29 Ekim 2010 Cuma

Kimlik Kardeşliği


islam doğmak başka bir şey islam olmak başka bir şey. bunu en iyi eşcinsel olmak durumunda kalanlar, "artık anlıyorum ki ben eşcinselmişim" diyebilenler bilir.

eşcinsel doğup tüm çevresi onu destekleyenler başkadır. bin savaş atlatıp yaralar içinde kendini kabul edip yıkılacak kadar yorgunluğa rağmen ayakta durmak bambaşkadır. bunu da ancak islam olmak endişesi taşıyanlar anlayabilir.

her asır bir başka sınavın ateşinden geçmiş. yaşadığımız dönem ise kendine özgü başka bir atmosferi bize sunuyor. güzellikleri ve tehlikeleri ile hiç başka çağlara benzemeyen bambaşka bir atmosferi soluyoruz. medeniyet nimetleri tümüyle önümüzde açılıp ayaklarımız altına serilirken, hiç başka çağlarda görülmemiş vahşetlerin tehlikeleri de ardımızda beliriyor.

kitlesel ve toplumsal hareketler eriyip ufalanırken, birey daha öne çıkıyor. kişilik özellikleri kıymetleniyor. insan kendini tanıyor ve sorguluyor. dünya mirası onunla değerini buluyor. insanlığın muhasebesini tartacak bir bireysel bilgi zenginliği her arzu edenin eline geçiyor. genel kurallar ve kanunlar kayboluyor, özgürlükler ve sorumlulukar keskinleşiyor. kendi hürriyetinden daha müsamahasız ve konuşmayı ve iletişimi güç kabul eden bir çağın rüzgarı esiyor.

insanların karşısındakini tanımak için kullandığı kimlikler çeşitleniyor, sivriliyor, uzmanlaşıyor. ait olmak olmamak bir tarafa artık bilmemek bile çok büyük bir çağdışılık muamelesi görüyor. bu kadar değişime rağmen değişmeyen şey ise insanın kendisi... zaafları ile acizliği ile ihtiyaçları ile öylece bu asrın kapısında duruyor. içerideki renkler onu cezbederken tehlikelerin pek azını sezebiliyor. korunmaya çalışırken, kendisinin de bir canavara dönüşebileceğini unutuyor. kendi kıymetlerini, maddi manevi birikimin oluştururken nimetlerden yararlanırken en vahşi çağların insanları gibi olabiliyor.

en son gelen kuşakların bu ağır imtihanları onların hakkında bir vicdansızlık değil. çünkü yetenekleri bunu kaldırabilecek şekilde donanımlılar ve hassaslar... tüm insanlığa neticesi tarafından bakabilmek tartabilmek, elbette büyük getirileri ile beraber riskleri de taşıyor. hemen her kimlik için aynı zor adımlar atılıyor. bacaklarının varlığını hisseden bebeğin yürüme iştahı ve gayretleri, onu ayağa kaldırmaya yetebiliyor. uğraşı ve emek ağrı ve kramplara karışıyor. başarı adımları geldikçe adımlar hızlanıyor. insan koşuyor. gariptir cani de hırsız da koşuyor, doktor da polis de koşuyor. koşmak var, koşmak var... hayra koşmak ve iyiliğe koşmak, ayaktan beklenen fiildir. kötü örnek, örnek sayılmaz. o sebeple insanlığı yürümeye teşvik her zaman esastır. onlarca engele rağmen insan yürür. yürümelidir. yürüyebilmelidir. asıl yürümek ise adımları o ayağı veren namına kullanıp bu değerli cihazın hakkını verebilmek ve şükredebilmektir. kimi hakkını veremeyenler ahirette ebedi ayaksız olarak kalır, kimi bu dünyada yürüyemeyenler sarsılmaz itimatları ile ebedi ayaklara kavuşurlar. mantık bunu gerektirdiği gibi, dünyanın ve ebdiyetin kanunu koyan da böyle ilan etmiştir.

işte primitif ve basit örnekte ve yürümek bahsinde bir çizgiye geliveren insan daha zor sorularda çuvallamaya hazır bir öğrenci haline gelir. temel hayat bilgilerinde ayrışmaya başlar, hayat algısı farklılaşır. sıralamalar değişir. gelenekler ve bilim, atadan gelen islam anlayışı ile islam olmak derdi, kabuller ve analizler, korkular ve cesaret tüm karaktere yön verir. bazıları peşpeşe eklenen küçük böcekler gibi öndekine eklenip daha rahat edeceğini düşünür. bu bakış bu çağın sınavında işe yaramayacak bir kopya çekme şeklidir. kalabalık çağımızın içinde kendi yalnız kalabilen, kendi içindeki kalabalığı keşfedip, kendisi ile yüzleşen, acizliğini ve fakirliğini idrak edenler için ise büyük bir fırsat kapısı önlerinde açılır. bu sınavın sebebini ve sınavda yapmaları gerekeni sorabilenler, kendi kolaycılıklarından vazgeçerler. sığındıkları bir makamın kudreti ve zenginliği onlara kefil olur. onunla irtibat kurabilenler huzur hali ile bu bağın devamını dilerler. bu bağın gereği olan tek değer yalnızca kıymeti bu bağa vermektir. onun dışında hiç bir güvenceleri kalmaz. gariptir ki, güvencesi olanların ötesine geçerler. güvence olarak dünyaya sarılanın ümitleri yoka koşan bir dünyada kalır. başta hiç hoş gelmeyen lakin iritbat kurdukça imanın kıymetini anlayanların ümitleri, ebede onlarla beraber gider.
bu ince sırları dışarıdan bakanların deli diyeceği bir defineci gibi dağ başlarında ve mağralarda arayanlar tarihte yaşamışlar. günümüzde ise her çağdakinden çokturlar. çünkü yüksek idrak insanı ortak akla sevkeder. bu ortak akıl ise geçmişi ve geleceği aydınlatır hatta uzakta kabirden ötesini de gösterir...

bunca telaşeler arasında madem ki senin kimliğin bu o zaman sen bu idrakten yararlanamazsın demek hiç kimsenin haddi değildir ve olmamış. zaten soruları zor bir sınavda herkes birbirine bakarken sınıf arkadaşına dışarı çıkması gerektiğini çünkü layık olmadığını söyleyen talebe edebi aşmış olur.

islamla imtihan olmak, islama muhatab olmak, ebede muhatab olmaktır. islamın muhatabı ehl-i sünneti alevisi vahabisi ile, erkeği kadını eşcinseli travestisi ve transseksüeli ile, beyazı zencisi, hintlisi ve çingenesi ile, teisti deisti ateisti ve agnostiği ile tüm insanlıktır. çünkü sınav birdir. sınava giren insanlık birdir. sınava girilen yer birdir ve sınava girilen zaman birdir. bu bilinci yaygınlaştırmak bir araya gelmek ve konuşmak paylaşmakla olur. ne olursa olsun irtibatı kesmemek ve küsmemek ile olur. bu çağın kuralına uymakla olur.

evet çok acayip şeyler "o" insanlardan görüyoruz. çok garip şeyler "öteki" hakkında duyuyoruz. hatta "diğeri"nin yaptıklarına tahammül edemiyoruz. hele "başkası" sanki bu asırda yaşamıyorcasına inatla kendi geleneğini getirip bize dayıyor. işte tüm bu öteki diğeri ve başkasının bizce abesliğine rağmen konuşmak ve dostluk yapmak irtibat kumak zorundayız. illaki ondan alacağımız bir şey olacaktır. her yeni bakış açısı bizi önyargılarımızdan kurtarırken, köşelerimizi biraz daha yumuşatırken, hayata tahammülümüzü ve sınava karşı tavrımızı güzelleştirecektir. çağı çözüp, dinamiklerinden yararlanıp yükselenler hem islama hem ebediyete muhatab olabilirler.

