7 Aralık 2010 Salı

Değişen Anadolu 2


insanın onurlu duruşu ve samimi niyeti başarısının temelini hazırlıyor. artık dini çevre olarak öne çıkan isim ve mercilerin eşcinsellerle muhatap olduklarında dikkat ettikleri noktalar var:

. eşcinsel erkek, "kadına değil, erkeğe ilgi duyan" anlamına geliyor. "kadına yada erkeğe giden" anlamına gelmiyor. "eşcinsel olmakla önüne gelen erkeği potansiyel zevk malzemesi yapar" anlamına gelmiyor. artık eşcinsel de hayat arkadaşı ifadesini kullanmaktadır.

. eşcinsel kimliği kabul etmek, aileden ve toplumdan atılmak, rezalet ve sefalete düşmek anlamına gelmiyor. maddi gelirini giderini dengeleyip, toplumda onuru ile yerini alması gündeme geliyor.

. eşcinsel olmak kadın veya erkek kimliğinden birini tercih etmek anlamına gelmiyor. eşcinsel, travesti olmaya giden yolun bir basamağı değildir. eşcinsel kendi cinselliği ile kavgasızdır. paylaşacağı cinsin de kendi cinsi ile aynı olmasını diler.

. eşcinselliğin tarihte ne denli rahat yaşandığı ortaya çıkıyor. büyük evliyadan bazılarının gençlikteki özel halleri olarak kabul edilip görmezden gelinmek bir tarafa artık karakterin asli bir özelliği olarak kabul ediliyor.

. "eşcinsel de olsa evlensin. bak nasıl değişecek" deyip evlendirildiklerinde sadece çevrenin alkışlamasına mukabil hem kendi hem eşi hem evladı için cehennem hayatı geçirdikleri daha da iyi anlaşılıyor. uyumsuz ve denk olmayan kimlikten kurulu aile kurumunun hepimize zararı olduğu artık konuşulabiliyor.

. psikoloji sosyoloji ve tıp gibi pozitif bilimlerin eşcinsel kimliği her yönü ile önyargısız araştırmaları ister istemez, manevi bağlarını da belirginleştirmeyi gerektiriyor. artık eşcinsel demek dinsiz olmak zorunda kalmış, camiden cemiyetten atılmış, hakareti önüne dedikodusu ardına takılmış, intihar yolunun yalnız yolcusu anlamına gelmiyor.

. eşcinseller her ülkede aynı oranda varlar. oraya adeta ekiliyorlar. bu oranı dileyen kainatın sahibi de işine hiç kimseyi müdahele ettirtmiyor. bu sebeple en radikal ülkelerden en liberallere dek her yerde eşcinseller önce kendi varlıklarını kabul ediyor, ardından da kendi manevi ihtiyaçlarını çekinmeden arıyorlar. doğru istedikleri takdirde umulmadık yerden gelen yardımla istikamet önlerinde açılıyor. hac ve umre dahil pek çok büyük dini organizasyonda tüm onurları ile çekinmeden, kimliklerini inkar etmeden, çevreyi rahatsız etmeden, ağırbaşlılık ve sevinçle katılıyorlar. orada sadece fiziksel olarak var olmuyor, aynı zamanda manevi feyizlerden ve kemalat'tan da istifade ediyorlar. hiç kur'anın lanet ettiği, kur'an okurken, kur'andan haz alabilir mi?

. müslüman eskiden tüm merakı ile ve heyecanı ile kainattan rabbinin işaretlerini okuyan önyargısız adam anlamına gelirken, geleneklerle ağırbaşlı ve kurumların ölçüleriyle bir derece örtülü ve perdeli bir görünüm almış. türk kimliği, cesaret ve heyecanın en güzel ve samimi örneklerini tarihe yazarken, şimdi geleceğinden endişeli, çevresine güvensiz bir acayip tedirgin görünüm almış. eşcinsel kimliğin de böylesi vartaları bulunmaktadır. bu tehlikelerden kurtulup, silkinip tüm kimliklerine sahip çıkıp, tüm bu kimliklerinden dolayı şükredebilmek ve hepsi ile rabbine yönelmek durumundadır. bu tavır diğer kimlikleri üstündeki yüzyılların örtüsünü kaldırıp o taze hali ona verecektir. elbette bunu yaparken samimiyet ve nezaket ölçüsü olarak önünde örneği vardır. sünneti seniyyesi ile son peygamber (a.s.m) ona tüm ihtiyaç duyduğu şevki ve tecrübeyi verecektir.

. eşcinseller eskiden gözü kapalı evlendirilirdi. sonra da bu yaralı aile kurumunun işlevsizliği, ortaya çıkan rezaletler, cinayetler vs karşı görmezden gelen bir garip anlayış ile o eşcinselin suçu olarak omzuna bindirilirdi. artık eğri oturup doğru konuşan, iletişim ile olayların kökenine inen insanlık kendi evladına gerekli itibarı vermektedir.

. eşcinseller kobay hayvanı gibi kullanıldılar. efsunlar muskalar, hormon tedavileri, terapiler, ilaçlar ve dualar altında kuşaklar harcandı. şimdi buradan durup geçmiş mazinin derelerine baktığımızda felsefemizin kurbanı olmuş onca insana karşı insanlık olarak diyeceğimiz söz, yalnızca özrümüzdür. bu özür ise bundan sonraki genç kuşaklara merhamet göstermektir. merhametin karşılığı ise hürmettir. evet eşcinsel hassas, zarif her ruh, kendisine verilen kıymete mukabil yalnızca hürmet hisseder. mensup olduğu toplumu ileri taşımak için canını dişine takar. böyle yetenekli insanları kendine yok yere düşman etmek ise sadece zarar getirir. sanki dünyada hiç hasmı yok gibi kendi eşcinsel evladı ile uğraşan karşılığını fazlası ile zarar olarak görür. bu sebeple dünya olarak, eşcinsel düşmanlığı olan homofobi, yakın geleceğimizin en büyük marazı olarak görünmektedir. eğitim ve insanca muamele elbette tüm psikolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi homofobi'de de elimizdeki en büyük ilaçtır.

. her zamankinden fazla bir olmaya ve birliğe ihtiyacımız var. her zamankinden fazla bir araya gelmeye ihtiyacımız var. bir araya geldiğimizde her zamankinden fazla birbirimizi dinlemeye ihtiyacımız var. her zamankinden fazla evrendeki, yurdumdaki, ailemdeki birliği anlamaya ve onunla ahenkli olmaya ihtiyacımız var. bu ahenge kanaat etmeye, bu ahengi bozmamaya, bu ahenge katkıda bulunmaya; mesafeli ve disiplinli bir katkıya ihtiyacımız var. zaten tevhid birlik demektir.

30 Kasım 2010 Salı

Sosyoloji Notları 1


sabah kalktığımızdan akşam yattığımıza kadar geçen süre içinde sürekli bir koşuşturmaca ve çözümleme gayreti içinde hayat geçiriyoruz. genelde bu toprakların insanları başlarına gelen şeylerin sadece kendi başlarına geldiğini ve musibete hedef oldukları için hayatın yapışan ağırlığı içinde sürüklendiklerini düşünüyorlar. oysa sosyolojik bakış kazanmakla bu hayat algısı değişebiliyor. aramızda maalesef ortak payda olamamış, etik bir bakışa dönüşememiş bu ve benzeri bilimsel değerler olmadığı için hayatımızda kaliteden bahsedemiyoruz.

sosyolojik düşünmenin bireye sağladığı en büyük fayda, şimdiye kadar düşünmediği farklı bir şekilde düşünmeye başlamasını ve böylece o güne kadar tanıdığını düşündüğü dünyanın şimdi olduğundan daha farklı bir dünya olabileceğini keşfetmesidir.

Bauman'a göre sosyologlar, insanların yaşadığı bireysel olayların daha geniş olguların yansıması olduğunu gösterir ve insanların deneyimleri arasındaki benzerlikleri, benzerlikler arasındaki farklılıkları ortaya koyarlar.

evet, sosyoloji, yaşamın görünüşte bildik olan yanlarının nasıl başka bir gözle görülebileceğini ve yorumlanabileceğini gösterir. bilimsel felsefeye inanan bir toplumda sosyolojinin, islamın düşünüşünün yerleşik olduğu bir toplumda içtimai değerleri inceleyen bilimlerin köklenmiş olması gerekir. anadolu gibi iki taraftan da budanmış bir coğrafyada toplumun eksik bakışı, eksik algısı olan bireyleri ortaya çıkarmakta, fanatizmi körüklemektedir.

Coser'e göre sosyoloji, hem toplumların içindeki ve toplumların arasındaki farklılıkları hem bu farklılıklardaki benzerliği gösterir. bu yolla toplumsal yaşamın kalıpları ortaya konduktan sonra, bireyler içinde yaşadıkları dünyayı da kendilerini de daha iyi anlarlar.

sosyolojinin en temel kavramı toplumdur. toplum bireylerin toplamından ibaret değildir., insanlardan oluşan bir topluluğun toplum olabilmesi için üyelerinin ortak bir kültürü ve ortak toplumsal kurumları paylaşmaları ve aralarında karşılıklı ilişkiler olması gerekir.

o zaman bu anadoludaki toplumdan bahsederken, toplum diyebilmek için dini kimlikleri kendi bünyesinde toplayabilen kurumlara ihtiyaç vardır. milli kimlikleri temsil edebilen kurumlara ihtiyaç vardır. cinsel kimlikleri ayırmadan hepsine hitap eden kurumlara ihtiyaç vardır. geçmişin ortak kültürünün ortaya çıkarılmasına, kardeşliğin altının çizilmesine, güncel kurumlar tarafından şefkatle kucaklanmalarına, aralarında ilişkiler olmasına ihtiyaç vardır. yani sadece "evet varlar, bir yerlerdeler, yaşasınlar orada işte!" demek çözüm değildir.

toplumu oluşturan şey, bireyler değil; bireylerin arasındaki ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır. yani bireyin varlığına değil, bireylerin arasındaki ilişkinin varlığına odaklanmak gerekir. bu ilişki karşılıklı olduğunda paylaşım ortaya çıkar. gerçekten seven iki insanın artık aralarındaki sevgi o ikisinden farklı bir üçüncü olarak değerlendirilmelidir. bunu yapabildiklerinde ve sevgiye yatırım yapabildiklerinde, büyütebildiklerinde güçlendirebildiklerinde, hayatın tahribatı karşısında durabilen bir aşkı kazanmış olurlar. ortak yaşamın temeli böylece atılmış olur. bireysel çıkarlar bu sevgiye feda edilemediğinde üçüne birden dokunacak zarar ihtimali doğar. ortak yaşayan toplumlar da, ortak yaşayan kimlikler de böyledir.

Giddens'e göre hayatımızdaki etkinlik ve davranışlar, toplum içinde düzenli ve sürekli olarak tekrarlanacak şekilde örgütlenirler. işte bu toplumsal yapıdır. toplumsal yapı, toplumun içindeki bireyler arası ilişkiye bir standart getirirken, diğer toplumlardan da farklı ve özgün bir duruş gösterir.

gariptir ki, yurdumun sosyologları bu kavramı, toplumun temel değerleri ve korunması bakımından zorunlu sayılan nispeten sürekli kurallar topluluğu olarak tanımlamaktadırlar. böylece ortaya korumacı ve kendini saldırı altında kabul eden gerilimli ve eskiye, içe, kendine dönük bir toplum algısı çıkmaktadır. oysa bu değişken bakış açısından daha objektif değerlendirme gerekmektedir. hem uzmanlar subjektif ve lokal değil tüm insanlığa bakan ifadeler ortaya koymak zorundadırlar. ifadeler, tıpkı bugünkü toplumun ecdadının asırlar boyunca ortaya koyduğu gibi, her iklimi içine alabilmelidir. tanımlar ne muhafazakarlık ne de yenilikçilik etkisi altında kalmamalıdır.

