30 Kasım 2010 Salı

Sosyoloji Notları 1


sabah kalktığımızdan akşam yattığımıza kadar geçen süre içinde sürekli bir koşuşturmaca ve çözümleme gayreti içinde hayat geçiriyoruz. genelde bu toprakların insanları başlarına gelen şeylerin sadece kendi başlarına geldiğini ve musibete hedef oldukları için hayatın yapışan ağırlığı içinde sürüklendiklerini düşünüyorlar. oysa sosyolojik bakış kazanmakla bu hayat algısı değişebiliyor. aramızda maalesef ortak payda olamamış, etik bir bakışa dönüşememiş bu ve benzeri bilimsel değerler olmadığı için hayatımızda kaliteden bahsedemiyoruz.

sosyolojik düşünmenin bireye sağladığı en büyük fayda, şimdiye kadar düşünmediği farklı bir şekilde düşünmeye başlamasını ve böylece o güne kadar tanıdığını düşündüğü dünyanın şimdi olduğundan daha farklı bir dünya olabileceğini keşfetmesidir.

Bauman'a göre sosyologlar, insanların yaşadığı bireysel olayların daha geniş olguların yansıması olduğunu gösterir ve insanların deneyimleri arasındaki benzerlikleri, benzerlikler arasındaki farklılıkları ortaya koyarlar.

evet, sosyoloji, yaşamın görünüşte bildik olan yanlarının nasıl başka bir gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini gösterir. bilimsel felsefeye inanan bir toplumda sosyolojinin, islamın düşünüşünün yerleşik olduğu bir toplumda içtimai değerleri inceleyen bilimlerin köklenmiş olması gerekir. anadolu gibi iki taraftan da budanmış bir coğrafyada toplumun eksik bakışı, eksik algısı olan bireyleri ortaya çıkarmakta, fanatizmi körüklemektedir.

Coser'e göre sosyoloji, hem toplumların içindeki ve toplumların arasındaki farklılıkları hem bu farklılıklardaki benzerliği gösterir. bu yolla toplumsal yaşamın kalıpları ortaya konduktan sonra, bireyler içinde yaşadıkları dünyayı da kendilerini de daha iyi anlarlar.

sosyolojinin en temel kavramı toplumdur. toplum bireylerin toplamından ibaret değildir., insanlardan oluşan bir topluluğun toplum olabilmesi için üyelerinin ortak bir kültürü ve ortak toplumsal kurumları paylaşmaları ve aralarında karşılıklı ilişkiler olması gerekir.

o zaman bu anadoludaki toplumdan bahsederken, toplum diyebilmek için dini kimlikleri kendi bünyesinde toplayabilen kurumlara ihtiyaç vardır. milli kimlikleri temsil edebilen kurumlara ihtiyaç vardır. cinsel kimlikleri ayırmadan hepsine hitap eden kurumlara ihtiyaç vardır. geçmişin ortak kültürünün ortaya çıkarılmasına, kardeşliğin altının çizilmesine, güncel kurumlar tarafından şefkatle kucaklanmalarına, aralarında ilişkiler olmasına ihtiyaç vardır. yani sadece "evet varlar, bir yerlerdeler, yaşasınlar orada işte!" demek çözüm değildir.

toplumu oluşturan şey, bireyler değil; bireylerin arasındaki ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır. yani bireyin varlığına değil, bireylerin arasındaki ilişkinin varlığına odaklanmak gerekir. bu ilişki karşılıklı olduğunda paylaşım ortaya çıkar. gerçekten seven iki insanın artık aralarındaki sevgi o ikisinden farklı bir üçüncü olarak değerlendirilmelidir. bunu yapabildiklerinde ve sevgiye yatırım yapabildiklerinde, büyütebildiklerinde güçlendirebildiklerinde, hayatın tahribatı karşısında durabilen bir aşkı kazanmış olurlar. ortak yaşamın temeli böylece atılmış olur. bireysel çıkarlar bu sevgiye feda edilemediğinde üçüne birden dokunacak zarar ihtimali doğar. ortak yaşayan toplumlar da, ortak yaşayan kimlikler de böyledir.

