7 Aralık 2012 Cuma

Nefretin Hedefi Olmak


her kimlik asli duruşu ile bir kıymet barındırır. kişinin kendi ifadeleri ve özellikleri başka insanlarla ortak paydada birleşince kimlik doğar. kimlik paydası genişledikçe sınırları belirsizleşir. birbiriyle adeta yalnızca ismi aynı, uygulamaları farklı hayatlar aynı kimlik içinde var olabilir.

hayat algıları bu denli farklı olunca tepkiler ve çözümler de çok farklı olur. hatta bazen zulümler doğar. yapılan hatalar, kimlik sahipleri içindeki sadece sorumlu olan o şahsa verilir. hatalı , hatayı yapanındır. benzer kimlik sahipleri ise yapılan güzel şeyleri paylaşır ve ortak paydanın verdiği onurla dayanışma içine girerler. bu onların hayatını kolaylaştırmak ve teselli bulmak için bir yöntemleridir. insan toplumunda güven çok hassas değerler üzerine bina edilir. çoğu kere de o güveni kaybedecek sebepler başa gelir. işte artık oradan bir adım sonrasında özgür ve yalnız birey olmakla, sineye çekip grup içinde var olmaya çalışmak vardır.

nasıl insanlar birbirlerine muhtaç yaratılarak toplumsal olmaları sağlanmışsa, gruplar da birbirlerini tanıyıp yan yana gelebilmeleri için yaratılmışlardır. grupların ittifaklarından milletler doğar. lakin bazen birey, görmediği başka bir gruba karşı duyduğu endişeyi mensup olduğu gruba yayar. bu endişe karşı taraf olarak tarif edilen kimliğe yansır ve onları hedef olmaktan korkutup daha da sinsi yaparsa fobi doğması için iklim hazırlanmış demektir.

çoğu mülteci milletlerin gittikleri yerde o ülkenin milliyetçisi hatta faşisti gibi görünme zorunluluğu buradan doğar. böylece kalın bir zırh ile çirkin nazarlardan korunup, bir daha felaket görmemek dilerler. lakin bunu yaptıkça bir yerlerde tepki nazarı ile kendilerini süzen gözlere de hedef olurlar. doğruluktan ayrılmamakla, samimiyet ve güzel bir duruş gösteren bireyler bundan sıyrılabilir, zarar da etmez, çünkü hased yalnızca hasidi ezer, duygusal tepkiler verenler ise sonuçsuz boğuşmalarla zarar görürler. çünkü kimlik bir zırh yada kaynak değil, sizi tarif etmek için kullanılan bilgidir. bilgi ise tarif ettiği kimliğe tabidir. yani dini milli ve cinsel kimlikler size bir güç veremez, ama sizi pratik tarifte yararlı olurlar.


bir kimlik olarak eşcinsellik taarruz altındadır. doğduğu andan itibaren anne de baba da hissederler. çoğu kere görmek istemedikleri hareketleri engelleyerek kimliğin üstünü örtmeye çalışırlar.

ilköğretimde yetersiz bir milli eğitim, eşcinsel kimliğe cahil bir toplum, masum görüntü altında kendi canı acımadığında zalim olabilen çocuklarla örülü bir çevre eşcinsele ağır ve yaşından önce tedbir almasını öğreten bir yapı oluştururlar.

ergenlik eşcinsele herkesden farklı kapılar açar. ne gariptir yurdumda "bir şey olmaz siz yeğensiniz" diye bir arada yatırılan gençler özellikle şarkda çoktur. yapılan araştırmalar neredeyse erkek nüfusunun %30unun ( ki hepsi eşcinsel olmadıkları halde ) eşcinsel ilişki konusunda tecrübe sahibi olduğunu göstermektedir. çok daha acısı, hemen aynı oranda öyle yada böyle çocuk tacizine hedef olunduğu dur. bu dünya ortalamasının kat kat üstündedir. bu kadar yaygın uygunsuz tecrübe ve tacize bakıldığında eşcinselliği hemen herkesin bildiği bir toplum olmamıza rağmen, susup örtmekle bir cahile vurma hali yalanlarla karışarak hayatımıza akmaktadır.

geç dönem gençlikte ise daha tuhaf bir evre başlar. evliliklerini yürütemeyen yüksek oranda aileler bu kadar ortadayken, eşcinsellerin birbiriyle ömürlük aşk beraberliklerinin imkansızlığı ders verilir. kendilerinin ailelerine feda etmeleri ve bir bayan ile evlenmeleri için her türlü baskı ve zulüm yapılır. bazı durumlarda bu o kadar ümitsiz planlarla uygulanır ki, bazı eşcinseller kendileri bu rezaleti istediklerini düşünüp kendi ayakları ile bu akibete yürürler.

toplum eşcinselliği bir haz nesnesi olarak algılamakla ve bebeklikten itibaren eşcinsele kamuflajı öğretmekle en büyük kötülüğü kendisine yapmaktadır. çünkü yalanlarla olmayan bir kimliğin kamuflajı inşaa edilmiştir. dekor olarak da bir şeyden habersiz hanımlar ve evlatlar kullanılmıştır.

yıllarını yalana sarmış, kendi kimliğinin nefes alamaması yüzünden sürekli boğulgan bıkkın ve hapsolmuş bir halde yaşamış eşcinsel ise nefretini kime yönlendirirse orada duramaz ve çizgiyi aşar. Allaha sitemler onu, Allahın rahmetine kör edip, düşmanlık saçar hale getirir. kendi milletine nefreti onu, bir milleti dünyadan kazıyacak kadar nefret eder hale getirir. kendi cinselliği ile ilgili düşmanlığı onu, sürekli geçici ilişkilere kendini atan, ayılınca nefretle terkedip kaçan bir kimliğe büründürür.

çünkü insanların krizle mücadeleyi, sıkıntı çekmeyi ve dünyayı tanıyıp değerlendirmeyi öğrendiği yılları, eşcinsel kamuflajı öğrenmekle geçirmiştir. ortaya profesyonel hatta bazen kendi kendisinden bile kamufle olabilen profesyonel bir bordo bereli çıkar. damarına dokunduğunda en acımasız tedbirleri alabilmelerindeki sır buradadır.

oysa eşcinsellik bir kimlik olarak tanındığında milli eğitime, örfe ve topluma sirayet etse, doğruluk galip gelir. saçma stratejiler ve mahvolan hayatlar; mutlu ve sistemde var olmaktan mutluluk duyan bireylere hatta sisteme katkı yapan bireylere dönüşür. bilim ve sanat başta olmak üzere her dalda kayıplar katkılar olduğu gibi tüm dünyadan da yurdumuza bir cazibenin doğmasına sebep olur.

insana insan kıymeti vermek bu kadar mı zordur ki, kendi evladından insanlığı esirgemektedir, kendi kardeşini itmektedir, kendi evladını ötekileştirmektedir.

eşcinselden endişe edilecek hiç bir durum yoktur. başörtülü bir bayan gibi sistemin tarihinden alacaklıdır. bu sebeple başörtülü bayanların en ziyade eşcinsel kimliğe yakın olmaları beklenir. müslüman kimlik gibi yanlış anlaşıldığını yüksek sesle bağırmaya muhtaçtır. mazlumların ittifakı azınlığı çoğunluk eder. birbirine saygı sistemleri muvaffak eder. nefretin hedefinden kurtulmak insanı mutlu eder.

Allah rahimdir, tehdit ve müjde eğitimin gereği olduğundan Kur'ana girmiştir. yoksa tehdit esas ve asli olsa söylemeye gerek olmadan kahreder geçer. Allah mülkün sahibidir. madem var etmiş, muradı eserine saygı duyulmasıdır. madem eserini sever, eserine bakıp heyecan duyan, hayran olanları daha çok sever. birbirlerine Allah sevgisini ve ahireti ders verenleri daha da çok sever. bu sebeple başkasının kimlikleri ile fuzuli uğraşmak yerine birey kişi doğrudan Allahla muhatap olup gayretle ona kul olmak için yürümelidir.

iman sıdkdır doğruluktur. kim, kendini bilirse Rabbini bilir.

22 Kasım 2012 Perşembe

Ehl-i Sünnet ve l'Cemaat



islamiyetin selamet ve barış mesajları kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaktadır. Hz. Ademden Peygamber Efendimize dek 124 000 peygamberin tüm gayreti ve ifadesi, ezeli olan Kur'anın kelamında toplanmıştır. bu yoğun sonsuzluk aroması, tadanların hayatında ifadesini bulur. benzetimler kanunlara, tecrübeler öğretilere dönüşür.

akıl ve kalbin beden için durumu gibi okullar ve tarikatlar islam bedeni içinde yerlerini almış ve bin sene boyunca yakın döneme kadar formüllerin ve duyguların, ilmin ve edebin merkezleri olmuşlardır.

kaderin ilginç bir müdahelesi ile ayrı bu yapılar artık birleşmiş, Kur'an hizmeti ile en parlak şekline ulaşmıştır. lakin bu dönüşüm sırasında ölçüsü eski dönem, hayatı yeni dönem olanlar, özel bir eğitim almayanlar ya anlayamamış ya uyamamış ya takip edememişlerdir. hem kendimiz hem zorluk çekenler için tekrar ifade etmek bu açıdan yararlıdır.

Ehil, vahşinin tersidir. vahşi, yalnız başına demektir. karar alırken hayatı yaşarken, çözüme yalnızca kendisi karar verir. bağımsızdır. ehil ise bir gruba mensuptur. aldığı karar kendi fikrinin mahsulü değil, bir grubun ortak kararıdır. kendisi her neredeyse orada grubunu da temsil eden bir duruşu vardır. başarısı tarihe mal olur ve tüm grubu onurlandırır, gayretinde tüm grup onun yanında olur, başarısızlığında sorumlu kendisi olur.

işte bir aileye, aşirete millete yada kimliğe mesup olan, kendi fikri ile hareket etmeyen herkes ehildir. tabi olduğu kimliği temsil eder. bu sebeple keyfine göre, aklına göre hareket etmemelidir.

Sünnet, Hz. Peygamberimizin hali, kelamı, fiillerinden oluşur. O'nun tavrından her ne gözlemlenmiş, yaşanmış, kitaplara geçirilebilmişse elimizde olan da o dur. kendisinin (a.s.m) de dediği gibi, her sözünün başı, sonu, detayı ve bir sınırı vardır. biliriz ki, her müsbet gerçeklik kendi değer kümesi içinde belirtilmelidir. Hadislerde buna çok dikkat edildiğini görürüz. menfi yani olumsuz vasıflandırmalar yani "yoktur" savlı ifadeler de ancak değer kümesi ile bir mana ifade eder. bu sebeple iman gibi umumi meselelere bakan bir mekan ve zamanla kayıtlanmamış iddiaların hiç bir kıymeti yoktur. zaten islam aleminde de kıymet verilmez. bu ve benzeri hassas esasları bilmeden mealden mana çıkarmaya çalışanlar, söyledikleri ile hep sıra dışı aşırılıkları temsil edegelmişlerdir. bir ayet yada hadisin rivayetini ve şartlarını bilmek, derununa inmek anlamanın şartı olmuştur.

işte herkes tam bu hassasiyette olamadığından bizler kur'anı öğrenmeyi talep edenler yada halktan kişiler, böyle hassas kişilerin hayatlarını taklit eder, alimlerin ardında yürürüz. bu taklit halinin bizi sorumluluktan kurtardığını düşünürüz. tıpkı doktorlardan duyduğumuzla evde ilk yardımı geliştirmek gibi, hayatımızda da ufak anlamlı ve yararlı adetler ediniriz. nasıl ki bu taklit bilgi ile hastalık tanısı konmazsa, bizim bilgilerimizle de şeriat hükümleri konmaz.

hal böyleyken, bazen özelimizdeki bastırılmış duygular bizi çizgimizden eder. yaşla birlikte risklere karşı duygusal tepkiler vermeye başlarız. kendimizi yıllardır muhasebe ettiğimizden artık detaylar silinmiş olur, gözümüze takılan farklılık ise toplumda yayılabilir bir moda olarak bizi tehdit eder. bu tehdit algısı duygusal tepkilere sebep olur.

artık namazda ön saftaki küpeli genç hedef haline gelir. ahlakın ne denli yozlaştığı üzerine kritikler yapılır ve tepkiler ortaya konur. oysa dövme ve piercing ve benzeri bedene yapılan uygulamalar için o bedenin hakiki sahibi olan Allah razı olup olmayacağına göre durum değişir. biz ise kritiğini yaparak vakit öldürürüz. "erkeğin küpelisi ...." diye başlayan ve sınır konmayan tüm genel hükümler sünnete uygunsuzdur ve söyleyeni sorumlu tutar. oysa bu kritiklerin yapıldığı aynı camiide, son safına konmuş sandalyelerin kritiği yapılmaz. halbuki namaz yalnızca ya ayakta, ya yere oturarak ve secdeli kılınabilir. ima ile namazın şartları çok müşkildir. Peygamberimizin (a.s.m) hayatında ima ile kıldığı bir örnek bize gelmemiş. hem ima ile kılacak kadar ağır ve sürekli hasta olmak, kılınmamış namaz için fidye dağıtmayı gerektirir. hesabı oldukça karışık bu hükümden uzak durmak ve takva - azimet üzere hareket ederek, ahirette tembellikle itham edileceğimiz her şeyden kaçınmak gerekir. ne gariptir ki, her gün yenisi eklenen camii arka tarafındaki sandalyelere itiraz edilmez ama o saftaki gence itiraz edilir. bu toplumsal bir zaaftır.

Sünnetin kaynağından tertemiz bir pınar gibi içilebilmesi çok kıymetlidir. Sahabelerin (r.a.) algısına ulaşmakla Kur'an coşkusu yakalanabilir. yoksa hayatın her yerine yayılamaz ve hususi kalır, taklite düşer yada tenkite karşı savunma perdesi gibi olur. işte sünnetin o ince ayarı bu ihlasla birleştirilmelidir. bunu anlatan eserlere teşvik çok kıymetlidir. islam aleminde pek çok böyle güzel eser vardır. dilimizde risale-i nur bu açıdan çok önemli bir görevi yerine getirmiştir.

Cemaat, cemden gelir. cemin en azı üçtür. teorik olarak üç kişiden başlayarak tüm islam alemine kadar cemaatin örneklemesi yapılabilir. yalnız burada ortak payda mühimdir. ortak fiili olan insanlar cemaati oluşturur. onlar bir araya gelip ibadet ediyor olmaları ile cemaat ismini paylaşırlar. eğer ihlasla bir araya gelmişlerse ahirette tüm hepsinin toplam hasenatını her biri yapmış gibi  defterlerine girer. cemaatin temsilinden doğan tüm kusurlar da kusuru yapan bireyin defterine girer. bu durumda cemaat istikametli ise, bireylerin kusurlarına rağmen ahiretteki terazi ve tartıdan başarı ile geçeceği umulur. bu pratik şirketleşme, dünyada da gönül birliği olarak teselliye sebeptir. dualarda ve ibadetlerde tüm kazancını kardeş bildiği cemaat üyelerinin defterlerine bağışlayan her birey işte bu sırrı hayatında keşfetmeye çalışır. çevremizdeki üç beş kafa dengi yakınımızdan taa en geniş dairede islam alemine kadar daireler içinde bulunan kardeşlik bağları hep cemaat manası çevresinde şekillenir.

bu denli sıcak bir bağ ise insanı insana kardeş yapar. ama arkadaş yapmayabilir. yani ortak dini kimlik, milli kimliğin en kuvvetlisi olan aynı aileden olmak durumu kadar köklenebilir lakin bu özellik her paydada bir paylaşım gerektirmeyebilir. o uzaktaki din kardeşimi kendi kardeşim gibi hissedebilirim, fakat bu onunla bir arkadaş gibi aynı algıya sahip ve paylaşımdan aynı zevki alacağım anlamına gelmez. bazen bu ince farkı anlamayanlar, kendilerini çevreden gelen etkilerden korumak için bir "cemaat kabuğu" altına sığınır, lakin oradaki kardeşleri ile aynı zevklere sahip olmadığını algılayıp bulundukları yerde hem kendi hem başkalarının canını sıkar ve çevrelerini meşgul ederler. bu değişmezse akibeti ya yalnız kalmaktır yada o cemaatin dağılmasıdır. bu sebeple cemaate ihtiyacını hisseden birey, cemaatten istifade eder. başka ümit ve niyetlerin karışmaması için hayatın aşındırıcılığına karşı, ihlaslı olmak sürekli ders verilmek durumundadır. bu küçük arkadaş grubundan büyük ümmete kadar genel esası ekolleştirebilenler, ilk anların o keyfini ve heyecanını, sonrasının daha teknik ve düsturlu, heyecansız ama başarılı getirileri ile değişirler.

 ehl-i sünnet ve l'cemaat, islam aleminde yukarıdaki manaları taşıması ile hep altın ölçü olmuş, ümmetin büyük çoğunluğunun yolunu aydınlatmıştır. kendi fikrini bırakıp ehil olamayanlar, sünnetteki kardeşliği kavrayamayanlar, cemaatin manasını idrak edemeyenler, kaderin eliyle o büyük caddeden bir sürü patika yollara sevkedilmişlerdir. belki birey olarak o an ve o olay için ayrılan kişi ahirette kendini kurtarabilir lakin, intikam yada muhalefet hırsı ile ayrışmayı destekleyen peşinden yürüyenler sorumludur. zaten zaman, hep bu hükmü acı bir şekilde bizlere öğretir. bu sebeple kendi bireysel hayatımızda sürekli tazelenen bir istikamet talebi dualarımızın konusu olmalıdır.

ehl-i sünnet ve l'cemaat bir bilgi yada kimlik değil, dini kimlik için bir şablondur. bilgilerin tasnif şeklidir. etik ve akli olabilmesi için sıralamanın ve yerleştirmenin bir üslubudur. bu sistematik bilimi şimdi her zamankinden fazla anlaşılmaya ve araştırılmaya muhtaçtır.

eğer ben eşcinsel olduğum için kenarda durursam, tüm ümmet namına konuşan, görüntüsü mükemmel ama ifadesi ehl-i sünnet ve l'cemaat manasından çok uzak insanların hükmüne katlanacak duruma düşerim. bu sebeple dua ile beraber bir tarafından tutulmuş gayretle samimiyet ve ihlasla, sosyal bir hayatı dilemem gerekmektedir.

5 Ekim 2012 Cuma

Şifacı bakış


İslâm selamet yolu olarak bireyin heveslerine gem vurup ruhu kemâlata sevkeder. Birey zaaf dolu hali ile Rabbine iltica eder her halini onunla paylaşır. Rabbinden aldığı cevaplar onu yolunda daha kararlı kılar. 

Eğer durumunu kullarla paylaşırsa, bilinci bu çizgide olmayan bazıları onu çeşitli kabullerle baskı altına alıp heveslerini tatminde kullanırlar. Bu bazen maddi çıkar bazen sosyal itibar olarak onlara geri döner. Ahiretlerinde Allahın kendisinden razı olacağı bir çabayı, dünyalık itibarla değiştirirler. Toplumda değeri olan ifadelerle insan hakları ve insana saygı gibi en temel değerlerin altını oyarlar. Ulaşabildikleri herkesi bir şekilde solgun depresif ve ayıplı hissettirirler. Böylece kendilerini iyi hissederler. Üzerine bir de anlamsız şifa dağıtma hali de eklenince iş tatlı bir kâra dönüşür.

Şifa yapmaktır, imâr etmektir, tamir etmektir. Yaratmaktan daha zordur. Hatta yaratmanın ötesinde, özgür olmayan bir ortamda eski kanununa göre malzemeyi oraya yeniden yerleştirmek, çevresi ile uyumlu sağlıklı işlevi tekrar kazandırmaktır. Bu sebeple bu kontrollü ve tüm sistemi bilerek sonuca yürüyen işlem, ne kör sağır ilâçlara ne de tıp ilmininbinler uzmanlık alanından ancak birinde ihtisaslaşmış doktora verilemez. İlaç ve doktor yani sebepler şifalı neticeyi Allahtan dilemekte kuvvetli bir duadır. Netice ve neticeye giden tüm aşamalar Allaha aittir.

Hâl böyleyken, şifâcılık için çevresini zehirleyen bir insanın hâli elbette acınasıdır. Hayatını şifayı vereni tanımak için değil, çevresi ile uğraşarak geçirir. 

