kısıtlı, arkadaşları kontrol altında, her davranışı kritik edilen bir kızın kültürel gelişiminden bahsetmek imkansızdır. adı korumacılık olan genel ahlak kriterleri bugün toplumda eziyet malzemesidir.

eşcinsel kimlik eziyet altındadır. ilk tepkiler dini tedbirler olarak ortaya konur. ben eşcinselim diyerek kendini tarif eden bir bireyin tarifine fırsat verilmez. artık o dünyadaki erkek nüfusun tamamına hitap eden bir tehlikedir. kendi eli ile intihar etmesi dil ile söylenmez, hal ile telkin edilir. öldürüldüğünde "birilerinin de bunu yapması gerekiyordu" diyerek alel usul cezalandırılır. askerden iş hayatına kadar her yerde eziyet edilir. cemaatlerin cinsel kimliklerle uğraşmadıkları için bu durumu görmemeleri bir bahane değildir. toplum mühendisliği yapan her cemiyet eşcinseli hesabına katmak zorundadır. ve bu hesapta "insanlık namına saygı" en üste yazılmalıdır. yoksa adı ne olursa olsun tasvip etmek mümkün değildir. eşcinsele gösterilen tepkilerin bir kısmı da milli kimliklerden doğar. "bu bizim millete yakışmaz" ifadesi eşcinsele aşağılamadır. tarihte de şimdi olduğu gibi oran değişmemiştir. yalnız tarihe karşı sorumluluk ve aileye karşı sorumluluk adı altında "annem dedi" diye başlayan, kimse görmezse mesele kalmaz diye köklenen, toplum içinde eşcinsel kimliği aşağılayan bazı homofobik eşcinseller, eziyetin ilk ateşini yakarlar. toplum algısı karışır, lakin o alevden kendisi de yanmayan yoktur. çünkü zarar herkese değer.

çağın tuhaf ve garip hastalığı olan eziyetten hayvanlar da nasibini almıştır. eziyet gördükleri bu sistemin en temel sermayesi olmalarına rağmen gerekli konumu yasalarda alamamış korunmamışlardır. klasik ortadoğu mantığı ile aşırılar kişisel cezalar alır ve olay ona has olarak kapatılır, genellenip yasa ile korumak gibi bir medeniyet seviyesine çıkamaz.

eziyet gören ormanların hali ise başlı başına ayrı bir konudur. yeşili seven bir dinin, yeşil kültürü olan bir milletin yurdu, işte böyle yıpranık, dağınık, yapanın yaptığının yanın akar kaldığı, plansız, hatta aflarla hedefe yürünen hastalıklı bir düşüncenin eziyetine katlanmaktadır.

eziyetten dağlar taşlar ovalar nehirler denizler de nasibini almıştır. bu denli saygısız ve saldırgan insan akibetini görmez mi? daha da kalabalıklaşan bir dünyada kalabalığın verdiği baskının onu çevresine eziyete itmesi affedilir bir durum değildir. ondan beklenen aklı ile planlama yapması, kalbi ile hissetmesi, vicdanı ile görmesidir.

çözüm, en dar daire olan kişisel akıl ve kalp dairesinden başlar. dünyalık kazancın çok daha ötesine ulaşan, ahiret muhasebesinin kefesini gören bir dini kimliğe sahip olmak gerekmektedir. bireysel kontrol hali ile beraber başkalarının gözlerinden bakabilme yeteneği işletilmelidir. daha geniş daire olan sosyal hayat ise hem plana hem de ferasete muhtaçtır. sosyal hayatın esası olan asayiş ve emniyet, devletle değil, kişi ile başlar. bireyleri hürriyeti, vahşi hayata özenmek değil, bir arada yaşamak için kendi hürriyetini kendi sınırlamak ve onurla durmak olarak anlayan bir milletin toplum hayatı da ona göre medeni olur. en geniş daire olan siyasi daire de artık konuşmayı öğrenmekten öte ifadelerini bütünleyici ve "öteki"ni de ifade sınırına dahil ettikçe güçlendiğini anlamalıdır. mana ifade etmek için büyük olmak değil varolmak yeterlidir.

eziyet planlı ve vicdanlı bir hayat ile son bulur. plan için eğitim, vicdan için ahlak lazımdır. mana erozyonuna uğramış şu garip asrın yüksek dalgalarının bizi yıkmamasını istiyorsak tüm anadolu olarak her kimlikle beraber eziyeti ortadan kaldırmamız gerekmektedir.