Giddens'e göre hayatımızdaki etkinlik ve davranışlar, toplum içinde düzenli ve sürekli olarak tekrarlanacak şekilde örgütlenirler. işte bu toplumsal yapıdır. toplumsal yapı, toplumun içindeki bireyler arası ilişkiye bir standart getirirken, diğer toplumlardan da farklı ve özgün bir duruş gösterir.

gariptir ki, yurdumun sosyologları bu kavramı, toplumun temel değerleri ve korunması bakımından zorunlu sayılan nispeten sürekli kurallar topluluğu olarak tanımlamaktadırlar. böylece ortaya korumacı ve kendini saldırı altında kabul eden gerilimli ve eskiye, içe, kendine dönük bir toplum algısı çıkmaktadır. oysa bu değişken bakış açısından daha objektif değerlendirme gerekmektedir. hem uzmanlar subjektif ve lokal değil tüm insanlığa bakan ifadeler ortaya koymak zorundadırlar. ifadeler, tıpkı bugünkü toplumun ecdadının asırlar boyunca ortaya koyduğu gibi, her iklimi içine alabilmelidir. tanımlar ne muhafazakarlık ne de yenilikçilik etkisi altında kalmamalıdır.

Durkheim'e göre toplumsal olgu yada gerçeklik, bireye standart getirme gücü olan davranış, düşünme ve hissetme biçimleridir. bireyin hayat algısı oluşurken mensubu olduğu toplum tarafından biçim verilir. işte bu ahlaktır. biçimlenmeye karşı tepkiye, biçimlenme yetersizliklerine, toplumla olan ilişkinin yoğunluğuna göre farklı ahlaklar ortaya çıkar. her toplum içinde fertler o toplumun gerçekliğine farklı oranda katılırlar. bu olgunun birey açısından anlaşılması çok önemlidir. ancak idrak etmekle muhatabına tolerans tanır.

sosyolojide benlik, kişinin zamanla diğer insanların hakkında düşündüğüne kendi de inanması ile oluşan algıdır. Coser bu algının, bireyin kendi kimliği ve kişisel özellikleri hakkında büyük ölçüde başkalarının toplumda kendi yerini nasıl tanımladığına dayandığını söyler. evet benlik, kendimize kimliğimize ve niteliklerimize ilişkin algı ve düşüncelerimizin bütünüdür. yalnız burada gözardı edilen küçük nokta ise bireyin,sadece öğrenmesi değil; kendine öğretilen ve kabul ettiği benliği ile karakterinde önceden varolduğuna inandığı özelliklerin farkedilip ortaya çıktığında örtüşmesi gerçeğidir. olaylar ve hayat doğruluğunu tasdik ettikçe isimlendirmenin gerçekliği daha da yerini bulur.

birey ilişkilerinde toplumsal olarak tanımlanmış beklentilere rol denir. rol, birey davranışındaki toplumsal beklentidir. toplumsal yaşam, herkesin rollerine uymasını kendinden beklenen ve önceden tahmin edilen davranışları yerine getirmesini bekler. birey toplumla ilişkileri adedince beklentilere ve bu beklentilerden doğan rollere muhataptır. hem kadın hem çocuk sahibi ise anne rolünü yerine getirmesi ondan beklenir. bazen bu roller birbiri ile ters düşer. Coser'in örneği gibi polis baba baskında suçlular arasında oğlunu bulursa, baba rolü ile polis rolü çatışır. rol çatışması doğar. iyi bir polis gibi davransa iyi bir baba gibi davranmamış, iyi bir baba gibi davransa iyi bir polis gibi davranmamış olacaktır. rol çatışması hepimizin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur.

"değer", davranışlarımızı yargılarken, hayattaki amacımızı seçerken başvurduğumuz, toplumsal olarak paylaşılan, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır. Bilton değeri, toplum tarafından önemli görülen ideal ve inanç olarak tanımlar.

"norm", yaptırımı olan insanların davranışını belirleyen beklentilerdir. şiddetlerine göre sınıflanırlar. uygun kıyafet giymek gibi gelenekler zayıf norma, ahlak dışı hareketler örf gibi normlara, kanun dışı hareket etmekten doğan durumlar ise yasa denilen kuvvetli norm grubuna girer. normlara uyulmadığında toplumun aldığı tedbire "yaptırım" denir.

toplumsallaşma, bireyin üyesi olduğu topluma ait değer ve ve tutumları, bilgi ve becerileri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendiği etkileşim sürecidir. böylece hem bireysel gelişim sağlanır hem toplumun devamlılığı sağlanır. reddedilen yada gizli kalan kimlikler bireyin toplumsallaşmasını engeller. bazen ideal ve inançlar da toplumsallaşmayı engeller. o zaman birey kendi sürecine zarar vermiş olur. bu zarar bazen maalesef sadece kendinde kalmaz. aidiyet hisleri yeterli derecede olamadığından hayatın ağırlığı karşısında toplumla yeterli yardımlaşma ilişkisi kuramaz. bu da sıkıntılı bireyleri ve sıkıntılı toplumu ortaya çıkartır. bu duruma önlem almak tüm insanların görevidir.

28 Kasım 2010 Pazar

Uzun Dönem İlişkinin Esasları 4

bana en çok yazılan sorulardan birisi seni de meşgul etmiş :

"etrafım da eşcinsel tanıdığım yok, ailem muhafazakar, yani ben desem ki erkeklerden değil anne, kadınlardan hoşlanıyorum, olmaz..çünkü çok havada kalır.çünkü cinsel kimlik bi tarafta dursun dinsel kimlik konusunda da görüşlerimiz farklı onların ve dahi tüm çevremdekilerin inandığı allaha yaklaşımları ve benım yaklasımım farklı hatta bu farklılık milli kimlik vs. hepsinde böyle.bu yüzden havada kalır diye düşünüyorum...

biraz uzun oldu umarım okurken yormamışımdır seni yorduysamda kusura bakma eflatoon ama artık sormak isteğini çok güçlü hissediyorum.nasıl çıkılır bu sıkıntıdan hayat pratiğini nasıl kazanmalıyım nasıl inanıyosun bir erkeğin bir erkeği bir kadının da bir kadını sevmesinin hiç bir sakıncası olmadığına neler okudun neler gördün ben bunları görmek için ne yapmalıyım sence bana biraz fikir verebilir misin?çok minnettar kalırım...

selam,
yakin"

bu konunun cevabı, bu hayatta verilmediği için dünyada cevabı da yok. çünkü herkes için değişen bireysel değerlendirmesi var, sonucu da ancak ahirette...

malumunuz, "Eğer Allah razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder."

evet hayatta sınavımızda sorular bize geliyor, teklifleri bize geliyor, biz seçiyoruz ve biz sorumlu oluyoruz. her dediğimiz her yaptığımız her iddialı duruşumuz bir sorumluluk olarak bize dönüyor ve şu alemde görünen ince hikmet ve büyük yönetimden anlaşılıyor ki dönecek.

birbirini sevmenin hükmü nedir? ne zaman iki sevgili "biz" haline gelir? aralarındaki ifade ve duygusal alfabe ne zaman güçlü bir birliktelik ifade eder? tüm bu sorular o ilişkinin iç alemlerinde nerede olduğu ve nereye konduğu ile alakadardır. eşcinsel olsun olmasın, tüm birliktelikler ki buna resmi olarak tanınanlar da dahil, ahirette de tanınacağına dair hiç bir ön belirti taşımazlar. çünkü ebediyet önce kişinin kendi seçiminden, sonra bu niyetin ortaya çıkıp yaratılmasından, kulun bundan sorumlu olmasından, ahirette ilan edilip Allahın razı olmasından geçer. Allahın rızası da yapılan yada adlandırılan kavrama dahil olup olmaması ile alakalıdır. yapılan iş, ortaya konan kavram, tanımlanan ifade içinde Allah için birbirinin yanında durmak ve birbirini Allah sevgisine teşvik etmek esasları olmalıdır. dünyanın gamı kederine karşı güzel bir teselli edici yoldaş, imana ve Kur'ana teşvik eden bir yol arkadaşı manasına gelen her türlü birlikte hayat geçirme süreçleri, nasıl görünürse görünsün, halklar ondan razı olsun olmasın, ister birlikte yaşama ister askerlik ister ticaret ister başka sosyal konulara baksın hep kazançlıdır. nikahın teknik bir detayı da var ki, o da topluma ilanıdır. toplum yada topluluk konusunda belirlenen ölçü ile igili detaylar zaten bellidir. "bizim şu anda ilk aklımıza gelen bir düğün evi dolusu insan"dan da farklıdır.