Artık onun gözünde her kimlik hastadır. Müslüman ve Hristiyanların tedaviye ihtiyacı vardır. Taa uzak ulkelerin şifaya ihtiyacı vardır. Yahudiler şifayı reddeden bir topluluktur. Dini kimlikler sadece tedavi etmek için iştah uyandırır.  Onlara saygı ve insani bakış sahte hâle gelir.

Kürtler dağlı türkler olarak(!) şehre uyum sağlayamamış kaba saba insanlar olarak şifaya muhtaç hale gelir. Onları siyasi olarak iyileştirme gayreti ile ömrünü heder eder. Konuşmak yerine acı ilaçları dener.

Kadınlar zaten hastadır(!). Normal Biyolojik hâlleri bile buna delil sayıp, ömür boyu hasta kabul ederek hem acır hem baskı altına alarak heveslerine kullanır. 

Eşcinseller ise böyle bir nazarda hastalığın merkezidirler. Terapiler muskalar tam bu kimliğe uygundur. Eşcinseller birbirleriyle konuşurlarsa normal görmeye başlayabilirler, hatta onur duymaya başlayabilirler(!), bu sebeple birbirleriyle görüşmemeli ve utanç içinde şifacılardan yardım dilemelidirler. Her zaman ki bu ömür boyudur, kimlik sahibi olmak ayıp olmaktır, muhtaç olmaktır, kabullenip örtmektir. Şifacılık zihniyeti bu hâli ile insanlık önündeki en büyük engeldir. Çünkü kendisiyle beraber tüm çevresini meşgul ediyor. Cessur ve gayretli bir duruşu ümitsizliğe çeviriyor. Hele vatan sathında bu zarar öyle büyürki tarihlerinde izler bırakır.

Halbuki tüm kimlikler aynı özelliktedir. İnsan içindir. Onlara kıymeti kazandıran insanın o kimlikle ne kadar Allahın kapısını çaldığı, ne kadar onun dergâhında kendini ve alemine girenleri temsil ettiğidir. 

Bu temsil ise ne kadar kalabalık olduğundan değil kendisini ifade etmekten geçer. 

Öyleyse biz Kur'andan aldığımız dersle dik durup onurumuzu koruyarak, yeterince saygilı ama mesafeli durarak kendimizi muhafaza edeceğiz. Kimlikleri silmek yada değiştirmek değil, kimliğin beden ve sosyal hayatla problemlerini çözmek için gayret göstereceğiz. İki noktada hiç sınır tanımayalım: ihlâs ve irtibat, yani Allah namına hareket etmek ve  birbirimizi yapıcı desteklemek...

Allah tüm kimliklerimizle onun rızasında yürüyeceğimiz yolları aydınlatsın...

31 Ağustos 2012 Cuma

Esmayı Okumak



"Allahı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" der Muhyiddin-i Arabi... birinin varlığını algılamak bir adımdır. ötesine geçip onu tanımak, tavrını anlamak, şahsını algılamak, özelliklerini keşfetmek çok daha başka ve yüksek bir adımdır. hele söz konusu olan, tüm kainatı ilgilendiriyorsa çok daha mühimdir.

sebep ve sonuç arasında tutarsızlıklar, bir müdahele edeni gösterir. evet yumuşak kök ve damarların, sert taş ve toprağı delip geçmesi bir müdaheleyi gösterir. köklerin, kendi iktidarlarının üstesinde iş başarabilmesi  Allah namına hareket ettiklerini gösterir. (1. Söz)

karmaşık ürünlerin yavaş yapılabilmesi, seri üretimin hızı arttıkça ürünün basitleşmesi bir kanunken bunun tersi bir müdaheleyi gösterir. her baharda üçyüzbin çeşit bitki ve hayvanın ayağa kaldırılması, kimisinin yoktan, kimisinin yumurta ve ölmüş bedenleri üstünde hayatlandırılmaları, bu denli çoklukla ve detaylar unutulmadan yaratılmaları bu sistemin Allah namına hareket ettiğini gösterir. (22.söz)

onun varlığını bilmekten öte tavrını takip edip tanımak ve özelliklerini bilmek bize yakışan ve insanın insan oluşunun sonucudur. tüm bu analizleri yapabilmek, ölçebilmek, sonuca ulaşabilmek hem çok kıymetli bir bilgidir, hem ruh ve bedenin uyumudur, hem varlığımızın evrenle ahenkli olabilmesinin şartıdır. doğru ve ahenkli hareket hem dünyada hem sonrasında mutluluktur. bir esere bakıp ustasının varlığını kabul etmekten de öte, o ustanın o eserde yansıttığı kendinden bilgilere ulaşmak çok kıymetlidir. aynen öyle de :

"Herşeyden Cenâb-ı Hakk'a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcûdâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok Esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ hakikî fenn-i hikmet, "Hakîm" ismine ve hakikatlı fenn-i tıp "Şâfi" ismine ve fenn-i hendese "Mukaddir" ismine ve hâkezâ… Herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriyye ve tabakat-ı kümmelîn-i insânîyyenin hakikatları, Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, Esmâ-i İlâhiyedir. Mâhiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir…" Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i nakşı görünebilir." (32.Söz)

"Hem, güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni'leri hesâbınadır, "Ne güzel yapılmışlar" tarzındadır. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduğu halde hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını, daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin defînelerine yol açar, baktırır. 

Çünkü, 

o güzel âsârdan ef'âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; 

ondan esmânın güzelliğine, 

ondan sıfatın güzelliğine, 

ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. 

İşte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür." (32.Söz)

"Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün." (32.Söz)

eşcinsel bir ruh hassas ve algılı duruşu ile güzelliği sezer, kıymeti bilir, farklı olanı algılar. kainata karşı duyarlıdır. bu duyarlılık ona çevresindeki müdaheleleri, güzellikleri, kıymetleri, farklılıkları farkettirir. 

bu farkediş ya eserin kendindendir yada ona tabiatın yada sebeblerin verdiği bir özelliktir yada dördüncü yol olan bir Müdahele edenin doğrudan müdahelesi iledir. neticeye ulaşmaktaki pratik çözümler, her adımın sonuca göre atılıyor oluşu gibi ince teferruatlar,  o eserden, sebeplerden ve tabiattan kaynaklanmadığını gösterir. evet, esere güzelliği veren, kıymeti veren, farklılığı veren birisinden geldiğini hissettirir. eserdeki her analizi ona Allahın başka bir vasfını ders verir. (23. Lema)

esma yani isimleri okumak sürekli olması durumunda çok daha yararlı olur. bunun için de hem sürekli bu algı ile bakmak, hem de bakan bir çevre içinde olmak gerekir. bu bakış çok değerlidir. çünkü tüm evreni bakanın gözlerinde aydınlatır, tek bir eser olarak yorumlayabilir hale getirir. hem kendi yaratanı ile büyük bir bağdır. o bağ ile kendisi üstündeki ve evrendeki tüm işaretleri okur ve okutabilir.

"Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yâni: «Sâni'-i Zülcelâl'in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım» gibi mânâlarla İnsandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek Sâniine intisabdan ibaret olan îman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatâb-ı İlâhî ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî olur." (23.söz)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Ramazan Mubarak




بسـم الله الرحمن الرحيم
 شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ 
هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ



Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşaallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymettar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.


Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyoruz. 
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübarekenin hürmetine,Rahmeten lil-Âlemîn olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine rahmetiyle imdat eylesin. Âmin. Âsâr-ı gadab-ı İlâhî olan âfât ve dalâletlerden muhafaza eylesin. Âmin.
Ve Risâle-i Nur şakirtlerini neşr-i envâr-ı Kur'âniyede muvaffak eylesin. Âmin.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Sizin leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek leyle-i Kadri hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i âmâlimize böyle geçmesini Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.

Ve böylece, bayrama kadar


اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا
 وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ 



"Allah'ım! Bu Ramazan'da Leyle-i Kadrimizi bize ve sadık Risâle-i Nur talebelerine bin aydan daha hayırlı kıl" duâsını etmeye niyet ettik.

Hem sizin iki mucizeli Kur'ân'ı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşaallah o derece medâr-ı bereket ve sevap ve hasenat ve fütuhat olacak ki, hakkımızda bu Ramazanın herbir günü bir leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden ümit ederiz.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duâların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.

Risale-i Nurdan bir kaç Ramazan tebriki...




18 Haziran 2012 Pazartesi

Umut Var



"İstanbul'da, Konya'da, Van'da bir yerde
genç bir eşcinsel insan vardı,
birden eşcinselliğini farkedip kavramış...
eğer ailesi bunu bir farkederse
onu ezip evden atarlar,
sınıf arkadaşları ona isim takar, adını çıkarırlardı.
filmlerdeki eşcinsellerin akibeti gibi sonu belli olurdu:
içine kapanıp gitmek yada intihar etmek...
sonra birgün bu çocuk bir haber okudu ki,
San Fransisco'da bir eşcinsel yepyeni iki seçeneğe sahip olmuş...
ülkeyi terkedip gitmek seçeneği ve
yurdunda kalıp hakları için direnmek...
seçim sonuçlarından iki gün sonra, bir telefon geldi,
ses çok gençti, taşranın bir kenarındandı.
ve dedi ki:"minnettarım"

ve siz eşcinselleri seçmek zorundasınız!
bu yüzden de bu ve benzeri binlerce çocuğa
"daha iyi bir dünya için umut var" demek için!
"daha iyi bir yarın için umut var!"

eğer umut yoksa, sadece eşcinseller değil,
kürtler, gayr-i müslimler, özürlüler ve yaşlılarıyla tüm Türkiye,

ümidi olmayan bir Türkiye,

Türkiye'yi boşverir!
bilirim ki, yalnızca ümitle yaşanmaz,


lakin o olmazsa hayat yaşamaya değmez! 
siz,
siz,
siz onlara bir ümit vermek zorundasınız!"
Harvey Milk (1930-1978) konuşmasından daha iyi anlaşılması için adapte edilmiştir.

* * *


“Benim adım Harvey Milk! Ve sizi birleştirmeye geldim!

Demokrasinizi elde etmeniz için, sizi birleştirmeye geldim!

Kardeşlerim, ortaya çıkmalısınız! Ailelerinize, arkadaşlarınıza kendinizi gösterin! Komşunuza, iş arkadaşlarınıza… bir kereliğine, bu gizemi kıralım. Yalan ve tehditleri bitirelim! Gördünüz… Kendimiz için yapalım. Tüm gençler adına yapalım. Korkanlar için. Oy günü geldiğinde çekinenler için.