24 Ekim 2010 Pazar

Bağdaştırmaca

eşcinsellik ve müslümanlık aynı bedende nasıl barındığına hayret eden yorumları inceliyorum. hakaretli olanları siliyorum. farklı kimliklerden olanları inciteceklerini düşündüklerimi okuyorum, buraya koymuyorum. nasıl diye soranlar her iki kesimden de varlar.

inananlar nasıl diyorlar?

nasıl islam gibi güzelliği eşcinsellik gibi ahlaksız bir fiille yanyana getirebiliyorsunuz?

diğer yazılarımızı da okuyup aslında o durum ile bu fiili aynı anda zaten kimsenin yapmadığını, meselenin bu olmadığını, sorunun onların dahi tanıdıkları içinde varolan eşcinselleri susturmakla hallolmadığını, yalan perdeler arkasında, saçılıp dökülene kadar devam ettiğini, bir gün "ele güne karşı" korkulanın ortaya çıktığını bu sebeple baştan baskıdan vazgeçilmesi gerektiğini anlatıyorum. insafı varsa düşmanlığı bıraktığı gibi toplum içinde eşcinseller için rol modeller ve toplumun ahengine katkı sağlayacak örnekler bulunması gerektiğine kanaat getiriyorlar.

inaçsızlar nasıl diyorlar?

nasıl eşcinsellik gibi elit, başkaldırıcı ve herşeye tepkisel yaklaşan bir durumu islamla yanyana getirebiliyorsunuz?

yine aynı şekilde diğer yazılarımızda da detayları anlatıldığı gibi eşcinsel hem hassas hem dikkatlidir. içinde bulunduğu yeri inceler. bu kadar hassas yapılmış, intizamlı mekanın elbette bir mimarı, yapıcısı ve sanatkarı olduğunu görür. binayı gören mimarı inkar edemez. çünkü o bina bir dil ile kendini, bin dil ile ustasını tarif eder. bu dünya binasında, o, kıymet verilmiş bir misafir olarak izlenmektedir. çünkü başta hatıraları olmak üzere her yere kayıtları düşülmekte, hücrelerine varana dek kayıtları alınmaktadır. hem herşeyden istifade etmekte çok düzgün işleyen bir sistemden faydalanmakta ve bazen de ortamı karıştırmaktadır. öyleyse sistemin sahibine karşı sorumlu olması kaçınılmazdır. faydalandıklarından ötürü teşekkürünü iletebileceği merci, elbette o hassas dengeyi ona verendir. eğer başarabilirse yalnız kendisini değil tüm düşünebildiklerini teşekkürüne dahil edip, onları teşekküründe temsil edebilir. hem ölüme karşı varlığı ile zayıf ve fakir olarak beklemektedir. ona ebediyeti satın aldıracak bir zenginliği, hüznüne karşı ebedi yanında olacak sevdiklerini arayıp bulmaya muhtaçtır. bunu talep etmeli ve samimi isteyip sabretmelidir. gerçeğin gelip gözü önünde açılması ile o kapıdan geçilir. işte buna eşcinselin ihtiyacı herkesten fazladır. itilmiş ve yalnız olmak onu bu kavramı aramaya iter. ya araştırır yada bu ihyiacı susturmak için eğlenceye sarhoşluğa kaçar. lakin ona bakmayınca, ölüm onu görmüyor değil! düşünmeden yaşayınca vicdan onu sormuyor değil! tüm sevdiklerimizi ilgilendiren ebediyet meselesi onu da yakalar. kimi zaman da birikmiş borcunu peşin alır. bunu görüyoruz. öyleyse ölüme karşı, nimetlere karşı, dostlara sevdiklere karşı duruşumuzda islam bizim için vazgeçilmezdir.

bu kesimlerden eşcinsel olmayan ve kötü örneklere takılıp kanaati kötü olanlara diyecek bir şey yok. ne zamanki hayatlarına eşcinsel birisi girer ve onu gerçekten tanırlar, o zaman durum değişir.