Durkheim'e göre toplumsal olgu yada gerçeklik, bireye standart getirme gücü olan davranış, düşünme ve hissetme biçimleridir. bireyin hayat algısı oluşurken mensubu olduğu toplum tarafından biçim verilir. işte bu ahlaktır. biçimlenmeye karşı tepkiye, biçimlenme yetersizliklerine, toplumla olan ilişkinin yoğunluğuna göre farklı ahlaklar ortaya çıkar. her toplum içinde fertler o toplumun gerçekliğine farklı oranda katılırlar. bu olgunun birey açısından anlaşılması çok önemlidir. ancak idrak etmekle muhatabına tolerans tanır.

sosyolojide benlik, kişinin zamanla diğer insanların hakkında düşündüğüne kendi de inanması ile oluşan algıdır. Coser bu algının, bireyin kendi kimliği ve kişisel özellikleri hakkında büyük ölçüde başkalarının toplumda kendi yerini nasıl tanımladığına dayandığını söyler. evet benlik, kendimize kimliğimize ve niteliklerimize ilişkin algı ve düşüncelerimizin bütünüdür. yalnız burada gözardı edilen küçük nokta ise bireyin,sadece öğrenmesi değil; kendine öğretilen ve kabul ettiği benliği ile karakterinde önceden varolduğuna inandığı özelliklerin farkedilip ortaya çıktığında örtüşmesi gerçeğidir. olaylar ve hayat doğruluğunu tasdik ettikçe isimlendirmenin gerçekliği daha da yerini bulur.

birey ilişkilerinde toplumsal olarak tanımlanmış beklentilere rol denir. rol, birey davranışındaki toplumsal beklentidir. toplumsal yaşam, herkesin rollerine uymasını kendinden beklenen ve önceden tahmin edilen davranışları yerine getirmesini bekler. birey toplumla ilişkileri adedince beklentilere ve bu beklentilerden doğan rollere muhataptır. hem kadın hem çocuk sahibi ise anne rolünü yerine getirmesi ondan beklenir. bazen bu roller birbiri ile ters düşer. Coser'in örneği gibi polis baba baskında suçlular arasında oğlunu bulursa, baba rolü ile polis rolü çatışır. rol çatışması doğar. iyi bir polis gibi davransa iyi bir baba gibi davranmamış, iyi bir baba gibi davransa iyi bir polis gibi davranmamış olacaktır. rol çatışması hepimizin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur.

"değer", davranışlarımızı yargılarken, hayattaki amacımızı seçerken başvurduğumuz, toplumsal olarak paylaşılan, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır. Bilton değeri, toplum tarafından önemli görülen ideal ve inanç olarak tanımlar.

"norm", yaptırımı olan insanların davranışını belirleyen beklentilerdir. şiddetlerine göre sınıflanırlar. uygun kıyafet giymek gibi gelenekler zayıf norma, ahlak dışı hareketler örf gibi normlara, kanun dışı hareket etmekten doğan durumlar ise yasa denilen kuvvetli norm grubuna girer. normlara uyulmadığında toplumun aldığı tedbire "yaptırım" denir.

toplumsallaşma, bireyin üyesi olduğu topluma ait değer ve ve tutumları, bilgi ve becerileri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendiği etkileşim sürecidir. böylece hem bireysel gelişim sağlanır hem toplumun devamlılığı sağlanır. reddedilen yada gizli kalan kimlikler bireyin toplumsallaşmasını engeller. bazen ideal ve inançlar da toplumsallaşmayı engeller. o zaman birey kendi sürecine zarar vermiş olur. bu zarar bazen maalesef sadece kendinde kalmaz. aidiyet hisleri yeterli derecede olamadığından hayatın ağırlığı karşısında toplumla yeterli yardımlaşma ilişkisi kuramaz. bu da sıkıntılı bireyleri ve sıkıntılı toplumu ortaya çıkartır. bu duruma önlem almak tüm insanların görevidir.

28 Kasım 2010 Pazar

Uzun Dönem İlişkinin Esasları 4

bana en çok yazılan sorulardan birisi seni de meşgul etmiş :

"etrafım da eşcinsel tanıdığım yok, ailem muhafazakar, yani ben desem ki erkeklerden değil anne, kadınlardan hoşlanıyorum, olmaz..çünkü çok havada kalır.çünkü cinsel kimlik bi tarafta dursun dinsel kimlik konusunda da görüşlerimiz farklı onların ve dahi tüm çevremdekilerin inandığı allaha yaklaşımları ve benım yaklasımım farklı hatta bu farklılık milli kimlik vs. hepsinde böyle.bu yüzden havada kalır diye düşünüyorum...

biraz uzun oldu umarım okurken yormamışımdır seni yorduysamda kusura bakma eflatoon ama artık sormak isteğini çok güçlü hissediyorum.nasıl çıkılır bu sıkıntıdan hayat pratiğini nasıl kazanmalıyım nasıl inanıyosun bir erkeğin bir erkeği bir kadının da bir kadını sevmesinin hiç bir sakıncası olmadığına neler okudun neler gördün ben bunları görmek için ne yapmalıyım sence bana biraz fikir verebilir misin?çok minnettar kalırım...

selam,
yakin"

bu konunun cevabı, bu hayatta verilmediği için dünyada cevabı da yok. çünkü herkes için değişen bireysel değerlendirmesi var, sonucu da ancak ahirette...

malumunuz, "Eğer Allah razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder."

evet hayatta sınavımızda sorular bize geliyor, teklifleri bize geliyor, biz seçiyoruz ve biz sorumlu oluyoruz. her dediğimiz her yaptığımız her iddialı duruşumuz bir sorumluluk olarak bize dönüyor ve şu alemde görünen ince hikmet ve büyük yönetimden anlaşılıyor ki dönecek.

birbirini sevmenin hükmü nedir? ne zaman iki sevgili "biz" haline gelir? aralarındaki ifade ve duygusal alfabe ne zaman güçlü bir birliktelik ifade eder? tüm bu sorular o ilişkinin iç alemlerinde nerede olduğu ve nereye konduğu ile alakadardır. eşcinsel olsun olmasın, tüm birliktelikler ki buna resmi olarak tanınanlar da dahil, ahirette de tanınacağına dair hiç bir ön belirti taşımazlar. çünkü ebediyet önce kişinin kendi seçiminden, sonra bu niyetin ortaya çıkıp yaratılmasından, kulun bundan sorumlu olmasından, ahirette ilan edilip Allahın razı olmasından geçer. Allahın rızası da yapılan yada adlandırılan kavrama dahil olup olmaması ile alakalıdır. yapılan iş, ortaya konan kavram, tanımlanan ifade içinde Allah için birbirinin yanında durmak ve birbirini Allah sevgisine teşvik etmek esasları olmalıdır. dünyanın gamı kederine karşı güzel bir teselli edici yoldaş, imana ve Kur'ana teşvik eden bir yol arkadaşı manasına gelen her türlü birlikte hayat geçirme süreçleri, nasıl görünürse görünsün, halklar ondan razı olsun olmasın, ister birlikte yaşama ister askerlik ister ticaret ister başka sosyal konulara baksın hep kazançlıdır. nikahın teknik bir detayı da var ki, o da topluma ilanıdır. toplum yada topluluk konusunda belirlenen ölçü ile igili detaylar zaten bellidir. "bizim şu anda ilk aklımıza gelen bir düğün evi dolusu insan"dan da farklıdır.

şimdilik kapalı ve küçük gruplar içinde gelişen eşcinsel birlikteliğin bir usulünün doğması normal evlilikleri de daha sağlıklı yapacağı görünmektedir. çünkü sevgiyi paylaşmanın esaslarını ve gerçekliğini tekrar keşfetmek gerekmektedir. bu tüm toplumu hem yalandan arındırmak hem de kullandığı kelimelerle anlattığı manayı aynı yapmak için hayati bir gelişmedir.

kanun korumasından ve toplumun resmi desteğinden uzak görünse de eşcinsel birlikteliklerin yıllara meydan okuyarak artması ve başarılı örneklerin çoğalması güzel bir gelişmedir. bu konudaki en büyük gücümüz duadır.

"Bazan olur ki, sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, Onun huzuruna giremezsin” denilmez.

İşte, şu "La şerike leh" kelimesi ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâin-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâlin huzuruna girip hâcâtını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah ve süruru kazanabilir."

15 Kasım 2010 Pazartesi

Başı apaçık örtülü



toplumsal bazı gerçekler vardır. her toplum kendi gerçeklerini er geç kabul edip kendi muhasebe eleğinden geçirip tartıp onu sıralamasında bir yere koyarak hayat algısını şekillendirir ve karakterini görünür kılar.

gerçek, kadın hakları bahsinin artık demode olduğudur. nasıl ki, "temiz hava hakkı" artık demode olmuş ve yerini "temiz hava sahası"na bırakmıştır. yani artık insanın temiz hava hakkı anlaşılmış yerini sonraki adıma bırakmıştır. dünyada da kadın hakları demodedir. asıl olan bu hakkın ne kadar kullanıldığıdır. bunun ötesi inandırıcılığı olmayan lakırdı olarak kalır. çünkü artık çağın algısı değişmiştir. değişemeyen bir kaç klasik anlayışlı sadece tartışmasını yapar. artık sorulacak soru bir kadının vali olabilmesi, komutan olabilmesi, profesör olabilmesi, veli olabilmesi, kanaat önderi olabilmesi değil, niçin müsteşarların yarısının, valilerin yarısının, milli güvenlik kurulunun yarısının, islam fikir yapısı içindeki ağırlığın yarısının kadın olmadığıdır!

buraya kadar endieşelenenler bundan sonrasını okuyup kriz geçirmekten korkuyorlar. çünkü bir dini kimliği tanımakla tüm kimlikleri tanımış, bir peygamberi bilmekle tüm peygamberlik mesleğini kabul etmiş olursunuz. bir milli kimliği tanımak tüm milli kimlikleri tanımayı gerektirir. kardeşliği bilmeyen bir kaç sığ düşünceli şu ifadeleri, vatanı parçalamakla eş tutar. çünkü gerçek, farklılıklar arasındaki yardımlaşmanın ortaya çıkması ve ahengin kurulmasıdır. bunu istemeyen ve sırf kendini haklı ilan etmek için vatanının felaketini arzu edenler hariç istisnaya bakıp tersini iddia etmez. aynen öyle de kadın hakları arkasından tüm cinsel kimliklere de özgürlüğün geleceği ve gelmesi gerektiği aşikardır.

pek yakın bir zamanda, eşcinsel haklarının varlığı değil, niçin valilerin, müsteşarların ve karar mercilerinin onda birinin açık eşcinsel olup toplumla uyumlu bir modeli ortaya koyan insanlardan oluşmadığı sorgulanabilir.

kadın hareketinden kastedilen "evet çok önemli şeyler söylüyor ama o bir kadın" ifadesindeki ötekileştiren bağnazlıkla mücadeledir. insanın insan yerine konmasıdır. "evet çok önemli şeyler söylüyor ama o bir travesti" ifadesi aynı bağnazlığın başka bir ifadesidir. bu algı ortadan kalkması için yeterli temsil oranları elde edilmesine ek olarak aynı zamanda genel tavrın da o bireye insan gibi muamele etmesi sağlanmalıdır. elbette bu eşcinsel yada travesti o bireye de sorumluluk olarak döner. çünkü artık ayakları yere basan, tutarlı, toplumla barışık , ortak değerleri incitmeyen ve ahenkle toplum katılan profil çizmek zorundadır. "temsil" havailikle heba edilemeyecek kadar büyük bir kıymettir.