Özgürlük anıtında der ki: “Bana fakir, ezilmiş, mutsuzu getirin ki onu serbest bırakayım!”

Bağımsızlık bildirgesinde der ki : ” Bütün insanlar eşit yaratılmıştır!”

Hepimiz haklarımızı alacağız!

Bay Biggs ve Bayan Bryant ve tüm şapşallar ne kadar denerseniz deneyin, bu zinciri kıramayacaksınız! Hepsi bağımsızlık bildirgesine yazılı! Ne kadar denerseniz deneyin…zinciri kıramayacaksınız!

Özgürlük Anıtı’nın yüzünde yazılı!

İşte Amerika budur!

Sev ya da terket!”

San Fransisco meydanında onbinlere verdiği nutkundan … 25 Haziran 1978

* * *

bu ifadeleri okudunuz.
acaba ayetler ve hadislerde, kanunlarda geleneklerde insana bundan daha mı az değer veriliyor ki, hala bazı dar kafalar, insanı kimliklerine göre ayırıyor ve tayin ettikleri değere göre ellerindeki hizmeti tasnif ediyorlar. halbuki o hizmet tüm topluma eşit dağıtılsın diye orada varlar.tüm baskı ve dışlamaya rağmen herşey daha güzel olacak ve umut var. çünkü tüm ayetlerdeki şefkat, bize bakıyor. ancak eşcinselliği göz önüne almakla "tüm insanlar" kelimesini istisnasız kullanabilme hakkını elde edebilirler...

bize düşen tekrar bağırmaktır: "umut var!"

5 Haziran 2012 Salı

Nifak




sıdk ve doğruluk, mantıksal ve toplumsal bir gerçekliği samimiyetle kabul edip, buna göre önermek ve hükmetmektir. bunu hayatın ölçüsü haline getirmek erdemdir. bunun tersi ise yalandır ki, gerçekliğin tersine göre öneri ve hükümlerdir. insan aklından geçenle, ortamda algıladığı arasındaki farkı çocukken genelde fark edemez.  bu sebeple gerçeğe zıt hükmetmesi sebebi ile doğan yalandan sorumlu tutulmaz. lakin 7 yaşındaki hali eğer aile yada çevre tarafından erdemlerin üstünlüğüne uygun geliştirilemezse 27 yaşına da gelse yalan söyleyebilir bir duruşta bulunabilir. bu büyük bir problemdir.

iman sıdktır, doğruluktur. yani, mantıksal ve toplumsal bir gerçeklik olan sistemin kurucusuna olan bağı samimiyetle kabul edip, buna göre önermektir. sistemin kurucusunu bize tarif eden üç önerici öğretmen vardır. birisi Kainat, birisi Peygamberimiz(a.s.m) birisi de Kur'an dır. bu öğretmenlerin verdiği dersleri Risale-i Nurdan okuyabilirsiniz.

küfür bu bağı keser. küfür, kavramsal olarak yalana dayanır. toplumsal tüm karışıklıkların ve dünya hayatını inciten tüm zararların içinde yalanı bulmak mümkündür. yalanın zararları sonuçtaki maddi bedelinden de öte, muhataplarında meydana getirdiği hayal kırıklığı, güvensizlik, yalnızlık ve bir daha artık yanyana gelememe gibi toplumu bölen, arkadaşlığı bitiren tehlikelerdir.

insanın pek çok kimlikleri vardır. bu kimlikler sahip olmakla hem avantajlarından ve gelirlerinden yararlanır, hem gereklerini yerine getirip bedelini öder. hayatının en güzel yıllarının odada geçmesi ve sosyalleşememek gibi pek çok bedeli olan öğrencilik kimliğinin getirisi, sosyal ve mesleki ehliyeti kazanmaktır. elde tutulmuş üzeri fotoğraflı öğrenci kimliğinin kendinden çok öte bir anlamı vardır. her insanın bu kimlikleri doğru bir şekilde hayatında varolursa hepsi de ona mutluluk verebilir. bazen yanlış anlamalar ve uyamama durumunda kendi kimliğinden çok, çevresindekilerin kimliklerine özenmeye başlar. o kimlik sahiplerinin ödedikleri bedelleri göze almadan ücretlerine göz diker. eğer yeterince erdem sahibi değilse, yalandan kaçınmanın şiddetini ruhuna yerleştirememişse, iş zamanı ortada yokken, ücret dağıtımında sıraya girer. o kimliğin getirilerine talip olur. yalan söyler ve kendine ait olmayan bir kimliği ilan edip neticesini ister. çirkin olan budur. toplumsal bir uzlaşı ile bunun önü kapatılamamışsa, bireylere erdemin anlamı kazandırılamamışsa, yalan ortamda geçer akçe olur. tüm bireyler buna meyleder, cezasız kaldığını gördükçe taklit yayılır. artık toplum, toplum olmaktan çıkar. yalan nifaka dönüşür. bozgunculuk halini alır. emniyet ve asayiş ortadan kalkar. bir arada olmakla güçlü olan toplum, doğruluk paydasından ayrıldığı için, en zayıf ve en zalim haline gelir. toplumsal olmak zarardan başka bir şey kazandıramaz olur. medeniyet heba olur. insan değersiz olur.

bu dehşete giden yolun başı büyük ihtarlarla kapatılmıştır. tüm kimlikler için geçerlidir. dini kimliklerin asli doğruluğu ortadadır. kalben musevi lisanen müslüman yada içinden müslüman ama dışından musevi görünmek pek çirkindir. İsa a.s.'mın islama emaneti olan bir hristiyanın kendini başka bir dini kimlikte tarif etmesi de çirkindir. milli kimlikler de önemlidir. genetik ne kadar karışmış olursa olsun, aileden gelen milli kimliklerinin ve kültürün tarifini yapıp, samimiyetle kendini tarif edebilmek önemlidir. siyasi kadrolaşma yada başka saiklerle başka bir milli kimliği kendine kalkan yapmak da çirkindir. cinsel kimlikler de aynı ehemmiyete sahiptir.

eşcinsel bireyin, sebebi ne olursa olsun kendini eşcinsellikten başka tarif etmesi yalandır. bu büyük yalan öbür tarafta ayak bağı olduğu gibi, tarif ettiği kimliğin ücretini hırsızlamaya çalışırken kullandığı insanların hukuku da hem dünyada hem ahirette başa dert, omuza yüktür. buna bahane ne anne ısrarı, ne toplumsal statü, ne de kendi masum talepleri olabilir. bu şiddetli taleplerle baş etmek, onları kabul etmekle değil, bazen sessiz kalmak bazen mesafeli olmakla ve Allahtan güzel bir neticeye dua etmekle çözülebilir.

kimliklere yalan karıştırmadan, doğruluğun ve samimiyetin ışığı altında hayata yön vermek kimi zaman ezici, sıkıcı olabilir. bu bedelin ardından gelen mutluluk ise haktır. kimi zaman bu mutlu hayatın içinde taksitlenmiş bedeller ödenir. her sıkıntı aşıldıkça, her yokuştan düzlüğe çıkıldıkça hayat daha gerçek, mutluluk daha parlak algılanır. birey topluma tüm samimiyet ve doğruluğu ile katılır. bir vatandaşın topluma katacağı en önemli meziyet doğruluktur.

eğitim ve sosyal yapımızda giderek belirsizleşmiş bu hayati erdemin bireylere kazandırılmasında herkese görev düşmektedir. sabırla ve samimiyetle kazandırılması mümkün olan bu erdemin herkesin kalbinde yer etmesini diliyor ve dua ediyorum... 

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Akibet



Fazilet, yani erdem, insanın ruhsal olgunluğu diye tanımlanır. olgunluk ve kemalat, kişisel ölçü ve kararların dışına çıkıp, hem bilgi hem tatbikatında, hem bu halin kalpteki yerinde, insanlığın ortak iyilik değerlerini esas alabilmektir. bu büyük ortak paydaya da büyük bir nazarla değerlendirme gerekir. bu değere bağlanmak, kudsiyettir.

kudsiyet, yapılan eylemle beraber kalpte  huzur hissini uyandırır. çünkü yapılan eylem, kişisel değil, tüm insanlık namına yapılmış olur. bu üslubu ile ortak iyilik değerlerini esas almıştır. kişinin içsel kudsiyet yönelimi, dışarıdaki hayatta fazilet olarak gözlemlenir.

Fazilet nadir bulunur. Fazileti algılamış, kudsiyet ile hareket edenler ise çok daha nadirdir. yalnız insanda varolan fazilete ve fazilet sahibine meyletme duygusu ile o nadir kişinin hali tüm topluma yansır. hatta bazen toplum, sanki o bireymiş gibi hareket eder. bu tarihte kimi zaman o topluma yarar, kimi zaman da sonları olmuştur.

toplum kişiye yalnız başına olduğundan farklı bir güven verir. hatta benzer toplumlar arasında rekabetle bireylerine daha güçlü olma duygusunda yarışırlar. gariptir bazen de zayıflar o toplumdan uzaklaştırılarak ortalama yükseltilmeye çalışılır. şu zamanda bunun biraz daha insanileştiğini görüyoruz. doğrudan o zayıf ferde müdahele edilerek hayatı ortalamaya yaklaştırılır. lakin o bireyin bunu talep etmesinden önce onun birey olarak tanınmasında bugün sıkıntılar vardır.

bireye güvenli hayat sunma hedefi sonucu ortaya çıkan toplum, bazen bu karışan tanımlarla, amacıyla çelişir, sonuçta da bireyi hayatından eder. genel kaide olarak da bu hatanın sorumluluğu topluma değil, toplumun başındakine verilir. fazileti takip eden ve bireyleri kudsiyet algısı ile hareket eden toplum, başardığında ise şeref topluma aittir.

bu sistem içinde genel ortalamaya sonradan katılan gruplar, sistemden reddedilmemek için ortalama olarak gördükleri değerlere fanatikçe sarılırlar. kendileri "öteki" olarak başladıkları dahil olma sürecinde artık farklı gördükleri "öteki" olmuştur. tüm itham ettikleri ifadeler vasıf olarak derinlerinde kendilerinde var olabilmektedir. "öteki" etiketinin sistemleştirilmesi ilginçtir. kendinden daha az güçlü olduğunu düşündüğü ve sistemle sıkıntısı olmayan bir kimliği iterek kolayca kendi grubunun toplum ortalaması içinde varolmasına çalışırlar. çoğu kere hedef bireydir. böyle bir hedefe oturtulmuş birey de, ötekileştirmeyi yapan o fanatiğe hatayı vermeyip, hücumu bir kesimden bilir. koca bir kesime karşı zayıftır. başedemez ve siner. böylece yavaş yavaş, birey birey, farklı görülenler uzaklaştırılır, toplum gövdesinde sonradan gelenler yer edinir.

