23 Haziran 2009 Salı

Ötekinin Elindekiler





Gavvas yani maharetli ve şevkli dalgıçlar vardır. denizin derinlerindeki gizli hazineleri ararlar. büyük bir azimle en derine kadar ulaşmaya çalışırlar. o dalgıçlar büyük gayretle ve diğerlerinin gayretinden gözleri kapalı, el yordamıyla o hazineleri çıkarırlar. kimisi o hazinenin elmasını ele geçirir kimi yakutunu... herbirisine kendi elindeki en değerli gelir. onca gayretten sonra elindeki, onun çabasının parlayan zaferidir. sonra diğerlerinin ellerindekileri görür. kendi gayretine en büyük şahit kendisi olduğundan böyle bir hazinenin esas malzemesinin elindeki olduğunu, diğerlerinin de o hazineden bazı detaylar olduğunu düşünür. hatta bir araya geldiklerinde tartışma başlar. işte o zaman hazinenin kıymeti değil, gayretlerin karşısında eldekiler kıyaslanmaya başlar. hatta hazinenin varlığı bile inkar edilebilir.

maharetli ve şevkli dalgıçlar ülkesi yurdumda ayrı tefekkür denizlerine dalmış pek çok dalgıç bulunuyor. herbirisi tüm hazine karşısında yalnız elindeki ile hükmeden o dalgıçlar gibi ülkemin zengin kültüründen bazı parçalar alıyor. algısının eline denk gelenleri sosyal hayata çıkarıyor. tüm hazine ile kıyaslandığında eldeki yalnızca azınlık kalıyor. evet herhalükarda bir azınlığa mensubuz. kişiliğimizi oluşturan her kimlik mensup olduğumuz bir azınlığa bizi bağlıyor. bir iki başlıkta çoğunluğu tuttursak da üç dört kimliğimizde bizi tarif eden bir azınlığa dahil oluyoruz. hayat algımız da o cevherlerle çerçeveleniyor. nesep kimliğimiz en eşraftan aileye mensup olsa da bir azınlığı temsil eder hale gelebiliyor. ticari kimliğimiz en yüksek vergileri verse de özellikleri açısından ayrı bir azınlığı tarif ediyor. dini kimliğimiz genel ifadeler taşısa da kalbin avcu açıldığında ortaya çıkan son derece bize has kalıyor. cinsel kimliğimiz, sanki herkes de öyleymiş gibi gelse de açılıp bakıldığında herkesin ne kadar alt tariflerle sınıflanabileceği ortaya çıkıyor. bir araya geldiğimizde oluşturduğumuz toplum bir hazineyi tarif ederken, rengarenk kültürümüz dünyada farklılıklarımızla hazine olabileceğimizi söylerken, farkına varmakla ahirete yazılmış bir mektubun altın harfleri bizler olacakken, biz eldekini inkar etmek ve ötekileştirmekle kıymetten düşüyoruz. ebede yürümek için yola çıkmış bir kafilenin eldeki haritayı bırakıp birbirleriyle çekişmesi ve yoldan geri kalması büyük zarardır.

bir dalgıç var ki taklit etmeyi çok istiyorum. onun baktığı gibi bakmak ve tüm o zenginliği hem görmek hem de göstermek istiyorum. Kur'anın bir tefsirinde şöyle der:

"Bir denizde hesabsız cevherlerin aksamıyla dolu bir definenin bulunduğunu farzedelim. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevahirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi elmastan ibarettir. Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza... Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu'zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın müvazenesi bozulur. Tenasüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfata muztar kalır. Hattâ bazan inkâr ve ta'tile kadar giderler. Hükema-yı İşrakiyyunun kitablarına ve Sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudatına itimad eden mutasavvıfînin kitablarına teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşübhe tasdik eder. Demek hakaik-i Kur'aniyenin cinsinden ve Kur'anın dersinden aldıkları halde, -çünki Kur'an değiller- böyle nâkıs geliyor. Bahr-i hakaik olan Kur'anın âyetleri dahi, o deniz içindeki definenin bir gavvasıdır. Lâkin onların gözleri açık, defineyi ihata eder. Definede ne var, ne yok görür. O defineyi öyle bir tenasüb ve intizam ve insicamla tavsif eder, beyan eder ki, hakikî hüsn-ü cemali gösterir.

(....kur'an ayetleri), bütün uhrevî ve dünyevî, ilmî ve amelî erkân-ı sitte-i imaniyenin herbirisini tafsilen ve erkân-ı hamse-i İslâmiyenin herbirisini kasden ve cidden ve saadet-i dâreyni temin eden bütün düsturları görür, gösterir. Müvazenesini muhafaza edip, tenasübünü idame edip o hakaikın heyet-i mecmuasının tenasübünden hasıl olan hüsün ve cemalin menbaından Kur'anın bir i'caz-ı manevîsi neş'et eder.

İşte şu sırr-ı azîmdendir ki; ülema-i ilm-i Kelâm, Kur'anın şakirdleri oldukları halde, bir kısmı onar cild olarak erkân-ı imaniyeye dair binler eser yazdıkları halde, Mu'tezile gibi aklı nakle tercih ettikleri için Kur'anın on âyeti kadar vuzuh ile ifade ve kat'î isbat ve ciddî ikna edememişler."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder