9 Temmuz 2010 Cuma

İslam Endişesi


bir endişedir gidiyor... herkeste bir islam için ürperme hali...

dinsiz çevrelerin endişesini bir derece anlamak mümkün. "öteki" dedikleri, anadolu işi, güya dogmatik olan manevi değerlerin yükselmesi onların sorumsuz ve rahat yaşamlarını daraltıyor. psikologlara terapi için başvurularda "ölüm endişesi"nin çokluğundan anlaşlıyor ki, ahiret ve ölüm sonrasına itikatsızlığın bu dünyada dahi zararları var, hayatı zindana çevirmeye yetiyor.

peki kendini müslüman olarak tarif edenlerin endişesi ne için? herkesden ve her yerden tehdit ediliyormuşçasına bir tedirginlik taşımaları ne için? öyle ki, ahlaksızlığı dünyanın öteki ucunda değil hemen yanıbaşlarında aramaları, hatta çocukları için endişeleri yüzünden birbirlerine bile mesafeli durmaları, sıkan hatta boğan bir anaçlıkla çocuklarının üzerlerine düşmeleri ne için?

adeta Allahın verdiği emanetin teklif değil de islam olduğunu algılıyorlar. devasa camiiler, büyük vakıflar, deniz gibi cemaatler ve ilmi deniz gibi kanaat önderlerinin islam için kalkan olduğundan endişe duyuyorlar. sürekli "ahlaksızlık"tan bahsediliyor. giderek yeni neslin bozulması için oluşan şartlardan bahsediliyor.

gelenekleri temsil eden aşiretler arasında gençliğini geçirmiş Said Nursi de Münazarat'ında bu durumdan bahseder. evet, aşiretler soruyor:

"...
Sual - Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
Cevap - İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.

...
S - Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
C - Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir. Benî beşerde ona intisap eden, bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine fedâ etmeyen, hem de menfaatini ızrar-ı nâsta gören, hem de muvazenesiz, muhakemesiz mânâ veren, hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek dâvâsında bulunan, hem de beylik veya tavâif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak mânâsıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı mâkul fikirlerde bulunan, hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden, herkesin âsabına dokundurmakla, tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir.

S - Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.
C - Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elnde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.

...
S - İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak.
C - Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:
Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tâhir'ler, Yûsuf'lar, Ahmed'ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır."


evet her yeni kuşakla yeni bir dünya kurulur ve yeni algılar ve üslup doğar. Kur'an tazelenerek her asra baktığı gibi o yeni kuşakla da muhatap olur. bu değişimden ürkenler dışlamakla kendi rahatlarını koruyacaklarını düşünürler. halbuki problem yeni nesilde değil zamanın geçmesindedir.

peki bu ürkmek ne için? kendini zayıf görmek ne için? tevekkül, Allaha itimat yeterince büyük bir güç değil mi? gereğinde bir günahkarın omzunda bile bu islamı yükseltebilen bir Allah kendi dininden endişelenmediğini söylemiyor mu? islamdan Allah endişelenmezken, islamların endişe duyması garip değil mi?
"Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçâre insan!
Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbûl bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultân-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak Kemâl-i intizam ve itaatle -beraber- ordusunda hizmet ediyorlar. Ve O Zât-ı Zülcelâl'in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yi zâtî'si var. Ve istiğnâ-yi mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcûdâta ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale'l-ıtlak 'tır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve iradesinde ve heybet ve âzameti altında nihayet itâatte, Celâline karşı tezellüldedir. İşte Rahmet seni, ey insan! O Müstağni-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatâb eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen Güneşe yetişemiyorsun; çok uzaksın; hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat Güneşin ziyâsı Güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de: O Zât-ı Akdese ve O Şems-i ezel ve ebed'e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziyâ-yi rahmeti onu bize yakın ediyor.