bu son derece bencil ve felsefi hareketin devamına her seferinde Allah bizzat müdahele eder. öyle olaylar olur, öyle bir yeni nesil gelir ki, tüm bu zulüm ve insanın çizdiği garip toplumsal şekil bozulur, önceki Allahın murad ettiği resme geri döner.

tüm bu karmaşa arasında kiminin Rabbine itimadı ziyadeleşir, kimi sevgisinden şüphe duymaya başlar. kimi o sıcaklığı artık hiç hissedemez olur. tüm adaletin yerini bulacağı o hassas gün, muhasebe meydanında yaşananlar ise çok daha vahimdir. normalde zalim bellidir. hakim bellidir. mahkeme bellidir. alacak bellidir. lakin davacı, ümitsiz ve mahzun bir şekilde mahkemeyi tanımadığını söyler. işte şok anı budur. çünkü herşey onun lehindeyken yanlış tavır herşeyi aleyhine çevirdiği gibi, alacağını alamaz hale getirmiş olur. halbuki madem dünyası zarar olmuş, ahireti gülecek bir tarzda tazmin edilmesi beklenirken, kendi eliyle hüsran olur. işte acı olan budur.

dini kimlikler var. alevilik de dini bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir, tarihçe anadoluda en eski islami kimliktir, ehl-i beyti temsil etmesi ile Hz. Peygamberi(a.s.m) kendi özdedesi bilir, şan ve şerefi bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

milli kimlikler var. kürd olmak milli bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir, tarihçe anadoluda en eski milli kimliktir, hz ibrahim (A.S)e kadar uzanan, selahaddin-i eyyübi gibi büyükleri içine alan tarihi vardır, izzeti bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

cinsel kimlikler vardır. eşcinsellik de bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir. tarih içinde hep varolagelmiştir. dini ve milli kahramanlar içinden çıkarmış bir kimliktir. insani onuru bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

Allah hepimizi o şok anından korusun. önlem almak gerekmektedir. en büyük önlem Allahtan ümit kesmemektir. haklı olduğumuz o mahkemede "söz senindir" dendiğinde yaşanmış bir hayatla o mahkemenin kararına saygı ortaya konmalıdır. islamofobiden, her türlü faşizmden, homofobiden hem dünyada hem ahirette alacaklı olmak için doğru hareket hayatidir.

gerçek son, hakkın, hakeden eline geçmesi ile ortaya çıkar. akibet, insanın nihayetinde varacağı yerdir. kendi yerini kıymetli bilen, ona göre hayatını tanzim eden, planlı giden, müdaheleye karşı Allaha itimat edip, ümit kesmeden, samimi bir bağ ile hareket edenin akibeti güzel ve kıymetli olur.

eğer bunu çevresindeki aynı kimlikten insanlarla beraber hayatlandırırsa, Allahı birbirine sevmek ve sevdirmeyi beraber yaparlarsa, o zaman grup kazancı amel defterlerine hiç bölünmeden tamamıyla girer. zarar bir bir gelirken, kar on on, yüz yüz gelir. ahiret ilerinde bu kardeşlik bağı ile hem dünyada teselli ve yoldaş, hem ahirette büyük kazanç mümkün olur.

işte böylece zarardan kar elde edilir. dünyası ne denli çirkin olursa olsun, ahiretine nur taşımayı başarabilir. haklı ve kıymetli olduğu ilahi bir mahkemede tasdik edilip, ebedi mutluluk kapısı ona açılır. böyle bir akibeti elde etmek için Kur'anın ders verdiği muhabbeti yakalamak, Allahla bağı sağlamak en önemli adımdır.

dünyayı ahiretine vesile etmeyi, akibet güzelliğini hepimize dilerim...      

26 Nisan 2012 Perşembe

Çözüme Adımlar 3




İnsanlık, tarihi boyunca devamlı bir değişim ve gelişim içindedir. İnsanlığın kabiliyetlerine bir sınır konmamasının neticesi olan günümüz teknolojisi ve haberleşme ağları, dünyayı adeta bir köy haline getirdi. İnsanlığın; milli, dini, cinsel, sanatsal, sportif, kültürel ve bütün alt başlıkları bu sanal ortamda rahatlıkla bir araya gelebiliyor. Bu iletişim ve etkileşim ortamında,  bizim de bulunduğumuz toplumun değer yargılarını ve inanç değerlerini göz önüne alarak katkıda bulunmak, toplumsal problemlerin çözümünde yol almamızda yardımcı olur. Yoksa toplumla olan çatışmayı, gerilimi ve sıkıntıyı artırır.

Eşcinsellerin; devletten, bilim camiasından, diyanet ve kanaat önderlerinden ve toplumdan beklentileri vardır. Türkiye’deki umumi atmosferi daha ılımlı hale getirmenin ve eşcinsellerin bu toplumun sanat, sosyal, kültürel, ticari vb. bütün alanlarında olumlu katkısını fark edip daha etkin rol almalarının önü açılmalıdır.

İnsaniyet tarihi; devletlerin, sınıfların, kabilelerin, insanların mücadeleleriyle süregelmiştir. İnsan hırsının ve kendinden başkasını kebul edememenin bir neticesi olarak geriye miras olarak; toplumsal huzursuzluk bırakmıştır. Toplumun huzuru, bireylerin huzuruyla mümkün olduğuna göre, herbir ferdin huzuru tüm toplum için önemlidir. Bir insan kendi içinde huzuru yakaladı mı toplumsal huzurun bir parçası olur. Siyaset ve din adamları başta olmak üzere toplumun bütün muteber otoriteleri huzurlu bir toplumun var olması için gayret ederler. Kişisel özgürlük ve toplumsal huzurun gerekliliğini savunurlar. Kişisel özgürlük, kişinin kendisine ve topluma zarar vermeden, kendi iradesiyle hayat tarzını şekillendirmesi olduğuna göre, bu tarz bir özgürlüğün fert fert yaşanması toplumsal huzurun en temel öğesidir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, aşiretler içinde seyahat ederken kendisine sorulan suallere verdiği cevaplardan oluşan, Münazarat isimli eserinde hürriyetin mahiyetini ve imanla münasebetini izah eder.

“SUAL:"Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta, adeta, 'Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez' diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?" 
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zîra, nazenin hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe'ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın. 

Fakat ey göçerler! Sizde olan yarı hürriyettir, diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kût-u layemut ve vahşet ile alûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıa, şu bîçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lakin, güneş gibi parlak, rûhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki; saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazîlet ve İslamiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir. 

Sual: "Nasıl, hürriyet îmanın hassasıdır?" 
Cevap: Zîra, rabıta-i îman ile Sultan-ı Kainata hizmetkar olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i îmaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukûkuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i îmaniyesi bırakmaz. 

Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkarı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkar tenezzül etmez. Demek, îman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı Saadet...”(Münazarat- B. S. NURSİ)

Toplumun fertleri, yukarda izah edilen manada hür olmalıdırlar. Devlet kendi vatandaşlarıyla değil, vatandaşlarının sorunlarıyla mücadele etmelidir. Her vatan evladının toplumla uyumlu hale gelmesi için çözüm üretir. Devletin, toplumun her bireyinin dert ve şikayetlerine makul çözümler getirmesi asli görevlerinden birisi olduğundan, devletin her vatandaşı, toplumun ve fertlerin haklarını çiğnemeden, kendi iradesi ile seçtiği veya doğuştan getirdiği sebeplerle, yaşam tarzını şekillendirme hakkına sahiptir. Devlet ideal bir toplumu teşvik ederken, toplumdaki bütün alt kimlikleri nazara almalıdır. Toplumda eşcinsellerin varlığı inkar edilemediğine göre, eşcinselleri toplumun uyumlu bir parçası yapmak en makul olanıdır. Devlet, eşcinselliği ne teşvik etmeli, ne de reddetmelidir. Ama eşcinselleri, toplumun ahlakını sıkıntıya sokacak bir kitle haline getirmemek için de gerekli tedbirleri almalıdır. Toplumun umumi ahlakını bozmada zina, hırsızlık, dolandırıcılık gibi elbette su-i istimal edilmiş eşcinselliğin de etkisi vardır. Bu su-i istimali önlemede devletin görevini ne nispette yaptığı tartışmalıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan bir çok eşcinsel, bilindikleri takdirde işten atılma taleşı içindeler. Devlet, bu tedirginliği, hem kanuni düzenlemeler hem de halkı bilinçlendirme çalışmalarıyla ortadan kaldırmalıdır.

Eşcinsel eğilim, fantezi, dürtü, duygu ve davranışlarından rahatsız olmayan ve kendi benliği içinde uzlaşmış, eşcinselliğe uyum sağlayan, eşcinselliği kişiliğinin ve yaradılışının doğal bir yansıması olarak kabul eden kişilerin tedavi süreçlerine tabi tutulması veya tedavi tavsiyelerine muhatap kılınması muteber bir sonuç vermediği gibi birçoklarını çıkmazlara sürüklemiştir. Klinik çalışmalar, cinsel kimliğini kendisine uyumlu kılamayan veya cinsel kimlik seçiminde netliğe ulaşmaya çalışan bireylere yardımcı olmak üzerine yoğulaştırılmalıdır.

Eşcinseller için, eşcinsellik kişinin duygusal, romantik ve cinsel hislerini, ayrıca sosyal kimliğini ve öznelliğini kapsayan bir yapıdır. Bu nedenle eşcinseller için eşcinsellik bir hastalık değildir, dolayısıyla tedavisi de söz konusu olamaz. Eşcinsellik , 1974’ten beri psikolojik ve ruhsal hastalık sınıflamasına göre bir hastalık olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle, eşcinseller için eşcinsellik normal bir durumdur ama toplumsal baskılardan dolayı eşcinsel kimliğiyle barışık yaşamakta zorlanan bu kişilerin kendileri ya da yakınlarının psikolojik destek almaları mümkündür. Eşcinselliğin sebepleri konusu bilim yönünden hala tartışmalı olmakla beraber umumi kanaat, eşcinselliğin doğuştan sabip olunan bir özellik olduğudur. Bu durumun gittikçe daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkması, birçok ülkede hukuki düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir.