şimdilik kapalı ve küçük gruplar içinde gelişen eşcinsel birlikteliğin bir usulünün doğması normal evlilikleri de daha sağlıklı yapacağı görünmektedir. çünkü sevgiyi paylaşmanın esaslarını ve gerçekliğini tekrar keşfetmek gerekmektedir. bu tüm toplumu hem yalandan arındırmak hem de kullandığı kelimelerle anlattığı manayı aynı yapmak için hayati bir gelişmedir.

kanun korumasından ve toplumun resmi desteğinden uzak görünse de eşcinsel birlikteliklerin yıllara meydan okuyarak artması ve başarılı örneklerin çoğalması güzel bir gelişmedir. bu konudaki en büyük gücümüz duadır.

"Bazan olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin” denilmez.

İşte, şu "La şerike leh" kelimesi ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâlin huzuruna girip hâcâtını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah ve süruru kazanabilir."

15 Kasım 2010 Pazartesi

Başı apaçık örtülü



toplumsal bazı gerçekler vardır. her toplum kendi gerçeklerini er geç kabul edip kendi muhasebe eleğinden geçirip tartıp onu sıralamasında bir yere koyarak hayat algısını şekillendirir ve karakterini görünür kılar.

gerçek, kadın hakları bahsinin artık demode olduğudur. nasıl ki, "temiz hava hakkı" artık demode olmuş ve yerini "temiz hava sahası"na bırakmıştır. yani artık insanın temiz hava hakkı anlaşılmış yerini sonraki adıma bırakmıştır. dünyada da kadın hakları demodedir. asıl olan bu hakkın ne kadar kullanıldığıdır. bunun ötesi inandırıcılığı olmayan lakırdı olarak kalır. çünkü artık çağın algısı değişmiştir. değişemeyen bir kaç klasik anlayışlı sadece tartışmasını yapar. artık sorulacak soru bir kadının vali olabilmesi, komutan olabilmesi, profesör olabilmesi, veli olabilmesi, kanaat önderi olabilmesi değil, niçin müsteşarların yarısının, valilerin yarısının, milli güvenlik kurulunun yarısının, islam fikir yapısı içindeki ağırlığın yarısının kadın olmadığıdır!

buraya kadar endieşelenenler bundan sonrasını okuyup kriz geçirmekten korkuyorlar. çünkü bir dini kimliği tanımakla tüm kimlikleri tanımış, bir peygamberi bilmekle tüm peygamberlik mesleğini kabul etmiş olursunuz. bir milli kimliği tanımak tüm milli kimlikleri tanımayı gerektirir. kardeşliği bilmeyen bir kaç sığ düşünceli şu ifadeleri, vatanı parçalamakla eş tutar. çünkü gerçek, farklılıklar arasındaki yardımlaşmanın ortaya çıkması ve ahengin kurulmasıdır. bunu istemeyen ve sırf kendini haklı ilan etmek için vatanının felaketini arzu edenler hariç istisnaya bakıp tersini iddia etmez. aynen öyle de kadın hakları arkasından tüm cinsel kimliklere de özgürlüğün geleceği ve gelmesi gerektiği aşikardır.

pek yakın bir zamanda, eşcinsel haklarının varlığı değil, niçin valilerin, müsteşarların ve karar mercilerinin onda birinin açık eşcinsel olup toplumla uyumlu bir modeli ortaya koyan insanlardan oluşmadığı sorgulanabilir.

kadın hareketinden kastedilen "evet çok önemli şeyler söylüyor ama o bir kadın" ifadesindeki ötekileştiren bağnazlıkla mücadeledir. insanın insan yerine konmasıdır. "evet çok önemli şeyler söylüyor ama o bir travesti" ifadesi aynı bağnazlığın başka bir ifadesidir. bu algı ortadan kalkması için yeterli temsil oranları elde edilmesine ek olarak aynı zamanda genel tavrın da o bireye insan gibi muamele etmesi sağlanmalıdır. elbette bu eşcinsel yada travesti o bireye de sorumluluk olarak döner. çünkü artık ayakları yere basan, tutarlı, toplumla barışık , ortak değerleri incitmeyen ve ahenkle toplum katılan profil çizmek zorundadır. "temsil" havailikle heba edilemeyecek kadar büyük bir kıymettir.