"kadının yeri evidir" yada "kadın için en istikametli davranış kapalı kalmasıdır" gibi kişisel ifadeler kadar, aynı dinin içinde olan kendi işini kurup kendini geçindirmeye özendiren ifadeler de toplumda yerini bulacaktır. sonrasında da eşcinselin ahlaksızlıkla ilişkilendirilmesinin sona ereceğini tahmin edilebilir. çünkü artık kişisel ahlak algısının tartmaktan öte, vatan evladı olan bir bireyin topluma ahenkle katılması sorunu halledilme aşamasına gelmiş olacaktır.

maalesef bu apaçık ve hızla ilerlenilen yolda ayağımıza engeller çıkarılıyor ve dünyanın gereği olarak sıkıntılar örülüyor. nasıl oluyor da üniversite öğrencilerinin yarısı kadın değil tartışılması gerekirken, başı açık kapalı, haline geliyor. mahallede ve önceki kuşaklarda dert olmayan özellikler dertmiş gibi sunulup asıl mesele örtülmektedir. bundan islam karlı çıkmıyor. bundan karlı çıkan bağnazlıktır. bundan karlı çıkan cahilliktir. bundan karlı çıkan sembolleştirmek ve semboller ardında atalettir. bu ise bireyin kullanılmasına gider...

bir zaman çok gayretli bir eşcinselin, sırf inandığı sembolleri koruduğunu düşündüğü için; eşcinseli hasta yerine koyan bir kuruma aşk derecesinde tutkusunu ve oradaki despot ve insan hak ve hürriyetinden cahilleri bile övdüğüne şahit olmuştum. şimdi ise gerçeği arayan her genç, kişi hak ve özgürlüklerinin her alana yayılmasından doğan ve vatan sathını içine alan o çeşitlilik içindeki dinamik kuvveti görüyor. bu güzel gelişmeler geleceğin de ne denli güzel olacağını haber veriyor...

elbette kendini dini kimliğine adayan kadınların varlığı bir iftihar vesilesidir. diğerleri için ise bir başarısızlık değildir. bu bir hal ve oluştur ki, kendinde bu şevki görenler hayatlarını maneviyata adarlar. lakin bu istenilmekle elde edilmez belki ikram edilir...

böylesi duygusal kalbe bakan ve manevi meseleleri tamamen dışarıdan ve eğreti tartışmalara çekmek asıl olması gereken standartları tartışmaya engel olmaktadır. zaten bu mani dışarıdan ve suni çıkarıldığı da ortadadır. çünkü sonuca ulaşmamakla zaten iş görmektedir.

eğer kadınlar bunu aşabilir ve meselenin merkezini toplum içinde doğru yerde bulunmaya kaydırabilirlerse, ki yakın görünüyor, bu sefer de eşcinsellik için ahlaksızlık ahlaklılık, dizsizlik dindarlık sıkıntıları çıkartılacak görünüyor. suni gündemden hemen kurtulmayı öğrenmek gerekiyor. meselemiz olan iman meselesi başka şeylere benzemiyor. elden geldiğince doğruluk ve toplumsal ahlak için ağırlığımızı koymak ve insani duyguların ve güzelliklerin yayılması için gayreti artırmak gerekiyor... binler eşcinsel samimi ve doğru yaşadığı halde bir kötü örnek hemen ortaya bağrıla çağrıla atılacaktır. bu tür rezaletlerle hem kendi hem gelecek kuşakların maneviyatını bozmamak için nazarımızı ve dikkatimizi meselemiz üzerine yoğunlaştırmak gerekiyor...

29 Ekim 2010 Cuma

Kimlik Kardeşliği


islam doğmak başka bir şey islam olmak başka bir şey. bunu en iyi eşcinsel olmak durumunda kalanlar, "artık anlıyorum ki ben eşcinselmişim" diyebilenler bilir.

eşcinsel doğup tüm çevresi onu destekleyenler başkadır. bin savaş atlatıp yaralar içinde kendini kabul edip yıkılacak kadar yorgunluğa rağmen ayakta durmak bambaşkadır. bunu da ancak islam olmak endişesi taşıyanlar anlayabilir.

her asır bir başka sınavın ateşinden geçmiş. yaşadığımız dönem ise kendine özgü başka bir atmosferi bize sunuyor. güzellikleri ve tehlikeleri ile hiç başka çağlara benzemeyen bambaşka bir atmosferi soluyoruz. medeniyet nimetleri tümüyle önümüzde açılıp ayaklarımız altına serilirken, hiç başka çağlarda görülmemiş vahşetlerin tehlikeleri de ardımızda beliriyor.

kitlesel ve toplumsal hareketler eriyip ufalanırken, birey daha öne çıkıyor. kişilik özellikleri kıymetleniyor. insan kendini tanıyor ve sorguluyor. dünya mirası onunla değerini buluyor. insanlığın muhasebesini tartacak bir bireysel bilgi zenginliği her arzu edenin eline geçiyor. genel kurallar ve kanunlar kayboluyor, özgürlükler ve sorumlulukar keskinleşiyor. kendi hürriyetinden daha müsamahasız ve konuşmayı ve iletişimi güç kabul eden bir çağın rüzgarı esiyor.

insanların karşısındakini tanımak için kullandığı kimlikler çeşitleniyor, sivriliyor, uzmanlaşıyor. ait olmak olmamak bir tarafa artık bilmemek bile çok büyük bir çağdışılık muamelesi görüyor. bu kadar değişime rağmen değişmeyen şey ise insanın kendisi... zaafları ile acizliği ile ihtiyaçları ile öylece bu asrın kapısında duruyor. içerideki renkler onu cezbederken tehlikelerin pek azını sezebiliyor. korunmaya çalışırken, kendisinin de bir canavara dönüşebileceğini unutuyor. kendi kıymetlerini, maddi manevi birikimin oluştururken nimetlerden yararlanırken en vahşi çağların insanları gibi olabiliyor.

en son gelen kuşakların bu ağır imtihanları onların hakkında bir vicdansızlık değil. çünkü yetenekleri bunu kaldırabilecek şekilde donanımlılar ve hassaslar... tüm insanlığa neticesi tarafından bakabilmek tartabilmek, elbette büyük getirileri ile beraber riskleri de taşıyor. hemen her kimlik için aynı zor adımlar atılıyor. bacaklarının varlığını hisseden bebeğin yürüme iştahı ve gayretleri, onu ayağa kaldırmaya yetebiliyor. uğraşı ve emek ağrı ve kramplara karışıyor. başarı adımları geldikçe adımlar hızlanıyor. insan koşuyor. gariptir cani de hırsız da koşuyor, doktor da polis de koşuyor. koşmak var, koşmak var... hayra koşmak ve iyiliğe koşmak, ayaktan beklenen fiildir. kötü örnek, örnek sayılmaz. o sebeple insanlığı yürümeye teşvik her zaman esastır. onlarca engele rağmen insan yürür. yürümelidir. yürüyebilmelidir. asıl yürümek ise adımları o ayağı veren namına kullanıp bu değerli cihazın hakkını verebilmek ve şükredebilmektir. kimi hakkını veremeyenler ahirette ebedi ayaksız olarak kalır, kimi bu dünyada yürüyemeyenler sarsılmaz itimatları ile ebedi ayaklara kavuşurlar. mantık bunu gerektirdiği gibi, dünyanın ve ebdiyetin kanunu koyan da böyle ilan etmiştir.

işte primitif ve basit örnekte ve yürümek bahsinde bir çizgiye geliveren insan daha zor sorularda çuvallamaya hazır bir öğrenci haline gelir. temel hayat bilgilerinde ayrışmaya başlar, hayat algısı farklılaşır. sıralamalar değişir. gelenekler ve bilim, atadan gelen islam anlayışı ile islam olmak derdi, kabuller ve analizler, korkular ve cesaret tüm karaktere yön verir. bazıları peşpeşe eklenen küçük böcekler gibi öndekine eklenip daha rahat edeceğini düşünür. bu bakış bu çağın sınavında işe yaramayacak bir kopya çekme şeklidir. kalabalık çağımızın içinde kendi yalnız kalabilen, kendi içindeki kalabalığı keşfedip, kendisi ile yüzleşen, acizliğini ve fakirliğini idrak edenler için ise büyük bir fırsat kapısı önlerinde açılır. bu sınavın sebebini ve sınavda yapmaları gerekeni sorabilenler, kendi kolaycılıklarından vazgeçerler. sığındıkları bir makamın kudreti ve zenginliği onlara kefil olur. onunla irtibat kurabilenler huzur hali ile bu bağın devamını dilerler. bu bağın gereği olan tek değer yalnızca kıymeti bu bağa vermektir. onun dışında hiç bir güvenceleri kalmaz. gariptir ki, güvencesi olanların ötesine geçerler. güvence olarak dünyaya sarılanın ümitleri yoka koşan bir dünyada kalır. başta hiç hoş gelmeyen lakin iritbat kurdukça imanın kıymetini anlayanların ümitleri, ebede onlarla beraber gider.
bu ince sırları dışarıdan bakanların deli diyeceği bir defineci gibi dağ başlarında ve mağralarda arayanlar tarihte yaşamışlar. günümüzde ise her çağdakinden çokturlar. çünkü yüksek idrak insanı ortak akla sevkeder. bu ortak akıl ise geçmişi ve geleceği aydınlatır hatta uzakta kabirden ötesini de gösterir...

bunca telaşeler arasında madem ki senin kimliğin bu o zaman sen bu idrakten yararlanamazsın demek hiç kimsenin haddi değildir ve olmamış. zaten soruları zor bir sınavda herkes birbirine bakarken sınıf arkadaşına dışarı çıkması gerektiğini çünkü layık olmadığını söyleyen talebe edebi aşmış olur.

islamla imtihan olmak, islama muhatab olmak, ebede muhatab olmaktır. islamın muhatabı ehl-i sünneti alevisi vahabisi ile, erkeği kadını eşcinseli travestisi ve transseksüeli ile, beyazı zencisi, hintlisi ve çingenesi ile, teisti deisti ateisti ve agnostiği ile tüm insanlıktır. çünkü sınav birdir. sınava giren insanlık birdir. sınava girilen yer birdir ve sınava girilen zaman birdir. bu bilinci yaygınlaştırmak bir araya gelmek ve konuşmak paylaşmakla olur. ne olursa olsun irtibatı kesmemek ve küsmemek ile olur. bu çağın kuralına uymakla olur.

evet çok acayip şeyler "o" insanlardan görüyoruz. çok garip şeyler "öteki" hakkında duyuyoruz. hatta "diğeri"nin yaptıklarına tahammül edemiyoruz. hele "başkası" sanki bu asırda yaşamıyorcasına inatla kendi geleneğini getirip bize dayıyor. işte tüm bu öteki diğeri ve başkasının bizce abesliğine rağmen konuşmak ve dostluk yapmak irtibat kumak zorundayız. illaki ondan alacağımız bir şey olacaktır. her yeni bakış açısı bizi önyargılarımızdan kurtarırken, köşelerimizi biraz daha yumuşatırken, hayata tahammülümüzü ve sınava karşı tavrımızı güzelleştirecektir. çağı çözüp, dinamiklerinden yararlanıp yükselenler hem islama hem ebediyete muhatab olabilirler.