İşte ey insan! Bu Rahmeti bulan, ebedî tü kenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o Rahmetin en belîğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-âlemîn ünvânıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmetenlil-âlemîn olan Rahmet-i mücessemeye vesîle ise: salavâttır.
Evet Salâvatın mânâsı Rahmettir. Ve o zîhayat mücessem Rahmete rahmet duası olan Salâvat ise, o Rahmetenlil-âlemînin vüsûlüne vesiledir. Öyle ise sen Salâvatı kendine, o Rahmetenlil-âlemîne vesile yap ve o Zâtı da Rahmet-i Rahman'a vesîle ittihaz et. Umum ümmetin Rahmetenlil-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında hadsiz bir kesretle Rahmet mânâsiyla Salâvat getirmeleri, Rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir Sûrette isbat eder.Elhâsıl: Hazîne-i Rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi: "Bismillahirrahmânirrahîm"dir. Ve en kolay bir anahtarı da Salavattır."

besmelenin tarifinden doğan bu hakikat aslında rahmetin ne denli büyük bir güç olduğunu, güce dayanmak olduğunu, huzur bulmak olduğunu da gösteriyor. rahmet ismini tam anlayamayınca o rahmet köprüsünden uzak kalmış oluruz. bu ise bizi endişeli yapar. her hadiseye karşı kendimizi yalnız ve çaresiz buluruz. rahmeti anlamak ise ihtiyaçlara karşı bir servet ve korkulana karşı kudreti bulmak anlamına gelir.

öyleyse eşcinsellikten yada eşcinsel evlat sahibi olmaktan endişelenmeye gerek yoktur. Ahlaksızlığı, eşcinseller değil, yalan konuşanlar hazırlar; terapi olduğunu söyleyenler ve artık değiştim deyip, gizliden hevesinin peşinde koşanlar hazırlarlar; kendinden emin ve kendini tanımış, hayattan beklentisini bilenler değil, fantazileri uğruna insanları üzenler hazırlarlar; tecvidsiz usülsüz yarımyamalak dini bilgisi ile dua tavsiye edenler hazırlarlar...

1 yorum:

  1. nur damlalarıyla da bezenmiş güzel bir yorum..teşekkürler..! insanlar,islamı kabile dini olarak algılamaya devam ettiği sürece bu korkuları bitmez derim.herşeyi nasıl da yanlış algılıyoruz düşünmeyip sorgulamadığımız için.dünyevi bir konuda kafamızı çatlatırcasına düşünüp ona göre zarar-kar noktasını hesap edip öyle hareket ediyoruz ama iş inanç,din noktasına geldiğinde ise herşeyimiz duruyor.kur'anı kerim her insana özel bir şekilde 6666 ayeti ile hitab ediyor.sırf bizim anlamamız için.ayetlerde sık sık;düşünmekten,akletmekten,sorgulamaktan dem vuruluyor..biz ise ?! kainat denilen bütünün içinde ve parçası olarak yaşıyoruz ve kainatın yaratılış düzen sistemine tabiyiz farkında olalım ya da olmayalım.bu kainat düzen sistemine islam adını veriyor Allah(bu düzen sistemine uyularak selamette yaşamak durumudur kısaca islam)...ve herkes de dahil herşey bu sistemin içinde ve sisteme mecburi bir tabiyette(buradan bile laiklik ayrı din ayrı düşüncesinin safsatalığı açığa çıkıyor.ayrıca dinden çıkmak dahi imkansızdır ve kafir denilenler bile dinin içinde)..kelimelere doğru anlamlar yüklendiğinde herşey yerli yerine oturur...insanlar kelimelere yanlış manalar yüklediğinden hakikati algılamaları da o denli zor hatta imkansız hale gelir..ve kalkıp da kim ya da ne islama bir zarar verebilir? komik:) zarar vermek isteyen komple kainatı yok etmeli ki buna kimin gücü yetebilir? said-i nursi efendi'nin tesbiti harika:güneş üflenmekle sönmez,kişi gözlerini kapadığında sadece kendine kördür..! bu evrensel düzen sistemine kim uyarsa,uyum sağlarsa,ebedi bir af ve afiyet durum sözkonusu.bilakis uymayansa..! sevdiğim bir zatın çok anlamlı bir sözüyle bitireyim :insan,anlayamadığını inkar eder.madem anlayamıyorsun en azından inkar bataklığına düşüp helak olma...

    YanıtlaSil