"kadının yeri evidir" yada "kadın için en istikametli davranış kapalı kalmasıdır" gibi kişisel ifadeler kadar, aynı dinin içinde olan kendi işini kurup kendini geçindirmeye özendiren ifadeler de toplumda yerini bulacaktır. sonrasında da eşcinselin ahlaksızlıkla ilişkilendirilmesinin sona ereceğini tahmin edilebilir. çünkü artık kişisel ahlak algısının tartmaktan öte, vatan evladı olan bir bireyin topluma ahenkle katılması sorunu halledilme aşamasına gelmiş olacaktır.

maalesef bu apaçık ve hızla ilerlenilen yolda ayağımıza engeller çıkarılıyor ve dünyanın gereği olarak sıkıntılar örülüyor. nasıl oluyor da üniversite öğrencilerinin yarısı kadın değil tartışılması gerekirken, başı açık kapalı, haline geliyor. mahallede ve önceki kuşaklarda dert olmayan özellikler dertmiş gibi sunulup asıl mesele örtülmektedir. bundan islam karlı çıkmıyor. bundan karlı çıkan bağnazlıktır. bundan karlı çıkan cahilliktir. bundan karlı çıkan sembolleştirmek ve semboller ardında atalettir. bu ise bireyin kullanılmasına gider...

bir zaman çok gayretli bir eşcinselin, sırf inandığı sembolleri koruduğunu düşündüğü için; eşcinseli hasta yerine koyan bir kuruma aşk derecesinde tutkusunu ve oradaki despot ve insan hak ve hürriyetinden cahilleri bile övdüğüne şahit olmuştum. şimdi ise gerçeği arayan her genç, kişi hak ve özgürlüklerinin her alana yayılmasından doğan ve vatan sathını içine alan o çeşitlilik içindeki dinamik kuvveti görüyor. bu güzel gelişmeler geleceğin de ne denli güzel olacağını haber veriyor...

elbette kendini dini kimliğine adayan kadınların varlığı bir iftihar vesilesidir. diğerleri için ise bir başarısızlık değildir. bu bir hal ve oluştur ki, kendinde bu şevki görenler hayatlarını maneviyata adarlar. lakin bu istenilmekle elde edilmez belki ikram edilir...

böylesi duygusal kalbe bakan ve manevi meseleleri tamamen dışarıdan ve eğreti tartışmalara çekmek asıl olması gereken standartları tartışmaya engel olmaktadır. zaten bu mani dışarıdan ve suni çıkarıldığı da ortadadır. çünkü sonuca ulaşmamakla zaten iş görmektedir.

eğer kadınlar bunu aşabilir ve meselenin merkezini toplum içinde doğru yerde bulunmaya kaydırabilirlerse, ki yakın görünüyor, bu sefer de eşcinsellik için ahlaksızlık ahlaklılık, dizsizlik dindarlık sıkıntıları çıkartılacak görünüyor. suni gündemden hemen kurtulmayı öğrenmek gerekiyor. meselemiz olan iman meselesi başka şeylere benzemiyor. elden geldiğince doğruluk ve toplumsal ahlak için ağırlığımızı koymak ve insani duyguların ve güzelliklerin yayılması için gayreti artırmak gerekiyor... binler eşcinsel samimi ve doğru yaşadığı halde bir kötü örnek hemen ortaya bağrıla çağrıla atılacaktır. bu tür rezaletlerle hem kendi hem gelecek kuşakların maneviyatını bozmamak için nazarımızı ve dikkatimizi meselemiz üzerine yoğunlaştırmak gerekiyor...