8 Temmuz 2010 Perşembe

Mi'raç




Mâdem,
Şu kâinat ve mevcudât var ve içinde ef'âl ve icad var.
Hem mâdem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, san'atlı bir nakış nakkaşsız olmaz.
Elbette, şu kâinatı dolduran ef'âl-i hakîmânenin bir fâili ve yeryüzünün mevsim bemevsim tazelenen hayretfezâ nukuşlarının, mânidar mektubâtının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır.

Hem mâdem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor.
Hem mâdem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var.
Öyle ise o Hâkim birdir.


Bir olmazsa-çünkü herşeyde san'at ve hikmet o derece acîbdir ki, o şeyin Sânii, herbir şeye muktedir olacak, herbir işi bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâzım gelir; öyle ise, bir olmazsa-mevcudât adedince ilâhların bulunması lâzım gelir. O ilâhlar hem birbirine zıd, hem birbirine misil olacaklar; ve o halde şu acîb intizam bozulmamak yüz bin defa muhâldir.


Hem mâdem şu mevcudâtın tabakâtı, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emir ile hareket ettiği bilbedâhe görünüyor. Yıldızların, güneş ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ bâdem çiçeklerine kadar herbir tâife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir sûrette Kadîr-i Ezelînin o tâifeye verdiği nişanları, formaları, güzel libasları ve tâyin ettiği harekâtı, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhâr ediyor. Öyle ise, şu kâinatın, mevcudâtı Onun emrine bakar ve imtisâl eder, perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır.


Hem mâdem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmâne şehâdetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir.

Hem gösterdiği ihsanât ile gayet Rahîm bir Rabdir, hem izhâr ettiği güzel san'atlarıyla san'atperver ve sanatını çok sever bir Sâni'dir. Hem gösterdiği tezyinât ve merakâver sanatlarıyla zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celb etmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir.

Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyirü'l-ukûl tezyinâtın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip nereye gideceğini, rubûbiyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbete bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rubûbiyetini göstermek ister.


Hem mâdem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lûtuf ve merhamet ve garâib-i san'at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister; elbette zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne olduğunu bir mübelliğ vâsıtasıyla bildirecektir.

Öyle ise, zîşuurlardan birisini tâyin edip onun ile o rubûbiyetini ilân edecektir.


Ve sevdiği san'atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vâsıta edecektir.
Ve o ulvî makâsıdını sâir zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhâr etmek için, birisini muallim tâyin edecektir.
Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu mevcudâtta gizlediği muammâ-i rubûbiyeti mânâsız kalmamak için, her halde bir rehber tâyin edecektir.
Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği mehâsin-i san'at faydasız ve abes kalmamak için, onlardaki makâsıdı ders verecek bir rehber tâyin edecektir.


Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkınde bir makama çıkaracak ve marziyâtını ona bildirecek, onlara gönderecektir.

Mâdem hakikat ve hikmet böyle iktizâ ediyor.
Ve şu vezâife en elyâk Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir sûrette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet bir şâhid-i âdil ve sâdıktır.

Öyle ise, o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkıne çıkıp, bütün mevcudâttan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumi, ulvî, küllî bir sohbet etsin.

İşte, Mi'rac dahi bu hakikati ifade ediyor.


Elhâsıl: Mâdem
şu azîm kâinatı mezkûr maksadlar gibi çok azîm makâsıd ve çok büyük gâyeler için şu sûrette teşkil, tertib ve tezyin etmiştir.
Hem mâdem şu mevcudât içinde şu umumi rubûbiyeti bütün dekâikı ile, şu azîm saltanat-ı ulûhiyeti bütün hakâikı ile görecek insan nevi vardır.
Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuşacaktır, makâsıdını bildirecektir.


Mâdem her insan cüz'iyetten ve süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin küllî hitâbına bizzat muhatap olamıyor; elbette, o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar.

Tâ iki cihetle münâsebeti bulunsun: hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.


Şimdi, mâdem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makâsıdını en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rubûbiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır; elbette, bütün efrâd-ı insaniye içinde öyle bir mânevî seyr ü sülûku olacaktır ki, cismânî âlemde seyr ü seyahat sûretinde bir Mi'racı olacaktır. Yetmiş bin perde tâbir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef'âl ve tabakât-ı mevcudâtın arkasına kadar kat-ı merâtib edecektir.


İşte Mi'rac budur.

2 yorum:

  1. Allah hepimize bu manevi feyzden istifade etmeyi nasib eylesin..

    YanıtlaSil
  2. istifadeli gecirmek dilegiyle insallah.

    YanıtlaSil