Eşcinsel, kendi isteğiyle de olsa, içselleştirilmiş homofobiyle de olsa, ailesinin ve toplumun baskısıyla da olsa değiştirilmeye çalışıldığında intihar etme potansiyeli taşıyabilir. Kişi hayatını anlamsız, kendisini çaresiz ve sorunlarının çözümsüz olduğunu düşünürse kurtuluşu ölümde arayabilir. Birçok ünlü simalar ve nice nice ünsüzler hayatın ağır yüküne tahammül edemeyip intihar etmişler. İntihar davranışı için risk faktörleri arasında; cinsel yönelim ve kimliğini gizli tutma, içselleştirilmiş homofobi, eşcinselliğin inanç değerlerine zıt olduğu yönündeki kanılar,  eşcinselliğe yönelik olumsuz tutum ve önyargılar, açılma (coming out) sürecinde aile ve arkadaşlar tarafından destek görmeme, akademik ortamdan yeterli desteği alamama, tedavi sürecine tabi tutulma, vb. sayılabilir.

Ancak intihar davranışına zemin hazırlayan en önemli faktör hastanın içselleştirilmiş homofobisidir. İçselleştirilmiş homofobi yüzünden intihar eden eşcinsellerin çoğunda son zamanlarda ölüm ve intihardan sık bahsetme rapor edilmiştir. Bu hayli önemli bir noktadır. Yani bir kişi intihardan bahsediyorsa ciddiye alınıp mutlaka yardım edilmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, toplumun umumi ahlakını bozan bütün olay ve olgulara karşı islami açıdan çözüm ve bakış açısı sunması vazifelerindendir. Toplum ahlakını bozma eğilimindeki eşcinsel bir hayatın olumsuz etkilerinin giderilmesinde, diyanete en büyük desteğin, çözüm yolundaki eşcinsellerden geleceği muhakkaktır. Eşcinseller diyanetten, Türkiye’de mevcut eşcinsel hayat için fetva beklememektedirler. Eşcinsellerin, halk tarafından şuursuzca yargılanıp, islam dışına atılmasına çare beklemektedirler. Diyanetin, eşcinseller hakkındaki en kötümser tutumu; eşcinselliğin islamın neresinde olduğunun tartışmalı olduğunu, ehven- ü şerin usulunun eşcinselliğe de şamil olduğunu nazara vermesidir.  İmanlı bir insanın hırsız, dolandırıcı ve zinakar olmasının onu imandan çıkarmadığı gibi bir eşcinselin, eşcinsel vasfından ve fiiliyatından dolayı islamdan çıkmadığının toplumca bilinmesi lazımdır. İslama inandığı halde intihar eden, açık sefih bir hayat yaşayan veya  islamdan çıkan eşcinselin durumundan diyanet önemli oranda mesuldur. Lut kavminin yaptıklarının sapıklık olduğunu aklı başında her eşcinsel kabul etmektedir. İlgili ayetlerin mealleri nazara alınırsa, Lut kavmi; meclislerinde, hanımlarını bırakarak, göz göre göre ve topraklarına misafir gelenlere karşı bile sapıklık ve sarkıntılık yapmışlar; yani lutilik yapmış ve daha önce hiçbir toplumda bulunmayan bir seviyede sehahete dalmışlar. Bu fiillerin, nerde ve ne toplumda olursa olsun, eşcinsel olsun veya olmasın, herkes tarafından sapıklık kabul edilmesi insan ve islam olmanın bir gereğidir. Masumane ve kimseye zarar vermeden aralarında bir muhabbet geliştirerek mahremiyetlerini yaşayan iki eşcinselin durumunun Lut Kavmi ile bir tutulmasının yanlışlığı açıktır. Diyanet, daha mülayim ve şefkatli bir ifade ile tüm Müslümanların dünya ve ahiretteki huzurunun ana umdelerini nazara vermelidir.

Toplum, parçalardan ve organlardan oluşan bir bütündür, bir bedendir. Sağlıklı ve huzurlu bir toplum yapısı, tüm fertlerine değer verilmesiye mümkündür. Eşçinseller, hayat fesefesi ve dini inanç farkı olmasızın, toplumun her kesiminde çoklukla bulunmaktadırlar. Dışlanmış her birey, topluma daha büyük yara olarak geri döner. Aşırılıklar, etki ve tepkideki ölçüsüzlüğün bir sonucudur. Aileler kendi öz fertlerinde bile eşcinsel birisinin olabileceği hassasiyetiyle, galeyandan uzak bir tavır sergilemelidirler. Şuurlu eşcinseller ve aileleri, yapıcı bir şekilde çevrelerindeki eşcinsel ailelerine olumlu telkinatlarda bulunmalı. Mahremiyetlerini yaşamak isteyen eşcinseller de toplumun içinde vakur bir duruşla mevcut tedirginliğin bertaraf edilmesinde rol almalıdırlar. Toplum tarafından anlaşılmak, toplumu anlamaktan geçer. Karşılıklı bir empatinin gelişmesi için gayrete ve zamana ihtiyaç var. Bir eşcinsel, hissiyatına yön vermede, zaman ve zeminin nezaketini nazara alıp akilane davranarak sorunlarının çözümüne ön ayak olmalı ve çözümde en önemli unsur olduğunu unutmamalıdır. Bir ağacın meyve vermesi mevsiminin gelmesine bağlı olduğu gibi, toplumsal problemlerin giderilmesi de şartların olgunlaşmasına bağlıdır.

Eşcinseller, kendileri için ümitsizlik ve dışlanmışlık havası yayan homofabiye karşı, birbirleriyle daha çok sımsıkı kenetlenerek ümitle geleceğe bakmalıdırlar. İslamın, sevgi ve hoşgörü dini olduğunu hayatlarıyla ders vermeli, dünya ve ahireteki geleceğini aydıntatacak hizmetleri hayatının mühim bir parçası yapmalı, eşcinsellik vasfına takılı kalmadan eşcinselliği hayatın tümüne bir renk yapmalı, ilişmelere ehemmiyet vermelidirler.

Bediüzzaman’ın aşağıdaki ibarelerinin bayraktarı olmaya çalışmak herkes için asıl gaye olmalıdır.

“ …Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur. 
"Bana, 'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..” (Tarihçe-i Hayat’ndan)

Böyle dehşetli bir yangının etrafımızı sardığı bir zamanda, Müslümanlar, münasebetlerinde birbirlerini daha fazla şefkatle kucaklamaya tarihin hiçbir devrinde bu kadar muhtaç olmamışlardır.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Çözüme Adımlar 2


İslam Dini, hala keşfedilmeyi bekleyen özellikleri ile birçok çevrenin ilgisini çekmeye devam ediyor. İslamiyet’i, bulunulan devre göre hususiyetlerini keşfetmeye en çok âlim kisvesindeki insanların ihtiyacı vardır. İnsanı, toplumu ve vasıflarını konumlandırmada her kesin istifadesine vesile olacak temel ölçüleri sunar.  Bir âlim, bu ölçüleri ne kadar mahir kullanırsa, ona göre günümüz toplumu ile İslamiyet arasında tutarlı bir bağ kurabilir.


İslamiyet bütün insanlığa gönderilmiş bir hidayet çağrısı olduğu için insaniyetin bütün fertleri bu çağrının muhataplarıdırlar. Bir âlim, toplumun sıkıntılarını gidermeye talipse ve bu yolda yürürken karşılaştığı sıkıntılarla mücadeleyi peygamberlerin varisi olmanın ölçüsü kabul ederse,” Gerçek âlimler peygamberlerin varisleridirler.“ hadisinin müjdesine mazhar olur. Bir hastayı iyileştirmek öncelikle işin ehli olan doktorun vazifesi olduğu gibi, insaniyetin sorunlarını gidermede en temel vazife başta din âlimleri olmak üzere herkesin vazifesidir. 


İslamiyet açısından, fıkfi ihtimaller, kısır döngüden kurtarılıp asli ölçüleri muhafaza etmek suretiyle islamiyetin bütünlüğü içinde nazara verilmeli. Bir hırsız veya sarhoşun diğer iyilikleri nazara alınmadan sorgusuz sualsiz cehenneme gönderen bir zihniyetin eşcinselleri, sırf eşcinsel oldukları için, aynı yolla cehenneme göndemesi normal kaşılanabilir. Fakat bu zihniyeti taşıyan kimselerin merhamet güneşi olan Resul-i Ekrem’e(asm) ümmet olma liyakatından ne kadar uzak oldukları aşikardır. 


Tarihin her döneminde var olan bir olguyu, eğer ortadan kaldırılamıyorsa, topluma zarar vermeden layık olduğu mevkiye yerleştirmek tüm toplumun meselesidir. Bu olgulardan bazılar cinsel kimlik, yönelim ve tercihlerdir. Bu olguların toplumdaki yerini tespit etmek ve toplumu tedirginlikten kurtarmak için ciddi bir çalışmaya olan ihtiyaç gittikçe artmaktadır. Eşcinsellerin, karşılaştıkları sıkıntıları paylaşacak muhatap ararken, gittikleri birçok kapıdan ümitsiz dönmelerinin sorumlusu olmamak için; geniş perspektifli din alimleri, konu uzmanı akademisyenler, temsilci eşcinseller, siyaset adamları ve çözüme katkı sağlamak isteyen fertlerle böyle bir çalışmanın alt zeminini oluşturmak gerekiyor. Toplumun hassasiyeti nazara alınarak yapıcı bir üslupla meseleler ele alınmalıdır. 


Bu sorunların çözümüne dair bilim çevrelerinin ve diyanet işlerinin, varsa, mevcut çalışmalarını daha ileriye götürmek için, mesele ehil heyetlerce soğukkanlılık ve titizlikle değerlendirilip, zaman ve zemine münasip bir yol haritasının çizilmesinde fayda vardır. Vaziyete göre konferans, panel veya seminerler düzenlemek suretiyle muhataplara bilgi verilmelidir. 


Sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, bu çalışmalara devam edilmesi için gerekli desteğin başta hükümet olmak üzere siyasi çevreler ve sivil toplum kuruluşlarınca sağlanması gerekir. Her ferde layık olduğu hak ve hürriyetin adaletle dağıtılması için anayasal düzeyde bir düzenleme de gerekmektedir. Bu meseleleri uzun yıllar gündemine almış ve aşmış ülke ve yerel yönetimlerle de temasa geçilerek, onların fikirlerinden ve tecrübelerinden istifade etmek, meselenin çözümünde yol almayı kolaylaştıracaktır. 