24 Ekim 2010 Pazar

Bağdaştırmaca

eşcinsellik ve müslümanlık aynı bedende nasıl barındığına hayret eden yorumları inceliyorum. hakaretli olanları siliyorum. farklı kimliklerden olanları inciteceklerini düşündüklerimi okuyorum, buraya koymuyorum. nasıl diye soranlar her iki kesimden de varlar.

inananlar nasıl diyorlar?

nasıl islam gibi güzelliği eşcinsellik gibi ahlaksız bir fiille yanyana getirebiliyorsunuz?

diğer yazılarımızı da okuyup aslında o durum ile bu fiili aynı anda zaten kimsenin yapmadığını, meselenin bu olmadığını, sorunun onların dahi tanıdıkları içinde varolan eşcinselleri susturmakla hallolmadığını, yalan perdeler arkasında, saçılıp dökülene kadar devam ettiğini, bir gün "ele güne karşı" korkulanın ortaya çıktığını bu sebeple baştan baskıdan vazgeçilmesi gerektiğini anlatıyorum. insafı varsa düşmanlığı bıraktığı gibi toplum içinde eşcinseller için rol modeller ve toplumun ahengine katkı sağlayacak örnekler bulunması gerektiğine kanaat getiriyorlar.

inaçsızlar nasıl diyorlar?

nasıl eşcinsellik gibi elit, başkaldırıcı ve herşeye tepkisel yaklaşan bir durumu islamla yanyana getirebiliyorsunuz?

yine aynı şekilde diğer yazılarımızda da detayları anlatıldığı gibi eşcinsel hem hassas hem dikkatlidir. içinde bulunduğu yeri inceler. bu kadar hassas yapılmış, intizamlı mekanın elbette bir mimarı, yapıcısı ve sanatkarı olduğunu görür. binayı gören mimarı inkar edemez. çünkü o bina bir dil ile kendini, bin dil ile ustasını tarif eder. bu dünya binasında, o, kıymet verilmiş bir misafir olarak izlenmektedir. çünkü başta hatıraları olmak üzere her yere kayıtları düşülmekte, hücrelerine varana dek kayıtları alınmaktadır. hem herşeyden istifade etmekte çok düzgün işleyen bir sistemden faydalanmakta ve bazen de ortamı karıştırmaktadır. öyleyse sistemin sahibine karşı sorumlu olması kaçınılmazdır. faydalandıklarından ötürü teşekkürünü iletebileceği merci, elbette o hassas dengeyi ona verendir. eğer başarabilirse yalnız kendisini değil tüm düşünebildiklerini teşekkürüne dahil edip, onları teşekküründe temsil edebilir. hem ölüme karşı varlığı ile zayıf ve fakir olarak beklemektedir. ona ebediyeti satın aldıracak bir zenginliği, hüznüne karşı ebedi yanında olacak sevdiklerini arayıp bulmaya muhtaçtır. bunu talep etmeli ve samimi isteyip sabretmelidir. gerçeğin gelip gözü önünde açılması ile o kapıdan geçilir. işte buna eşcinselin ihtiyacı herkesten fazladır. itilmiş ve yalnız olmak onu bu kavramı aramaya iter. ya araştırır yada bu ihyiacı susturmak için eğlenceye sarhoşluğa kaçar. lakin ona bakmayınca, ölüm onu görmüyor değil! düşünmeden yaşayınca vicdan onu sormuyor değil! tüm sevdiklerimizi ilgilendiren ebediyet meselesi onu da yakalar. kimi zaman da birikmiş borcunu peşin alır. bunu görüyoruz. öyleyse ölüme karşı, nimetlere karşı, dostlara sevdiklere karşı duruşumuzda islam bizim için vazgeçilmezdir.

bu kesimlerden eşcinsel olmayan ve kötü örneklere takılıp kanaati kötü olanlara diyecek bir şey yok. ne zamanki hayatlarına eşcinsel birisi girer ve onu gerçekten tanırlar, o zaman durum değişir.

hem eşcinsel olup hem de eşcinsel nefreti onu kötülüğe itenler için durum daha zordur. kalın kalkanlar altında o hassas eşcinselliğini korumak için klişe tepkilerle kendini korur. kendini korumak için eşcinselliğe hakaret eder. eşcinsel kimliğin toplum içinde ortaya çıkışına bile düşmandır. zaman tüm bu zeka oyunlarını ters yüz eder. kişiyi kendisi ile yüzleştirir. işte o an artık taklit ettiği kesime ait olmadığını, eşcinsel ve yalnız olduğunu idrak eder. intihar bu yalnızlığı bitirmek için ilk çözüm haline gelebilir. kayıtlara "sıkıntısı varmış, bunalımdaymış" diye geçen ifadeler aslında sonradan farkına varılan bir kimlikten haber verir, rol yaparak geçmiş bir hayattan haber verir.

kimliklerine korkmadan bakıp onların yüzlerini güzele hayra ve uyuma çevirebilmek, hem hayatı yaşanır kılar, hem ölümü çekilir kılar, hem sevgiyi ve doğruluğu tam kılar...

5 Ekim 2010 Salı

Muhafazakarlık

muhafazakar demek töreye uyan demek. töre ve gelenek ise insan felsefesi karışmış bir kavram. öyle ki çocukları neslini devam ettirirken, töresi de onun şahsiyetini devam ettiriyor gibi görünüyor. töre, "ele güne karşı" her seviyede topluluğu koruyor.

nasıl ki insanı büyütüverseniz, mensubu olduğu cemiyet ortaya çıkar ve cemiyeti küçültseniz, bir insan gibi tasvir edilebileceği düşünülür. mensupları cemiyetin ortalamasına yakın dururlar. lakin bu ortak payda dinin ilahi düzgünlüğüne her zaman yaklaşamayabilir, felsefenin klişelerine uyamayabilir. bu bulanıklık dahilinde zaman gelir işlemini yapar ve içindeki niyetini fiiline çıkarır. işte o zaman o fiil niyetine mutabık, uygun ise cemiyet de devam eder, o duygu birliği ve payda da devam eder. değil ise tarih yapraklarında bir hatıra olur. bu cemiyet en küçüğünden bir aile bir mahalle bir semt de olabilir, bir devlet bir din bir millet bir ideolojinin mensupları da olabilir. bu oldukça geniş uygulama ve belirsizlik kaideleri kesin hatlar haline ancak tarih bilminin terazisinde tartılmakla gelebilir.

muhafazakar eylemler ardında muhafazakar kimlikleri çağrıştırır. genelde muhafazakar olmayana göre bağnazca ve yeniye kapalı bir duruş gösterir. yenilikten ve farklılıktan korkmak ve endişe duymayı ortaya çıkarır. onun olası zararlarına karşı ona tedbir almak hatta bazen müdahele etmek tavırlarına girer. bu kimlik bazen siyasi kimliklerden de bir şekilde destek bulur. gariptir tarihte çılgınlıkları ile namlı türk kimliği yada değişkenliği ve hürriyet anlayışı hayret içinde bırakan islam kimliği bazen muhafazakarlığa basamak ve alet olur.

muhafazakarlık bazen bu müdahelesine kalkışırken bunu aileden başlayarak tüm cemiyetleri korumak namına yaptığını söyler. oysa koruduğu şey mevcut tüm varolan kendi öz halidir. bu halin içindeki gayr-i dini ve gayr-i milli olmayanı muhasebe etmeden tüm kötürümlüğü ve eksikliği ile beraber tüm mevcut sistemi yokoluştan korumak adı altında her cemiyetten yardım talep eder.

muhafazakarlığın bu durumu o yenilik ve yıkıcılık olarak gördüğü nokta kendinde olmadığı için değildir. yenilik ve yıkıcılığın aleni ilan edilişi onun içindeki tüm taşları yerinden oynatacak gibi ona heyecan verdiği içindir.

gerçekten o taşlar yerinden oynar mı? elbette hayır. din bu kadar değişim geçirdiği halde kulların değil, hala Allahın dinidir. milliyet genetiğine kadar bu kadar farklılaştığı halde korunan değil aidiyet hissedilen bir kimliktir. cemiyetlerin varlıkları korundukları için değil, Allah böyle dilediği için devam eder. hepsinde de ibretli dersler vardır. mensuplarına da ancak Allahtan af dilemek ve niyeten doğru olsalar bile mükemmel ve Allahın rızasına uygun hareket etmekteki endişeden dolayı yine Allahtan yardım dilemek durumundırlar. "e sen koruma bakalım ortada kalır mı?" gibi çiğ bir ifade Allahın fiilleri yanına konulamaz. tüm kainattaki tasarufunda Allah yardımcı kabul etmez.

itiraz edilen ve müdahele edilen noktanın aslında muhafazakar olarak bilinen çevrede zaten varolması ilginç bir durumdur. o konu genellikle yere bakılarak geçiştirilir. bu tavır, bu sistemi devralacak gençlere de bu şekilde aktarılıp bir ahlak haline gelmesi istenir. bu durum ne gariptir ki, hakkı savunanlarda görünmezken, hak paygamberlerin geleceğini bildiği halde onları sırf geleneklerine uymadığı için inkar edenlerde görülür.

bunu bilerek yapmak ise tam bir cinayettir. artık muhafazkarlık etiketi masum duruşlu (hatta mazlum) kanaatkar anadolu adamı profilinden uzaklaşıp, istibdatı, cuntayı hatta cinayeti bile ahlak için kabul edebilen, sırf töresi değişmesin diye sesi çıkan peygamber, sahabe, havari, keşiş, veli, çocuk genç ihtiyar, kadın, eşcinsel farketmeden susturabilen bir canavara dönüşür.

tüm bu duruma karşı eldeki teselli ise gerçekten kuvvetlidir. Allah tüm kalplerin sahibidir. tüm kalpleri çeviren O dur. bu denli değişime dirençli ve katılaşmış yapılar içinden yumuşacık hürriyeti akıtır, insanlara mecralar açar. kayalardan akan şelaleri gösterir. o ilk damlayı beklenmedik zamanda ve yerden çıkarır, gerisini de peşine takar.

bu değişimi izlemek herşeyden daha keyifli meraklı ve hayacanlı olsa gerek ki, bunu görmek en çok dileyen Hz. Hızır A.S.'ın bu duası kabul olmuş ve kendisine izin verilmiş. bizler de bunu doğru tarihi anlatan eserlerin penceresinden izleyebiliyoruz.

olayın yada akıntının içindeyken tersini düşünmenin imkansız olduğu nice haller vardır ki, dönemi kapandıktan sonra nasıl da varolabildiği tartışılır. zaman hükmünü icra eder. ilahi irade altında tüm kainat erimiş demir gibi şekillenir, su gibi mecrasını bulur. bu değişim ve direnç arasındaki ince değerde duruşunu güzel değerlendiren kar eder. Allahtan medet dileyen nasibini bulur, içinde yaşayıp ondan doğru hareket tarzı dileyen afv olunur. kimbilir bu ince sır yüzünden belki ehl-i cennet olduğu müjdelenen sahabeler sadece Allahtan mağfiret dilemişlerdir.

olaylar hükmünü icra edip tarih sayfasında yerini aldığında ortada kimse kalmaz. artık zalimler ve mazlumlar olarak iki uca ayrılırlar. tüm kimlikler kabir kapısında sona erip, iman tek kıymet olarak geride kalırken, bu iki kimlik ebedi olarak insanın eline verilir. böylece dünya kendinden bekleneni vermiş olur. herkes hakkettiğini eliyle ve diliyle hazırlamış olur.