hem eşcinsel olup hem de eşcinsel nefreti onu kötülüğe itenler için durum daha zordur. kalın kalkanlar altında o hassas eşcinselliğini korumak için klişe tepkilerle kendini korur. kendini korumak için eşcinselliğe hakaret eder. eşcinsel kimliğin toplum içinde ortaya çıkışına bile düşmandır. zaman tüm bu zeka oyunlarını ters yüz eder. kişiyi kendisi ile yüzleştirir. işte o an artık taklit ettiği kesime ait olmadığını, eşcinsel ve yalnız olduğunu idrak eder. intihar bu yalnızlığı bitirmek için ilk çözüm haline gelebilir. kayıtlara "sıkıntısı varmış, bunalımdaymış" diye geçen ifadeler aslında sonradan farkına varılan bir kimlikten haber verir, rol yaparak geçmiş bir hayattan haber verir.

kimliklerine korkmadan bakıp onların yüzlerini güzele hayra ve uyuma çevirebilmek, hem hayatı yaşanır kılar, hem ölümü çekilir kılar, hem sevgiyi ve doğruluğu tam kılar...

5 Ekim 2010 Salı

Muhafazakarlık

muhafazakar demek töreye uyan demek. töre ve gelenek ise insan felsefesi karışmış bir kavram. öyle ki çocukları neslini devam ettirirken, töresi de onun şahsiyetini devam ettiriyor gibi görünüyor. töre, "ele güne karşı" her seviyede topluluğu koruyor.

nasıl ki insanı büyütüverseniz, mensubu olduğu cemiyet ortaya çıkar ve cemiyeti küçültseniz, bir insan gibi tasvir edilebileceği düşünülür. mensupları cemiyetin ortalamasına yakın dururlar. lakin bu ortak payda dinin ilahi düzgünlüğüne her zaman yaklaşamayabilir, felsefenin klişelerine uyamayabilir. bu bulanıklık dahilinde zaman gelir işlemini yapar ve içindeki niyetini fiiline çıkarır. işte o zaman o fiil niyetine mutabık, uygun ise cemiyet de devam eder, o duygu birliği ve payda da devam eder. değil ise tarih yapraklarında bir hatıra olur. bu cemiyet en küçüğünden bir aile bir mahalle bir semt de olabilir, bir devlet bir din bir millet bir ideolojinin mensupları da olabilir. bu oldukça geniş uygulama ve belirsizlik kaideleri kesin hatlar haline ancak tarih bilminin terazisinde tartılmakla gelebilir.

muhafazakar eylemler ardında muhafazakar kimlikleri çağrıştırır. genelde muhafazakar olmayana göre bağnazca ve yeniye kapalı bir duruş gösterir. yenilikten ve farklılıktan korkmak ve endişe duymayı ortaya çıkarır. onun olası zararlarına karşı ona tedbir almak hatta bazen müdahele etmek tavırlarına girer. bu kimlik bazen siyasi kimliklerden de bir şekilde destek bulur. gariptir tarihte çılgınlıkları ile namlı türk kimliği yada değişkenliği ve hürriyet anlayışı hayret içinde bırakan islam kimliği bazen muhafazakarlığa basamak ve alet olur.

muhafazakarlık bazen bu müdahelesine kalkışırken bunu aileden başlayarak tüm cemiyetleri korumak namına yaptığını söyler. oysa koruduğu şey mevcut tüm varolan kendi öz halidir. bu halin içindeki gayr-i dini ve gayr-i milli olmayanı muhasebe etmeden tüm kötürümlüğü ve eksikliği ile beraber tüm mevcut sistemi yokoluştan korumak adı altında her cemiyetten yardım talep eder.

muhafazakarlığın bu durumu o yenilik ve yıkıcılık olarak gördüğü nokta kendinde olmadığı için değildir. yenilik ve yıkıcılığın aleni ilan edilişi onun içindeki tüm taşları yerinden oynatacak gibi ona heyecan verdiği içindir.