Konunun sağlıklı bir zeminde konuşulması ve çözüme yönlendirici olması için bilinçli çevre ve eşcinsellere de büyük görev düşmektedir. Bir eşcinsel ne kimliğinin bilinmesinden korkmalı ne de parmakla gösterilen olmalı. Vakarlı, iffetli ve menfi hareketlerden kaçınmakla sürece katkıda bulunmalıdır. Toplum hayatında itibarlı bir hayatla yaşamayı dileyen bir eşcinselin en önemli özelliklerinden birisi, her insan gibi, cinselliğin hayatın sadece bir paçası olduğunu ve diğer kimlikleri (dini, milli) gölgesine almaması gerektiğini bilmesidir. Kültürel, sanatsal ve her türlü faydalı hizmetleriyle toplum içinde var olmalıdır. Eşcinseller, ucuz kahramanlıktan ve isyanın alameti sayılabilecek hareketlerden kaçınarak, sabırla, müsait zemin oluştuğunda ehil tamsicilerle kendini ve sıkıntılarını paylaşarak sürecin daha seri işlemesine yardımcı olabilirler. 


Resul-i Ekrem (asm), dünyayı şereflendirdiğinde ve mahşerin dehşetinde duasında ümmetini düşünmesi, her müslümana en büyük sermaye olduğu halde, eşcinsellerin bu sermayeden mahrum zannedilmesi düşündürücüdür. Eşcinselleri islamiyet hesabına toplumun dışına itenler, bir kişinin imanını kurtarmanın bir kişinin ümidini söndürmekten daha önemli olduğunun bilincinde değiller. Bu derin yanlışı istikamete getirmekte en mühim rol şüphesiz akl-ı salim alimlere düşmektedir. 


Toplumu ayrıntılarla boğuşmaktan kurtarıp asli meselelere muhatap kılmak alimlerce mümkün okacaktır. Nelerin asıl nelerin tebei olduğu muvzuu tartışmalı olabilir. Bu hususta, Bediüzzaman’ın eserlerinde ve lahika mektuplarında bazı izahlar mevcuttur. Barla Lahikası’ndan birkaçı aşağıya dercedilmiştir. 


"Üstadım bana ve dinleyen her zevi'l-ukule, "... imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit namazını hakkıyla edâ et; namazın nihayetindeki tesbihleri yap; ittibâ-ı sünnet et; yedi kebâiri işleme" dersini vermiştir” Hulusi (Barla Lah.) 


”Hem mektubunuzda yedi kebâiri soruyorsunuz. Kebâir çoktur; fakat ekberü'l-kebâir ve mûbikat-ı seb'a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmaktır.(Barla Lah.) 


 Kur'ân-ı Hakîmin azîm tergib ve teşviklerinin tam yerinde olup, ehl-i imanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları imansızlıktan ve imanın zayıflığından ileri gelmediğini, hem günâh-ı kebâiri işleyenlerin küfre girmediklerini … âyetle sâbit olduğunu ve nihayet Cenab-ı Erhamü'r-Râhimînin Gafûr ve Rahîm isimlerini melce ve tahassüngâh yaparak şeytandan istiâze edilmesini…(Barla Lah.) 


 Toplumun her ferdinin ,özellikle ahir zamanın dehşetli hengamesinde, allahın rahmetiden ümiti olmasını telkin etmek her şuurlu mülümanın en önemli vazifelerindendir. “Kulum beni nasıl tanırsa onunla öyle muamele ederim” hadis-i kudsisine itimat ve itikad eden ve herkesin hesabını sadece Allah’a vereceğini bilen bir kimse, sünnet-i seniye adabı içinde hareket etme gayretine düşerse, o büyük Şefaatcımızın (asm) şefkatli sinesine sığınmış olur. İslamiyet ailesinin, velev ki yaramaz bir çocuğu olmayı bile, bir eşcinsel kendisi için şeref saymalıdır. Ümmetinin dara düşmesine tahammül edemeyip, her ferdinin yardımına koşan O Rahmet Güneşi’nin (asm), kendilerini O’na ümmet sayan eşcinselleri unutmayacağı aşikardır.

10 Nisan 2012 Salı

Çözüme Adımlar



İnsan hayatının son nefesine kadar sürecek bir imtihanla karşı karşıyadır. Allah tarafından kendisine emanet edilen maddi ve manevi aza ve duyguları, layık olduğu macrada işleterek, gerçek kemale doğru yürür. Ve hayatının son demlerine geldiğinde, geriye dönüp geçmiş hayatına baktığında, ahirette görmeyi dilediği nimetlerin tadını hissederek Allahın rahmet kapısını çalmaya devam ederse, kulluk vazifesinin mühim bir kısmını ifa etmiş olur. Kulluğun diğer kısmı ise şüphesiz, başta farzlar olmak üzere, ibadetlerimizdir.


İnsanlar İslamiyeti esas alarak bir meseleyi değerlendirirken, birşeyi kabul veya reddederken islamiyetin mihenkleriyle konuşmak zorundadırlar. Yoksa hem kendisinin hem de muhataplarının helaketine kapı açmış olur. Mesele birilerinin ahiret ve dünya hayatlarıyla ilgili olduğu vakit yaklaşım daha nazik olmalıdır.


Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda Lem’alar isimli eserinin onüçüncü lem’asında bu mevzuya dair aşağıdaki ifadelerle bize bir değerlendirme tarzı gösterir. Bu usul ve kaide ile hareket etmek, âlim olsun, halk tabakasından olsun, herkes için İslami bir ölçüdür.


“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü'mine adâvet ederler.


Halbuki Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar birtek hasene ile, çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.


Halbuki, insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını birtek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.” 


Bir insanın sahip olabileceği en büyük sermayesi ümit ve imandır. Bir insan, imanını kuvvetlendirmek ve ümidini muhafaza etmek suretiyle hiçbir elin boş döndürülmediği dergâh-ı ilahiyeye elini samimi açar, rıza-i ilahiyeyi elde etmeyi esas gaye edinerek gayret ederse, hayatın bir parçası olan diğer ayrıntılar, kendisine ve başkasına zarar vermemek şartıyla, insanın niyetine göre değer alır.


Hayattaki ayrıntılar, eşcinsellik dahil diğer bütün vasıfları içerir. Eşcinsellik nedir ne değildir? diye bir sualin cevabı, bütün toplumu baz aldığımızda, sorduğumuz şahsa göre cevabı çok farklı olabilir. Şunu öncelikle belirtmek gerekir ki adabına uygun yapılmayan her iş toplum tarafından yadırganır. Heteroseksüel birisinin zina bataklığına düşmesi, nasıl ki edepsizlik sayılıyorsa, düşüncesizce sefahate atılan bir eşcinselin durumu da aynı kategoriye girer. Sadece bir merak veya cinsel tatmin hevesiyle eşcinsel hayat tarzına yamalanmış; eşcinsel dünyanın duygu yoğunluğundan uzak birisi bu alemde gezindiği müddetçe maddi ve manevi mesuldür. Dolayısıyla heteroseksüel dünyada, ömürlük bir hayat arkadaşı edinmek niyetiyle yapılanlar toplumca hoş karşılandığı gibi, bir eşcinsel de bu niyetle, izzetini muhafaza ederek, toplumun telaşına meydan vermeden, kendi âleminde huzura vesile olan tutarlı bir hayat tarzına girmek için, bir hayat arkadaşı edinmeyi hedef edinirse, bu durumun da toplum tarafından yadırganmayacağı bir zaman gelecektir.


Fakat bu mananın toplum içine yerleşmesi zamanla mümkün görünüyor. Bu zamanın kısa veya uzunluğu ise, daha çok eşcinsellerin hayat tarzını gözden geçirerek duruşlarını istenen şekle getirmelerine, eşcinsellik hakkında su-i zanna sebep olan kapıların kapatılmasına göre değişecektir. "Toplum bizim her yaptığımızı mubah saysın" düşüncesi ortadan kalkmadığı sürece, toplumun uyumlu bir parçası olmak da zorlaşacaktır. 


Bir eşcinsel, kendisine ruhsal, bedensel ve duygusal olarak denk olmayan kimselerden, cinsel olarak mesafeli olursa, hem izzetini korur, hem de eşcinsellerin sorunlarının çözümünde adım atmış olur, hem de insani vazifelerinin önemli bir kısmını yapmış olur.

14 Mart 2012 Çarşamba

Metodoloji



Son günlerdeki görüşmeler ve arkadaş toplantılarından görünen o ki, dini anlamaya ve kavramaya her çevreden ve kesimden büyük bir ilgi var. lakin bu büyük ve çok kapılı din evine hangi kapıdan girileceği ve açık kapının bulunması biraz sıkıntılı görünüyor.  nasıl oluyor da din herkes için iyilik ve güzellik iken eşcinsel kimliği taşıyanlara bir ağırlık oluyor? eşcinsel kimlik sahibi birisi dini kimliğe ihtiyaç duyar mı? duyarsa nasıl bu iki kimliği uyuşturabilir?

iç içe geçmiş bu soruları yine konuları iç içe geçmiş bir ders şeklinde kendime bir öğüt olarak hazırladım. 

1 [
kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat'î şehadeti misilli, bu geniş rahmet dahi, perde arkasında bir Rahmân-ı Rahîme şehadet eder. Evet, rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, Rahmân'a "Rezzâk" mânâsı verilir. Rızık ise, o derece zâhir bir tarzda bir Rezzâk-ı Rahîmi gösterir ki, zerre kadar şuuru bulunan, tasdike mecbur olur.
Meselâ, bütün zîhayatın, hususan âcizlerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve iktidarlarının haricinde, gayet harika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşcuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna musahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insanın yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddî, sâfî, halis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdatlarına gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir nevi rızık isteyen umum ağaçlara, münasip rızıklarını onlara pek harika bir tarzda koşturduğu gibi, bir nevi maddî ve mânevî rızık isteyen insanın duygularına, akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor. Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sümbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüz binler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki, o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler miktarınca dillerle ve ayrı ayrı, küllî ve cüz'î lisanlarla bir Rahmân-ı Rezzâkı, bir Rahîm-i Kerîmi bütün bütün kör olmayana gösterir.
Eğer denilse, "Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler, o ihatalı rahmete münâfidir, bulandırıyor."
Elcevap: Risale-i Kader gibi Nurun risalelerinde bu dehşetli suale tam cevap verilmiş. Onlara havale ile, kısacık bir işareti şudur:
Herbir unsurun, herbir nev'in, herbir mevcudun, küllî ve cüz'î müteaddit vazifeleri ve o herbir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. 

Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. 
Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere 
ve yanlış mübaşeret edenlere 
veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara 
veya çok hayırları sümbül vermeye vesile olanlara rastgelir; 


zâhirî, cüz'î bir şer, bir çirkinlik olur, bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcut o vazifesinden menedilse, o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücut bulmaz. Bir hayrın ademi, şer ve bir güzelliğin bozulması, çirkinlik olması itibarıyla, o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek birtek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâp edilir ki, bütün bütün hikmete, maslahata, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ, kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, su-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa, meselâ elini ateşe soksa, "Ateşin hilkatinde rahmet yoktur" dese, ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzip edip ağzına vurur.


Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve âkıbeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden Rahmâniyet ve hâkimiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz. Kendi aynasının rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb, kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa, yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hûrisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğrâ ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh-u canıyla,

]1


peki burada istisna tutulan ve başarıya engel olan durumlar nelerdir? maddi ve manevi kainat sofralarından istifade etmeye engeller nelerdir? nasıl oluyor da biz eşcinseller din algısında başarısız oluyoruz. ben kendi anlayışımı paylaşmak isterim.
kabiliyetsizler: kabiliyet, insanın kalbine yerleştirilmiş ve dünyada sünbül ve fidan haline getirilmesi dilenilmiş çekirdeklerdir. bu istidat ve kabiliyet çekirdeklerinin yeşermesi ve nemalanması çok mühimdir. Hz. Paygamberimiz (a.s.m) bu konuda insanlığa şöyle verir: "Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık alemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.". lakin kabiliyet öyle bir şeydir ki, Allahın imtihan ile onu açmak dilemesi başka şeydir, insanların başkası hakkında varlığını bilmesi başka şeydir. öyle insanlar vardır ki, o şeye kabiliyeti verilmemiş. o özellikte değil başka türlü imtihanı olabilir. o kabiliyeti yoksa o imtihanı nasıl aşacak? eğer dünya zararını Allah dilerse ya dünyada ya da ahirette tazmin eder, mutlu eder. tersi olamaz çünkü Allah rahimdir, şefkatlidir. heteroseksüelliğe kabiliyeti olmayan bireylerin de, topluma yerleşik din algısına uyamayan bireylerin de durumu böyledir. onların imtihanlarında olaylar bazen onların zararına gelişir. tüm toplumda normal olan ölçü o bireye uygulandığında  anormal olabilir, onu mutsuz edebilir. lakin yılmamak sabretmek ve Allaha itimad etmekle bu zarar ahiret kazancına çevrilir.
yanlış mübaşeret edenler: iman ve islam tarifinden istifade etmek dileyen eşcinsel birey tasnif edilmemiş internet gibi bir bilgi kaynağı karşısında, yada kişisel hislerin seçimleri altında şekillenmiş mealler karşısında şaşırır. çünkü onun merakını gidermek için başını okşayan bir din ile değil onun açığını arayan görevlendirici bir din ile muhatap olduğunu düşünür. oysa kolayca ulaştığı noktalar en az islamla alakalı olan yerlerdir. ne kaynak olabilir, ne hüküm çıkarmak için aracı olabilir ne de bilinçli insanlar için değer ifade eder.yanlış taraftan başlamak bazen tüm hayat kadar geç kalmaya sebep olabilir. ön kapı açıkken arka kapı kilitli diye ömür geçirmek son derece zarar verici olur. doğru silsilesi için doğru otorite şöyle bir reçete önerir: 


2[
Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."
Hem demiş ki: "Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez."
Öyleyse, tarik-i Nakşînin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbânî de (r.a.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
İkincisi: Ferâiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
]2

bu manevi doktorun ifadesine göre temel olan imandır, imanı geliştirmektir. islami tatbikatlar, meşrebler, ancak bu meseleye dayanarak yerleştirilirse bina tamam olur. hakaik-i imaniye yani iman hakikatları en önemli adımdır. kişiliğin kurulmasında kimlikler önemlidir. dini kimliğin oluşmasında en temel olan ise iman hakikatleridir. iman hakikatleri ya geleneksel olarak aileden gelir, ya da kendi gayret ve çabası ile eğitim ile uygulama ile kişisel olarak geliştirilir. yani ya teslimi yada tahkiki olarak elde edilir. "teslimi iman" şüpheden salim kalamaz. "tahkiki iman" ise her olay üzerinde Allahın rahmetinin izini özünü görüp müşahede edebilir. genelde eşcinsel birey için karışık gelen, bu yapıda aslında en öz olan da budur. kabukla ve renklerle uğraşmayıp doğrudan en öz olan bu merkeze yürürse, hem kendisi için hem toplum için hem de toplumsal tepkiler için en doğru duruşu almış olur.

ceza ve terbiyeye müstehak olanlara:  ceza karşılık demektir. terbiye ise Rab isminden gelir ve şu andaki durumundan daha kamil bir seviyeye sevkedilmek demektir, Allah, Rab ismi ile tüm mahlukatı bulunduklarından daha kamil bir seviyeye sevkeder, terbiye eder. Allah rahimdir, şefkatlidir, şefkati gereği daha güzeli diler. hem herşey güzeldir, ya bizzat güzeldir, ya neticesi itibari ile güzeldir. öyleyse başımıza gelenlerde görülen ceza ve terbiye hakikatı bizi yıkmak yoketmek için değildir. eşcinsel bireye basit ve sığ insanların yüze çarpar gibi söyledikleri Lut (a.s) hikayesi dinden uzaklaştırmak için değildir. çünkü Allahın kainattaki tavrı, Kur'andaki ifadesi böyle değildir. eşcinsel bireye sadece Lut (a.s.) kıssası değil, tüm Kur'an ayetleri bakar. 300620 harfi de muhataptır. çünkü eşcinsellik insanın özelliklerinden birisi ile alakalıdır. Kur'an ise "ey insan" der, insan paydasına giren herkesi muhatap alır. bir özelliği ile, insan paydasından hariç tek bir vasfı olanı daire dışına atmaz, bir özelliği dahi insan vasfını tuttursa muhatapı olarak kabul eder. şuursuz, hasta yada ölü olsa bile miras vs diğer hukukları ile onu bahis konusu yapar. 

eşcinsellik heteroseksüelliğin eksikliği değildir. toplum içinde hayatları ile ispat ettikleri gibi eşcinsel bireyler sanatta ve toplumsal pek çok dalda kariyer yapabiliyorlar. yetenekleri eksik değildir. madem ki algıda hassasiyette ve yetenekde zengindirler, elbette bu ikramın karşılığı olan şükrü ruhlarında çok daha fazla hissederler. böyle değerli ikramları doğru yerde sarfetmediklerinde ise ceza ve terbiyeye daha müstehakdırlar. çünkü tokat yakında olana vurulur. işte bu yüzden bazı Allah dostları ikaz edilmedikleri zaman kederlenmişlerdir.

çok hayırları sümbül vermeye vesile olanlara: zengin istidatlar demek, kalabalık bir kalp demektir. çok farklı duyguların ve algıların zenginliği demektir. bu denli kalabalık, genel bir rahatı arzu eder, kişisel bütünlüğü arzular. genelde hepsinin lezzet alabileceği bir hayat düzeyini talep eder. itilip kakıldığı, yok sayıldığı ortamlara tahammül edemez. eğer çevrenin üstesinden gelemezse hayattan ümidini kesebilir. daha zengin yaratılışlı olduğu halde bunalıma ve intihara daha yakın bir duruş gösterebilir. işte bu nokta en kıymetli bir ticaretten haber verir. az hem pek az bir zahmetle ümit verilirse, çok hem pek çok büyük bir kazanç elde etmek mümkündür. insanların Kur'anla köprüler kurmalarına vesile olmak pek kıymetlidir. ruhsal bütünlüklerine ulaşmalarına, yeteneklerinin ızdıraplarından feryad eden ferdlere teselli ve itminan vermeye gayret etmek çok kıymetlidir. hem dünya kardeşliği için kıymetlidir. hem ahiret kardeşliği için kıymetlidir. hoşumuza gitmeyen bir vasfı yüzünden pek çok özellikleri olan bir kişiye husumet beslemeyi Kur'an menetmiştir. elbette bir gemide yüz şer adama mukabil tek bir hayırlı adam olduğunda bile batırılmasına müsaade etmeyen Kur'ana göre yüz hayırlı adamla beraber bir şer adam var diye o gemi batırılmaz. batırmak gibi ötekileştirilemez. velev ki şerden bize de zararı dokunacak olsa, o zaman o zarara tedbir alınır. demek zor sınavın eşcinselin başına gelmesi ona zulmetmek için değil çok güzellikleri netice versin diyedir. hem bu imtihanı kaldıramaz bir zayıflıkta değildir. bu imtihanı kaldırabilecek ekipman da ona verilmiş, pek çok yetenek onun emrine verilmiştir. bu sebeple kendisinden beklenilen tek bir olaydan ve cevaptan fazlasıdır. çok hayırları sümbül vermeye vesile olanlara bazen olmadık hadiseler rast gelir, lakin onlar kendilerini bildikleri ve Rablerine itimad ettikleri için her durumu kendileri hakkında güzel bir sayfaya çevirirler. evet kendini bilen Rabbini bilir...

öyleyse dini kimlik elbette benim içindir. cinselliğim ve milliyetim gibi dini kimliğim de onurumdur. hem ona ben muhtacım. çünkü  

3[
bütün ehl-i ihtisas ve müşâhedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla, o uzun ve karanlıklı ebedü'l-âbâd yolunda zâd ve zahîre, ışık ve burak ancak Kur'ân'ın evâmirini imtisâl ve nevâhîsinden içtinâb ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, san'at ve hikmet o yolda beş para etmez. Onların ışıkları kabrin kapısına kadardır.
]3

4[
Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem     sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.
]4

[1] Risale-i Nur / Şualar / 15. Şua
[2] Risale-i Nur / Mektubat / 5.Mektup
[3] Risale-i Nur / Sözler / 7. Söz
[4] Risale-i Nur / Mektubat / 16. Mektup