14 Eylül 2010 Salı

Uzman Gözüyle Eşcinsellik 3

"Eşcinselliğin, biseksüellik ve heteroseksüellik gibi insanda tanımlanan üç yönelimden biridir. Her şeyden önce bir hastalık değil, yönelim farklılığıdır. Eşcinselliğin bir hastalık olduğu yaklaşımı 40 yıl önce terk edilmiş ve psikiyatrik hastalık tanı listelerinden çıkarılmıştır. Uluslararası ve ulusal hekim örgütlerince eşcinsellik, heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edilmektedir"
Türkiye Psikiyatri Derneği

"Cinsellik hakkında yetkin olmayan kişilerce basına yanlış bilgiler verilmesi ülkemizde ciddi bir sorundur. Bu konu ile de ilgili olarak uzman kisvesi altında bilimsel gerçeklere aykırı bir şekilde eşcinselliğin hastalık olduğu yönünde demeçler verilmekte, onarıcı terapi gibi yıllar önce terk edilen bazı tedavi yöntemleri bilimsel veriymiş gibi sunulmaktadır. Bu açıdan özellikle kamuoyunun yanlış bilgilenmesinin engellenmesi için basınımızı uzman görüşü alırken alanında yetkin hekim örgütlerini tercih etmeleri konusunda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Sonuç olarak eşcinsellik bir hastalık değil toplumun çoğunluğunu oluşturan heteroseksüellik gibi bir yönelimdir. Aksi yönde düşünce ancak kişisel inanış olabilir. Kişisel inanış toplum ile paylaşıldığı andan itibaren bazı sorumlulukları doğurmaktadır. Kamu görevlisi olan ve devlet erkini temsil eden bireylerin açıklamaları ise sonuçları açısından çok daha hassas bir zeminde değerlendirilmelidir. Ayrımcılığa uğradığı bilinen eşcinseller ile ilgili onların hasta oldukları şeklinde bir ifade sonuçları ciddi hak kayıplarına neden olabilecek uygulamaları doğurabilir."
Doç. Dr. Doğan Yeşilbursa
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu Adına
Genel Başkan

Dr. Ejder Akgün Yıldırm
Türkiye Psikiyatri Derneği
Cinsellik ve Cinsel sorunlar
Bilimsel Çalışma Birimi koordinatörü

Prof. Dr. Doğan Şahin
İnsan Hakları ve Etik
Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü

Dr. Nesrin Yetkin
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD)
Yönetim Kurulu Adına
kaynak

“Bütün dünya, hem Amerikan Psikiyatri Birliği hem de psikoloji birlikleri eşcinselliği 40 senedir hastalık olarak kabul etmiyor. Eşcinselliğin bir hastalık olduğuna dair kanıtlanabilmiş bir şey yok. Dolayısıyla tedavi edilebilir bir şey değildir. Heteroseksüellik neyse eşcinsellik de o. Arasında hiçbir fark yok. İkisi de aynı normallikte.İnsanların neden eşcinsel olduğu konusunda bilimsel bir saptama da yok. Tek yumurta ikizlerinde bile farklı olabilen bir şeyden bahsediyoruz. Ama toplum daima azınlıkta olanı dışlama, kötüleme eğilimindedir.”
Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği (ÇETAD) Başkanı Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin

2 Eylül 2010 Perşembe

insanlığa Anne olmak



kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir demişler. himmeti, şefkatinin dairesi ne denli geniş ise insan o kadar büyüktür. büyüklüğü oranında da şefkat gerekir. zaten kendisinden büyük kelimeler ve ataklardan ziyade büyük şefkat beklenir. eli nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniş bir şefkat dairesini insanlığa açabilen Allahın rahmet arşına bakabilir. buna bazen sıradışı ferdler bazen de sıradışı olaylar sebep olur. doğru yerde doğru anda bulunan o neticeye tanık olur. neyin küçük neyin önemsiz olduğu kaybolur. çünkü bir an o ebedi şefkatin parlak ışığı altına giren artık kainatı şefkat güneşinin nasıl aydınlattığını görmüş olur. dayanağı kalmamış, iç titreyerek sığınan kulların çaresizliklerine bir çare olmak, onlara ümit olmak yeri gelir tüm hazları geride bırakır.

bu güzelliği incelemek ve cezbedici tadına varmak için insan olmak kafidir. o sebeple en beklenmeyen dinlerden milletlerden ve kimliklerden o hamiyeti gösteren örnekler çıkabilmektedir. tüm hamiyet sahipleri içinde en büyüğü, hamiyetini dünya rahatlarından öte insanlığın ebedi geleceği için harcayan, bütün mahlukatı içine alan bir şefkatle onları temsil edebilen, onların gelecekleri hakkındaki üzüntü ve endişelerini kainatın sahibine ifade edebilen Peygamberimizdir(A.S.M). bu muazzam ibadet haline deniz gibi bir rububiyet ile cevap veren, kelamı ile müşerref eden Kainatın Sahibidir. birbirine karışmayan iki deniz gibi kendisini hep ibadet tarafında edeb ile tutabilen hayatındaki kaliteyi, şık tavrı göstermiş olur.

baktığında, temsil ettiği kullar olarak, vahdetin umumi emirlerinden ızdırap duyanları, genel yargı ifadelerine uymayan ve bu sebeple ortama uyamayanları, şefkatten ayrı düşmüş, bahtı yaver gitmemişleri görür. eğer küçümserse o dünyalık macera orada kapanır, eğer yaptığının doğruluğuna inanırsa, kalplerin sahibi Allah, kendi razı olduğunu insanları dahi ondan razı ederek gösterir.

bu vatanda hayatın darbesini yemiş dini kimlikler vardır. kendini ifade edememiş, hak tanınmamış, etiketlenip, itham edilmiş, kötü muameleye hedef olmuş bu kimliklere bir muhatap lazımdır.

bu vatanda itilip kakılmış milli kimlikler vardır. uzun uzadıya şikayetlerini dinleyecek, anlatırken ağlayacak, içini dökünce dinleyeni kendisi gibi bilecek bu kimliklere bir sığınak lazımdır.

bu vatanda kendisine hakk-ı hayat bile verilmemiş, aşağılanmış, cahil bırakılmış, hep ayıplanmış cinsel kimlikler vardır. cinsel kelimesi bile geçince onlar hem mahzun hem mahçup olurken, onları itham edenler saldırganlıklarına sebep olarak onların o çekingenliklerini söylemek edebsizliğini gösterirler. sürekli taciz altında neyin doğru neyin yanlış olduğu kaybolurken kendi ahlak paydasını bile oluşturmasına müsaade edilmeden hayat çarkında öğütülür kullanılır, tüketilir ve yeniden varedilirler. bazen bir şeyi ümid edebilmek bile bir hedef ve kalite anlayışını ortaya koyar. bazıları ise o denli acizleştirilir ki, artık ümid etmeyi unuturlar. o tükenmişlikleri içinde bebek masumiyetine geri dönerler.

işte bu bebeklere, yaralı evlatlara şefkat edecek, ümit verecek, şakağını okşayıp, gözyaşını silecek, iç çekişini dinleyip ona sarılacak bir anneye ihtiyaç var. adımlar küçük olsa da onları bir Seyreden var. işin kıymeti ağlayandan değil, şefkat edenden değil, bir İzleyenden geliyor. şefkatin ışığı parladığında orada olmaya ihtiyaç var.

zenci beyaz ayırmadan, sünni alevi ayrıştırmadan, türkü kürde kıyaslamadan, kızı "diğeri" ;eşcinseli "öteki" yapmadan hepsine sarılmaya ihtiyaç var.

insanlığa Anne olmaya ihtiyaç var...

20 Ağustos 2010 Cuma

Eşcinselliğin Topluma Anlatılması

haberi eski olsa da paylaşmak istedim. çünkü içinde güzel noktalar var:
DR. ACIMIŞ:
''KONUYU, EŞCİNSELLİĞİ UYGARCA GÖRÜNÜR KILMA VE TOPLUM SAĞLIĞI AÇISINDAN ELE ALIYORUM''
''DİNİMİZDE HOŞGÖRÜ VAR, DİN BİLGİNLERİNDEN EŞCİNSELLİĞİ TOPLUMA ANLATMAK İÇİN DESTEK BEKLİYORUM''
Denizli Devlet Hastanesi Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Nurhan Meydan Acımış, eşcinsellik üzerine bir çalışma başlattığını, dinin hoşgörüsü ışığı altında eşcinselliği topluma anlatmayı ve toplum sağlığına katkıda bulunmayı hedeflediğini söyledi.
Dr. Nurhan Meydan Acımış, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2001 yılında Hacettepe Üniversitesinde halk sağlığı asistanlığı yaparken, homoseksüellik ve homoseksüel yapı üzerine çalışma yaptığını, eşcinselliğe Türkiye'de birçok kurum, sağlık kuruluşu ve tıp eğitiminde yer verilmediği için bu konuyu ele aldığını bildirdi.

Halk sağlığı uzmanı olarak eşcinsellik üzerine Türkiye'de neden bir çalışma yapılmadığı noktasından harekete geçtiğini belirten Dr. Acımış, Türkiye'de eşcinsel hareket dinamiklerini irdelediğini ve halk sağlığı, sağlık planlaması yaparken, sağlık hizmeti sunarken bu gruplara da dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Çalışmasının bu konuya da katkı sağlayacağını belirten Dr. Acımış, şunları söyledi: ''Araştırma, eşcinselliği uygarca görünür kılma ve hedeflenen topluma ulaşma idealiyle başladı ve eşcinselliğe nasıl hoşgörüyle yaklaşılır boyutuna çevrildi. Tasavvuf edebiyatını bilen ve Mevlana'ya çok samimi duygular ve bilimsel anlamda katılan bir kadın, çevreci, halk sağlıkçı olarak dinin hoşgörü zemini yaratmada en iyi araç olacağını düşündüm. Din ve eşcinsellik çalışması başlattım. Çalışma kapsamında yapacağım araştırmanın, Türkiye'de toplumsal hoşgörü, sivil halk temelli yaklaşım ve sivil örgütlenmenin önünü açacağını ve halk sağlığında ilerici bir adım olacağını düşünüyorum. Çabam bu yönde devam edecek. Eşcinsel gruplar da toplumun sağlığını geliştirmek için sağlık hizmeti götürmek ve bunun planlamasını yaparak veri tabanı oluşturmak amacındayım.''

Dr. Acımış, eşcinselliğin, toplumun mikrobu olarak görülmemesi, varlıklarının kabul edilmesi gerektiğini, onların da bu toplumda yaşadığını, toplum sağlığı açısından onların da toplumun bir parçası olduğunun kabullenilmesi gerektiğini dile getirdi. Eşcinselliğin en iyi din ışığı altında anlatılabileceğini düşündüğünü belirten Dr. Nurhan Meydan Acımış, din bilginlerinden ve sosyal toplum bilimcilerden bu konuda destek ve yardım beklediğini söyledi. Amacının baş kaldırmak veya toplumun değer yargılarına karşı gelmek olmadığını belirten Dr. Acımış, kendini doğru anlatması durumunda toplumun kendisine destek vereceğine inandığını vurguladı. Dr. Acımış, ''Dinimizde hoşgörü var, din bilginlerinden eşcinselliği topluma anlatmak için destek bekliyorum'' dedi.