gerçekten o taşlar yerinden oynar mı? elbette hayır. din bu kadar değişim geçirdiği halde kulların değil, hala Allahın dinidir. milliyet genetiğine kadar bu kadar farklılaştığı halde korunan değil aidiyet hissedilen bir kimliktir. cemiyetlerin varlıkları korundukları için değil, Allah böyle dilediği için devam eder. hepsinde de ibretli dersler vardır. mensuplarına da ancak Allahtan af dilemek ve niyeten doğru olsalar bile mükemmel ve Allahın rızasına uygun hareket etmekteki endişeden dolayı yine Allahtan yardım dilemek durumundırlar. "e sen koruma bakalım ortada kalır mı?" gibi çiğ bir ifade Allahın fiilleri yanına konulamaz. tüm kainattaki tasarufunda Allah yardımcı kabul etmez.

itiraz edilen ve müdahele edilen noktanın aslında muhafazakar olarak bilinen çevrede zaten varolması ilginç bir durumdur. o konu genellikle yere bakılarak geçiştirilir. bu tavır, bu sistemi devralacak gençlere de bu şekilde aktarılıp bir ahlak haline gelmesi istenir. bu durum ne gariptir ki, hakkı savunanlarda görünmezken, hak paygamberlerin geleceğini bildiği halde onları sırf geleneklerine uymadığı için inkar edenlerde görülür.

bunu bilerek yapmak ise tam bir cinayettir. artık muhafazkarlık etiketi masum duruşlu (hatta mazlum) kanaatkar anadolu adamı profilinden uzaklaşıp, istibdatı, cuntayı hatta cinayeti bile ahlak için kabul edebilen, sırf töresi değişmesin diye sesi çıkan peygamber, sahabe, havari, keşiş, veli, çocuk genç ihtiyar, kadın, eşcinsel farketmeden susturabilen bir canavara dönüşür.

tüm bu duruma karşı eldeki teselli ise gerçekten kuvvetlidir. Allah tüm kalplerin sahibidir. tüm kalpleri çeviren O dur. bu denli değişime dirençli ve katılaşmış yapılar içinden yumuşacık hürriyeti akıtır, insanlara mecralar açar. kayalardan akan şelaleri gösterir. o ilk damlayı beklenmedik zamanda ve yerden çıkarır, gerisini de peşine takar.

bu değişimi izlemek herşeyden daha keyifli meraklı ve hayacanlı olsa gerek ki, bunu görmek en çok dileyen Hz. Hızır A.S.'ın bu duası kabul olmuş ve kendisine izin verilmiş. bizler de bunu doğru tarihi anlatan eserlerin penceresinden izleyebiliyoruz.

olayın yada akıntının içindeyken tersini düşünmenin imkansız olduğu nice haller vardır ki, dönemi kapandıktan sonra nasıl da varolabildiği tartışılır. zaman hükmünü icra eder. ilahi irade altında tüm kainat erimiş demir gibi şekillenir, su gibi mecrasını bulur. bu değişim ve direnç arasındaki ince değerde duruşunu güzel değerlendiren kar eder. Allahtan medet dileyen nasibini bulur, içinde yaşayıp ondan doğru hareket tarzı dileyen afv olunur. kimbilir bu ince sır yüzünden belki ehl-i cennet olduğu müjdelenen sahabeler sadece Allahtan mağfiret dilemişlerdir.

olaylar hükmünü icra edip tarih sayfasında yerini aldığında ortada kimse kalmaz. artık zalimler ve mazlumlar olarak iki uca ayrılırlar. tüm kimlikler kabir kapısında sona erip, iman tek kıymet olarak geride kalırken, bu iki kimlik ebedi olarak insanın eline verilir. böylece dünya kendinden bekleneni vermiş olur. herkes hakkettiğini eliyle ve diliyle hazırlamış olur.