Çalışmasından dolayı tepki alacağını, özellikle radikal grupların hedefi olabileceğini belirten Dr. Acımış, şöyle devam etti: ''Özellikle ilk yıllarda eşcinselliği görünür kılmak ve eşcinselliğe hoşgörü konusunda din temelinde tutunarak ilerleme konusunda bazı kaygılarım devam ediyor. Radikal gruplar, çalışmaların içeriğini bilmeden, kavramadan bazı tehditlere veya beni korkutmak ve yıldırmak adına eylemlere girebilirler. Ama korkmak bir kaçış. Eğer kaçarsak, yarattığımız bu değişimin devamı gelemeyebilir. Toplumun kaygısını oluşturan unsur genel ön yargılardır. Ön yargılar açılmaya ve dağılmaya başladığında korkuların azalacağına inanıyorum. Yaratacağım değişim ve toplum sağlığına yaptığım katkı uluslararası değerler ve katma değerleri düşündüğümde korkuları dikkate almak istemiyorum. Toplum, doğru sunulduğu sürece, vicdanını yaralamıyorsa benim yanımda olur, bunan inanıyorum.'' Dr. Nurhan Meydan Acımış, daha önceki yıllarda yaptığı ''Türkiye'de medya, yazılı basında politik içeriklerine göre cinselliğe bakış ve eşcinsellik sorgulaması'' araştırmasının da çalışmalarına ışık tutacağını sözlerine ekledi. (AA) Tarih : 2008-12-11"

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Kimliğini Satmamak


karakterimiz sadece bize has ve özel bir imza gibidir. imzamız ise bizim karakterimizi ortaya koyar ve bizi temsil eder. imzaları türlere ayırmak, şekillerine göre gruplandırmak, çağa uygun olup olmadığını kritik etmek şu imzanın kıymetini değiştirmez.

kişiliğimizin de psikolojik ve sosyolojik olarak toplumun hangi kesimine girdiğini belirlemek onun değerini düşürmez. bu kritikler o toplumu tanımak için yapılır kişiyi değil. çünkü kişisel bu özelliklerin odağında olan bu insan, her şeyi ile benzersizdir. sanatkarı olan Allahın samediyetine en güzel bir aynadır. herkesin aynası başka parlar.

bu güzel pırıltıları sınıflayıp kimlikler şeklinde ifade etmek bilimlerin ortak dili olmuş. dini milli ve cinsel kimlikler ve daha pek çok çeşit tanımlamaların gözlüğü ile bu aynaya bakmak mümkün hale gelmiş. kimliklerin hem kişiyi tanımayı hem de kişinin kendini ifade etmesini kolaylaştırmış.

insanların dini kimlikleri onların geleceği nasıl anladıklarını ve hayatı nasıl algıladıklarını gösteren çok önemli bir bilgidir. lakin bugün kendi kimliğini tam bilmeyenler, tam bildiklerinin aslında belirttikleri kimlikleri ile alakası olmadığını farkedemeyenler çoğalınca kişinin o tek kelime ile algısını anlmak zorlaşmıştır. oysa ister din ister mezhep ister tarikat usül ve edebinden bahsedelim hepsinin bir başı bir sonu bir hududu, bu kimliğin geçerli olduğu bir alan vardır. bu kimliği taşımanın onuru vardır. bu kimliği geliştirmek ve daha güzel kullanmak o kişiyi kimliğinden etmez. o sebeple, namaza başlamış bir aleviye "tebrik ederim sunni olup doğruyu bulmuşsun" gibi edep dışı bir ifade kullanılamaz. yada bir sünninin alevi edebinin kaynağı olan eserlerden yararlanıyor olması o kaynakları sunnileştirmez. istikameti islam tarihi ile ortada olan ehl-i sünnet için için sahip olduğu kimliği yaşamanın ve geliştirmenin hazzı ve rahatlığı netice olarak yeter. ayrıca bu kimliği kazanç yada prestij yada statü olarak beklemek sadece bu kimliğe zarar verir. kıblesi bir olan gönül saraylarında Allah sevgisini birbirine aktarabilenler kazanırlar. dini kimliğini bir şekilde para kazanma aracı yapanlar da hem dünyada hem ahirette "riyakar" damgası yemeğe hedef olurlar. kendisini aklasın aklayamasın, kader onu bu damga ile itham eder.

insanların milli kimlikleri onların geçmişi nasıl algıladıklarını ve kendilerini nereye koyduklarını ifade eder. tüm insanlık içinde onlara düşen çok şeyler bulabilirler. birbirlerini tanıyıp "biz"i keşfeder, diğerlerine bakıp "onları" anlarlar. birbirleri ile tanışıp aralarında yardımlaşmak için bu kimlik gereklidir. sosyal hayatta bugün bu kimlik olmadan hareket etmek çok zordur. sosyal hayat ticaret hayatı ile iç içe olunca bir şekilde milli kimliğinde bir ederi ortaya çıkmaktadır. bu ise bazı zayıf iradeliler için cezbedici olur. bir şekilde milli kimliğinden para kazanmak kapısı açılır. işe alırken yada ihale alırken veya pek çok durumda milli kimlik kazançlı hale gelebilir. etik açıdan çok yanlış ve hata bu tavır asla tasvip edilmemelidir.

insanların cinsel kimlikleri onların şu anı nasıl algıladıklarını ve tepkilerini reflekslerini, bilinçaltlarına kadar varan derinlikte şu ana nasıl baktıklarını tarif eder. bilinçli eğitimden uzak nesil bolluğu yaşayan yurdumda çoğunluk kendini bilse de, azımsanmayacak bir oranda kafası karışıklar da vardır. evlendirilmiş gözü dışarda eşcinseller, kendini hast asanan lezbiyenler, kendini eşcinsel sanan travestiler bir tarafa, kendini tanımlayamayanlar da bir o kadar ortalardadır. bunu aşmak okumak paylaşmak gibi kişisel görevlerle ve bir o kadar önemlisi milli eğitim seferberliği gibi ciddi atılımlarla olur. cinsel kimliğin tarifsiz ve bulanık kaldığı her toplum, cahilliğin bedelini öder. bu bazen töre cinayeti olur, bazen fuhuş cinayeti olur, kimisi ona fail-i meçhul der, kimisi bunun bu ülkeye neye malolduğunu feraseti ile görür, dehşetinden titrer. cinsel kimliğin para karşılığı satılması ise diğer kimlikleri satmak kadar ahlaksızca ve toplumu derinden sarsan bir yaradır. kimliklerin tanınması ve toplum içinde hür bulunmaları onları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaya ve toplumla irtibat kurmaya zorlar. bu onurlu olmaktır. bunun getirisi ise kendi evladına değer veren bir ülke olmaktır. kendi evladına kıymet veren geleceğine kıymet verir. kendi evladını iyi yetiştiren geleceğine en güzel mirası bırakır.

kendini nasıl tarif ederse etsin dini, milli ve cinsel kimlikleri ile onurlu yaşayan, bu kimlikleri ile değil, yetenekleri ile dünyalığını elde edip onurunu koruyan bireyler ve bu bireylerden oluşan toplumlar hem kaliteli yaşar, hem dünyaya örnek olurlar. bu güzel hedefe bizi götüren yolları elde etmek ise varlığını farketmek ile olur. gözden perdenin kalkıp arkasını görmek ile olur. bu ise hidayettir. bu sebeple en çok edilen dualarda talep edilen hidayet olmuştur.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Berat Kandili




قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰىۤ اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ

اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ


Zaman hızla ilerliyor, ömür ise adım adım tükeniyor. 3 ayların başlangıcı Recep ayını noktalamış ve Şaban ayının yarısına ulaşmış bulunuyoruz. 26 Temmuz pazartesi gecesi Şaban ayının 15’ i olan mübarek Berat Kandilidir.

Berat borç ve cezadan kurtulmak demektir. Dini bir terim olarak ise günahlardan temizlenmek, Allah ‘ın affına, rahmetine mazhar olup kurtuluşa ermek demektir.

Kandil geceleri af ve merhametin yoğunlaştığı günler olması yanında özel anlamlar ifade etmektedir Berat Kandili artık Ramazan ayının yaklaştığını müjdeleyen bir kandildir.

Berat Kandili gerçek anlamda Allah’a yönelen kulların af belgesini alacağı, beratına kavuşacağı bir gecedir.

Berat Kandili Kuran’ı Kerim’in Levhi Mahfuzdan dünya semasına indirildiği gecedir.

Berat Kandili yüce Rabbimizin 1 yıl içinde o kul için rızıkların , ecelin, olacak her türlü işin meleklere bildirildiği gecedir.

Berat Kandili namaz kılarken yöneldiğimiz kıblemizin Kabe olarak değiştirildiği gecedir.

Peygamber efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor; ‘Şaban ayının 15. gecesi geldiği zaman o geceyi ibadetle ihya ediniz. Gündüzünü ise oruçla geçiriniz. Zira Cenabı Hak o gece şafak sökünceye kadar dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve şöyle buyurur;
-Yokmu istiğfar eden onu mağfiret edeyim.
- Yokmu rızık isteyen ona rızık vereyim.
- Yok mu bir hastalık veya musibete uğrayan ona derman vereyim.
Bu hitap sabaha kadar devam eder.

Diğer bir hadisi şeriflerinde ise peygamberimiz; ‘Şaban ayının 15. gecesinde Allah’u Teala hazretleri dünya semasına tecelli eder ve Beni kelb Kabilesi’nin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda insanı affeder’ buyurmuştur.

Böyle mübarek geceler Allah’ın tevbe ve istiğfarları çok daha fazla kabul ettiği gecelerdir. baştaki ayeti kerimede yüce rabbimiz; “De ki ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümitı kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o çok bağışlayan çok esirgeyendir” buyuruyor. O nedenle bu Berat Kandilini fırsat bilelim. Hatamız, günahımız ne kadar çok olsa da Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyelim. Tekrar aynı günahlara dönmemek koşuluyla Allah’a içten yönelip ondan af dileyelim. Geçen sene kandilde aramızda bulunup da sonra vefat etmiş bugüne ulaşamamış yakınlarımızı, komşularımızı düşünüp bizimde yarına çıkacağımızın garantisi olmadığını bilelim. Berat Kandilini Namazla, Kuranla, Duayla, hayır hasenatla, gündüzünde Oruç tutarak değerlendirelim. Yakınlarımızı, akrabalarımızı ziyaret edelim. Eğer mümkün değilse en azından bir telefon edip “Kandiliniz Mübarek Olsun” diyelim. Böyle mübarek günler vesilesiyle mutlaka aramızdaki küslükleri ortadan kaldıralım. Peygamber efendimiz gibi uzun uzun secdelere varıp, orada gözyaşı döküp dualar edelim.

Şimdiden Kandilinizi kutluyor yüce rabbimizden bu gece hepimizin beratını alan kullarından eylemesini niyaz ediyorum.

Kaynak

Eşitliği Sindirememek


bu dünyaya aynı yoldan gelip aynı yoldan gidiyoruz. bu dünyada yeteneklerimizi keşfetmeye ve ahireti kazanmaya çalışıyoruz. çevremizi tanıyor, birbirimize tarif ediyor, yaşam kalitemizi artırmaya çalışıyoruz. tüm bunlar arasında bazen istemeden birbirimizi incitiyoruz ve hakkımız geçiyor. biraraya gelip tekrar gülümsemek ve arkadaşlığa başlangıç yapmak için bayramları vesile ediyoruz. buraya kadar bakınca şu cennet vatan bize, vatan-ı asli için bir gecelik güzel bir konaklama oluyor.

lakin iş burada kalmıyor. birbirimizi tarif için kullandığımız kimlikler birbirimize husumet bahanemiz olmaya başlıyor. çok eskiden şehrin eski merkezinde cumbalı evler ve arnavut kaldırımlar arasında pek çok komşuluk yaşanırdı. "tatar cennet" teyze, "kürt hasan" amcaya herkes hitap eder alınganlık olmazdı. gelen misafirlerine kendi ata dilleri ile mahatap olur, gelenekleri renkleri ile mahalleye karışırdı. ne zaman ki onların isimleri kaybolup torunları çoğalıp artık onlar da mahalle oldu, işte o zaman onların konuştukları dil konuşulmasın istendi, gelenekleri demode görüldü, farklılıkların sokağa taşınması mahalleyi rahatsız etti. gerçi onlar kızılbaşlardan da rahatsızdılar. bastığı yeri kırk kat kazmak gerektiği gibi abartılı bir nefreti ekenler vardı. buna bakkal önü kuyruklarının, karne ile alışverişin ve maddi yoklukların çağı eklenip insanlara kendilerini ve ailelerini korumaları gerektiği telkin edilince mahalle kayboldu. kapılar kapandı. herkes kopuk ve sessiz yaşamaya diğerinin mahalleye yakışmadığına hükmetti.

şehrin en eski aileleri bunalıp istanbula göçtü. sermaye sahipleri ufaldı. zengin ama tayine bağlı memurların yaptıkları da zamanla kayıtlı kaldı. kültürün gelişim zinciri kırıldı. aileyi muhafaza etmek kasdı ile başlayan hareket mahafaza edeceği hiç bir şeyi bulamadı.

işte kimliksiz görülen 80leri hazırlayan bu oldu. toplumsal kimlik kaybolmadı sadece dönüştü. diğer kimlikler için de normal olan yerini aldı. şimdi artık geçmişe bağını milli kimlikle geleceğe bakışını dini kimlikle bu anın algısını cinsel kimliği ile ortaya koyabilen daha büyümüş bir kuşak yerini aldı. bu büyük adım büyük dalgalar oluşturdu. hala kötüye kullananlar olsa da, artık kültür yeni evresini tamamlıyordu.

eskiden normal olan şeyler artık kayboldu. arada tek tük geçmişi hatırlatsa da, sadece medyatik haber oluyor. işçi olduğu için aşağılamak, aklı kısa (!) kadına ev işini öğretmek, yumuşak (!) memurla dalga geçmek sadece kabalık olarak görülüyor.

kadın dediğin evinde otutup çocuğunu büyütmek ve kocasına hizmet etmek için değil insani yaratılış maksadını tekrar keşfediyor.

eşcinsel demek erkek delisi ve gece skoru peşinde kadın adam arası bir mahluk değil, son derece entellektüel ve topluma örnek hatta onu şekillendiren bir anlama geliyor.

kızılbaşlar, dürziler, kadınlar, eşcinseller, kürtler ve tüm diğerleri ile beraber herkes artık birinci sınıf vatandaş oluyor. ortaya kocaman vatan büyüklüğünde bir mahalle çıkıyor. bu mahallede başka yere kovmak yok. mahalleye ahenk ve neşe ile katılmak var.

lakin birileri yine zamanın bozulduğunu ve her zaman olduğu gibi ahlaksızlığın arttığını, buna karşı tedbirler ve kısıtlamalar gerektiğini söylüyorlar. fısıltılar güçlenip konuşmalara dönüşüyor. kendi içindeki bozuklukla uğraşmayıp, kendi gerçek kimliği ile yüzleşmeyip, ortamı gererek kendine meşgale bulanlara zemin hazırlanıyor. toplumdaki kimlikleri hayat algısı değil, kendi varoldukları tahkim ordusu içindeki bölüğünü tarif ettiğini düşünüyor. kendini hayali bir savaşa hazırlıyor. kendisini o denli motive ediyor ki bazen korku gözünü döndürüyor. iktidarı elde etmek için o denli hayati bir gayretle çabalıyorlar ki, herkese eşit bakan ve kimlikler konusunda rahat birisinin onların önüne geçmesine imkan yok. bu aşırılık yalnızca toplumsal bir uzlaşma ile sınırlı tutulabilir gibi görünüyor. adı ister hürriyet olsun, ister kadın hakları ister eşcinsellere özgürlük, bir şekilde tüm bireylere ulaşılması gerekiyor.

hergün onlarca acıklı haberi dinlemek bizleri sadece üzüyor. dini milli yada cinsel kimliği farklı diye öldürülmek, haklarından caydırılmak, baskı uygulamak, konuşmasına bile tahammül edememek çok çirkin, gayri ahlaki ve Kuran dışı görülmeyi bırakana kadar çalışmaya, anlatmaya, ifade etmeye gayret etmek gerekiyor.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Ahlakın yeniden yeşermesi


bu güzel yaz günlerinde en çok dikkat çeken çiçeklerin gülümseyen renkleri olsa gerek. parklardan evlerin bahçelerine kadar her yerde bir neşe görünüyor. hepsi Rablerinden aldıkları şevki yine ona göstermek için çalışıyor.

birbirlerini incitmeden sarılarak ve birbirleri ile yarışarak Allahın isimlerinin üzerlerinde parlamasına çalışıyorlar. adeta her biri içinde barındırdığı tohumları ve gayreti ile elinden gelse tüm yeryüzüne kendi milletinin bayrağını dikmek istiyor, tavrından okunuyor.

bu güzellik toplum hayatında da görünüyor. tüm dini milli ve cinsel kimlikler, insanlık bahçesinin renkleri olarak kendilerinde parlayan esma-i ilahiyeyi her tarafta ilan etmek istiyorlar. hayvanların eserlerine ihtiyar karıştığı için bitkiler kadar eserleri mükemmel olamadığı gibi, insanların da nefis heva heves ve şeytanları yüzünden eserlerinde temiz şevk bazen görünemiyor. kimi zaman hedefine koşarken birbirini hiçe sayan ezen manzaralar, özellikle insanlık alemi içinden bakanlar için hayal kırıklığına sebep olabiliyor. siyasi manzaraları anlık takip etmek o sebeple insanı ümitsizliğe atabiliyor. oysa akibette muvaffakiyet her zaman hikmet ve rahmetten yana oluyor.

kişisel hayatımızda bize öğretilenlerle başlayan ömrümüz ne çok tersi muameleye muhatap oluyor. iyi insan olmaya çalışmak hedefi ile başlayıp tüm başımıza gelenlerde adeta kötü olmak daha iyi olacak gibi geliyor. gerek kişisel gerek toplumsal olarak problemler ve bizi rahatsız edenlere takılıp kaldıkça daha büyük bir iç boğuşma başlıyor. sonrasında ise kıyas ile niye benim bunlar başıma geliyor sorgusu ile yalnız kalıyoruz. niçin onun değil de benim?...

hased önce hasidi ezermiş. biz de yalnızlığımıza cevap ararken içine düştüğümüz hased ile daha da zarara uğruyor ve kendimizle meşgul oluyoruz. yüzümüzü toprağa döndürdükçe ve güneşten ümidi kestikçe daha da kararıyoruz.

burada durup bu kısır döngüyü kesmemiz gerekiyor. yüzümüzü yine yukarıya olumlu hayata çevirmek ve hayata hareket getirmek gerekiyor. bunu başarabilenler artık daha büyümüş, kamil, hayattaki önceliklerini sıralamış görünüyorlar. onlar yine hayata pozitif bakmak gereğini vurguluyorlar. lakin bu pozitiflik ümitsizliği tanıyan bilen, tehlikenin farkında olan, bireyi kazanmanın ona teselli vermekle başladığını idrak eden bir durum olarak ortaya çıkıyor.

birbirini desteklerken, onu sinsiliğe ve kendi özelliklerini inkar etmeye zemin hazırlamayan, ne de hayatı tedbirsizce değiştirmeye çalışırken tehlikelere açık hale getiren adımlardan kaçınarak, yanında onurlu bir duruş göstermek gerektiği ortaya çıkmaktadır.

birbirinin özeline saygılı, kişisel mahremiyete kıymet veren ama bu mesafenin uzak durmak algılanmadığı, disiplinli bir duruş gerekmektedir.

birbiri ile başına gelen negatifliklerden çok pozitiflikleri paylaşan, toplum paydasına bir şeyler koyabilmeyi onur sayan bir duruş gerekmektedir.

bu gereklilikler için en temel zemin doğruluktur. doğruluk hayatın varlığının en temel gereğidir. çünkü iman sıdktır, doğruluktur. o olmadan bireysel toplumsal hayatın sağlığından bahsedilemez.

tüm kimliklerin akıl ve erdem sahibi bireyleri zaten bunu görüyorlar. böyle hareket ediyorlar. ben buraya yazıyorum. yeni bir şey olduğu için değil... rol model bulamamış, kendisini sıkıntıda gören ve hayatına verilmiş kıymetleri göremeyenlere yeni bir nefes olsun diye...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Eşcinsellik ve Ahlaki Değerler

eşcinseller haksızlığa uğramaktadırlar. ellerine haklarını alamıyorlar. tanınmıyorlar. tanınmak ve varlıklarını ortaya koymak için bir araya gelirler. tüm dünyada yürüyüşler yaparlar.

bizim ülkemizde de yürüyüş yapıyorlar. fakat eşcinsel hakları ile toplumun değer yargıları arasındaki ince çizgiyi, bu ülkedeki çoğu eşcinsel hakları savunucusu ayıredebilmiş değil. eşcinsel olmak, bir üst kimlik değildir. eşcinsellikten önce, bizi biz yapan değerler vardır. maalesef çoğumuz bu değerlerin farkında değiliz. eşcinsel haklarını savunurken, inandığımız ve bizi ayakta tutan tüm manevi değerleri yok sayarak, eşcinsel haklarında da hiç bir ilerleme kaydedemiyeceğimizi ne zaman anlayacağız?

savunduğumuz eşcinsel hakları içersinde ahlaki değerler var mıdır? varsa bunun ölçüsü ve kriterleri nedir? bunu ne zaman tartışacağız? esasında toplumun genelinde eşcinselliğe karşı olan tüm negatif duyguların temelinde bu husus yatmaktadır. yani toplum, gerçekte eşcinsel insana mı, yoksa onun topluma malolan dışa yansımış olumsuz eylem ve fiillerine mi karşı bir duruş sergilemektedir?

ne zaman eşcinsel haklarından bahsedilse maalesef bizim toplumumuzda varolan ve çözümü de yakın zamanda mümkün görünmeyen, fuhuş meselesi önümüze getirilmektedir. zira, hala tam olarak heteroseksüel topluma eşcinselliğin ne olduğunu anlatabilmiş değiliz. bu konuda özeleştiri yaparak kendimizi sorgulamamız ve yıllardır mücadelesini verdiğimiz eşcinsel haklarının ana kriterlerini tam olarak ortaya koyabilmemiz gerekmektedir.

ne zaman eşcinsellik adına açıklama yapılacak olsa, konu bir şekilde gerek hetero gerekse eşcinsel kesimin ortak sorunu olan fuhuş meselesine indirgenmektedir. bizce bu konunun sadece eşcinselleri değil, tüm toplumu ilgilendiren sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutları bulunmaktadır. bu konu, toplumun geneli tarafından değerlendirilip, çözüm yolları hepbirlikte aranmalıdır. artık fuhuş meselesini bir tarafa bırakarak, sadece ve sadece, eşcinsel haklarından bahsetmenin zamanı gelmiştir. fuhuşla ilgili konulara sürüklenmeyip, homofobik düşünceleri haklı çıkartacak, tüm polemiklerden ve tartışmalardan uzak duracağız. biz eşcinseliz, biz müslümanız, biz bu ülkenin vergi ödeyen askere giden ve derdini çeken vatandaşıyız. biz onların kardeşleri evlatları yani kısaca bu toprakların çocuklarıyız. onlar ne derse desin, kendimizi asla bu ülkeyi ayakta tutan değer yargılarından soyutlamayacağız, onları yani eşcinselliğe karşı olan insanları haklı çıkartmayacağız.

9 Temmuz 2010 Cuma

İslam Endişesi


bir endişedir gidiyor... herkeste bir islam için ürperme hali...

dinsiz çevrelerin endişesini bir derece anlamak mümkün. "öteki" dedikleri, anadolu işi, güya dogmatik olan manevi değerlerin yükselmesi onların sorumsuz ve rahat yaşamlarını daraltıyor. psikologlara terapi için başvurularda "ölüm endişesi"nin çokluğundan anlaşlıyor ki, ahiret ve ölüm sonrasına itikatsızlığın bu dünyada dahi zararları var, hayatı zindana çevirmeye yetiyor.

peki kendini müslüman olarak tarif edenlerin endişesi ne için? herkesden ve her yerden tehdit ediliyormuşçasına bir tedirginlik taşımaları ne için? öyle ki, ahlaksızlığı dünyanın öteki ucunda değil hemen yanıbaşlarında aramaları, hatta çocukları için endişeleri yüzünden birbirlerine bile mesafeli durmaları, sıkan hatta boğan bir anaçlıkla çocuklarının üzerlerine düşmeleri ne için?

adeta Allahın verdiği emanetin teklif değil de islam olduğunu algılıyorlar. devasa camiiler, büyük vakıflar, deniz gibi cemaatler ve ilmi deniz gibi kanaat önderlerinin islam için kalkan olduğundan endişe duyuyorlar. sürekli "ahlaksızlık"tan bahsediliyor. giderek yeni neslin bozulması için oluşan şartlardan bahsediliyor.

gelenekleri temsil eden aşiretler arasında gençliğini geçirmiş Said Nursi de Münazarat'ında bu durumdan bahseder. evet, aşiretler soruyor:

"...
Sual - Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
Cevap - İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.

...
S - Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
C - Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir. Benî beşerde ona intisap eden, bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine fedâ etmeyen, hem de menfaatini ızrar-ı nâsta gören, hem de muvazenesiz, muhakemesiz mânâ veren, hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek dâvâsında bulunan, hem de beylik veya tavâif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak mânâsıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı mâkul fikirlerde bulunan, hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden, herkesin âsabına dokundurmakla, tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir.

S - Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.
C - Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elnde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.

...
S - İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak.
C - Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:
Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tâhir'ler, Yûsuf'lar, Ahmed'ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır."


evet her yeni kuşakla yeni bir dünya kurulur ve yeni algılar ve üslup doğar. Kur'an tazelenerek her asra baktığı gibi o yeni kuşakla da muhatap olur. bu değişimden ürkenler dışlamakla kendi rahatlarını koruyacaklarını düşünürler. halbuki problem yeni nesilde değil zamanın geçmesindedir.

peki bu ürkmek ne için? kendini zayıf görmek ne için? tevekkül, Allaha itimat yeterince büyük bir güç değil mi? gereğinde bir günahkarın omzunda bile bu islamı yükseltebilen bir Allah kendi dininden endişelenmediğini söylemiyor mu? islamdan Allah endişelenmezken, islamların endişe duyması garip değil mi?
"Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçâre insan!
Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbûl bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultân-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak Kemâl-i intizam ve itaatle -beraber- ordusunda hizmet ediyorlar. Ve O Zât-ı Zülcelâl'in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yi zâtî'si var. Ve istiğnâ-yi mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcûdâta ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale'l-ıtlak 'tır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve iradesinde ve heybet ve âzameti altında nihayet itâatte, Celâline karşı tezellüldedir. İşte Rahmet seni, ey insan! O Müstağni-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatâb eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen Güneşe yetişemiyorsun; çok uzaksın; hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat Güneşin ziyâsı Güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de: O Zât-ı Akdese ve O Şems-i ezel ve ebed'e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziyâ-yi rahmeti onu bize yakın ediyor.

İşte ey insan! Bu Rahmeti bulan, ebedî tü kenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o Rahmetin en belîğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-âlemîn ünvânıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmetenlil-âlemîn olan Rahmet-i mücessemeye vesîle ise: salavâttır.
Evet Salâvatın mânâsı Rahmettir. Ve o zîhayat mücessem Rahmete rahmet duası olan Salâvat ise, o Rahmetenlil-âlemînin vüsûlüne vesiledir. Öyle ise sen Salâvatı kendine, o Rahmetenlil-âlemîne vesile yap ve o Zâtı da Rahmet-i Rahman'a vesîle ittihaz et. Umum ümmetin Rahmetenlil-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında hadsiz bir kesretle Rahmet mânâsiyla Salâvat getirmeleri, Rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir Sûrette isbat eder.Elhâsıl: Hazîne-i Rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi: "Bismillahirrahmânirrahîm"dir. Ve en kolay bir anahtarı da Salavattır."

besmelenin tarifinden doğan bu hakikat aslında rahmetin ne denli büyük bir güç olduğunu, güce dayanmak olduğunu, huzur bulmak olduğunu da gösteriyor. rahmet ismini tam anlayamayınca o rahmet köprüsünden uzak kalmış oluruz. bu ise bizi endişeli yapar. her hadiseye karşı kendimizi yalnız ve çaresiz buluruz. rahmeti anlamak ise ihtiyaçlara karşı bir servet ve korkulana karşı kudreti bulmak anlamına gelir.

öyleyse eşcinsellikten yada eşcinsel evlat sahibi olmaktan endişelenmeye gerek yoktur. Ahlaksızlığı, eşcinseller değil, yalan konuşanlar hazırlar; terapi olduğunu söyleyenler ve artık değiştim deyip, gizliden hevesinin peşinde koşanlar hazırlarlar; kendinden emin ve kendini tanımış, hayattan beklentisini bilenler değil, fantazileri uğruna insanları üzenler hazırlarlar; tecvidsiz usülsüz yarımyamalak dini bilgisi ile dua tavsiye edenler hazırlarlar...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Mi'raç




Mâdem,
Şu kâinat ve mevcudât var ve içinde ef'âl ve icad var.
Hem mâdem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, san'atlı bir nakış nakkaşsız olmaz.
Elbette, şu kâinatı dolduran ef'âl-i hakîmânenin bir fâili ve yeryüzünün mevsim bemevsim tazelenen hayretfezâ nukuşlarının, mânidar mektubâtının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır.

Hem mâdem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor.
Hem mâdem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var.
Öyle ise o Hâkim birdir.


Bir olmazsa-çünkü herşeyde san'at ve hikmet o derece acîbdir ki, o şeyin Sânii, herbir şeye muktedir olacak, herbir işi bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâzım gelir; öyle ise, bir olmazsa-mevcudât adedince ilâhların bulunması lâzım gelir. O ilâhlar hem birbirine zıd, hem birbirine misil olacaklar; ve o halde şu acîb intizam bozulmamak yüz bin defa muhâldir.


Hem mâdem şu mevcudâtın tabakâtı, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emir ile hareket ettiği bilbedâhe görünüyor. Yıldızların, güneş ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ bâdem çiçeklerine kadar herbir tâife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir sûrette Kadîr-i Ezelînin o tâifeye verdiği nişanları, formaları, güzel libasları ve tâyin ettiği harekâtı, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhâr ediyor. Öyle ise, şu kâinatın, mevcudâtı Onun emrine bakar ve imtisâl eder, perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır.


Hem mâdem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmâne şehâdetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir.

Hem gösterdiği ihsanât ile gayet Rahîm bir Rabdir, hem izhâr ettiği güzel san'atlarıyla san'atperver ve sanatını çok sever bir Sâni'dir. Hem gösterdiği tezyinât ve merakâver sanatlarıyla zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celb etmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir.

Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyirü'l-ukûl tezyinâtın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip nereye gideceğini, rubûbiyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbete bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rubûbiyetini göstermek ister.


Hem mâdem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lûtuf ve merhamet ve garâib-i san'at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister; elbette zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne olduğunu bir mübelliğ vâsıtasıyla bildirecektir.

Öyle ise, zîşuurlardan birisini tâyin edip onun ile o rubûbiyetini ilân edecektir.


Ve sevdiği san'atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vâsıta edecektir.
Ve o ulvî makâsıdını sâir zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhâr etmek için, birisini muallim tâyin edecektir.
Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu mevcudâtta gizlediği muammâ-i rubûbiyeti mânâsız kalmamak için, her halde bir rehber tâyin edecektir.
Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği mehâsin-i san'at faydasız ve abes kalmamak için, onlardaki makâsıdı ders verecek bir rehber tâyin edecektir.


Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkınde bir makama çıkaracak ve marziyâtını ona bildirecek, onlara gönderecektir.

Mâdem hakikat ve hikmet böyle iktizâ ediyor.
Ve şu vezâife en elyâk Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir sûrette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet bir şâhid-i âdil ve sâdıktır.

Öyle ise, o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkıne çıkıp, bütün mevcudâttan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumi, ulvî, küllî bir sohbet etsin.

İşte, Mi'rac dahi bu hakikati ifade ediyor.


Elhâsıl: Mâdem
şu azîm kâinatı mezkûr maksadlar gibi çok azîm makâsıd ve çok büyük gâyeler için şu sûrette teşkil, tertib ve tezyin etmiştir.
Hem mâdem şu mevcudât içinde şu umumi rubûbiyeti bütün dekâikı ile, şu azîm saltanat-ı ulûhiyeti bütün hakâikı ile görecek insan nevi vardır.
Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuşacaktır, makâsıdını bildirecektir.


Mâdem her insan cüz'iyetten ve süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin küllî hitâbına bizzat muhatap olamıyor; elbette, o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar.

Tâ iki cihetle münâsebeti bulunsun: hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.


Şimdi, mâdem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makâsıdını en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rubûbiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır; elbette, bütün efrâd-ı insaniye içinde öyle bir mânevî seyr ü sülûku olacaktır ki, cismânî âlemde seyr ü seyahat sûretinde bir Mi'racı olacaktır. Yetmiş bin perde tâbir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef'âl ve tabakât-ı mevcudâtın arkasına kadar kat-ı merâtib edecektir.


İşte Mi'rac budur.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Eşcinsel Kimliğe Saldırmak


bu bloga gönderilen yorumlardan ümitsizlik verenleri burada yayınlamıyorum. hakaret içerenleri dikkate almıyorum. bir kısmını da değerli arkadaşlarımla paylaşıyorum. bir arkadaşım, bu yorumlardan oluşan duygularını şöyle ifade etmiş:


UTANIN KENDİNİZDEN

Anlaşılamayınca üzülüyor insan; son dönemde gayislam.bloga yapılan yorumlarda beni bu şekilde üzdü. Bu blog inançlı eşcinsellerin yazı yazabildiği, yazılanları okuyup bir nebze olsun dini ile yeniden bağ kurabildiği bir blogtur. Heteroseksüel Müslümanlara yönelik olarak eşcinselliği kabul ettirme ya da dayatma gibi bir amacı yoktur.

Eflatoon kaç zamandır intihara kalkışan ve intihar düşüncesinin yoğun bir şekilde kendini gösterdiği eşcinsellerle ilgilenmekte. Peki bu eşcinselleri intihara sevk eden nedir? Aile reddi, toplumsal yaşamın dışına itiliş, yaşam boyu rol model olabilecek gay profillerin yokluğu, aşağılanma vs vs vs.

Yorum sahipleri, el insaf!

Bu blogta yayınlanan ve yayınlanmayan birçok yorumunuzda eşcinselliği meşrulaştırmaya çalışmamızdan yakınıyorsunuz! El insaf! Sadece bu kimliğimiz yüzünden diğer tüm yapıp etmelerimiz ve kimliklerimiz hiçe sayılıyor. Allah aşkına, azıcık utanın! Biz yaşamımızı bu kimlik bağlamında kurma meraklısı değiliz ve eşcinselliğin aslında çok önemsiz bir hal olduğunu düşünüyoruz. Fakat bugünlerde önem kazanıyor ve bu konuda yazıp çiziyorsak, bunun nedeni sizin öfkeniz ve sırf bu durum yüzünden bizleri Müslüman cemaatinin dışında görmenizdir. Karşımıza intihara kalkışan bir delikanlı getirildiğinde, ailesi tarafından reddedilen bir glbtt karşısında, gizlenmek amacıyla sürekli yalan söylemek zorunda bırakılan bir glbtt sizlerin umurunda olmasa da bizim umurumuzdadır. Onlara söyleyecek sözümüz vardır. Çünkü biz Rahman ve Rahim olan Allah’ın kullarıyız.

Şunu açık bir şekilde söyleyeyim; eşcinsellik livata değildir! Siz kötü yorum sahiplerinin tüm argümanları aslında livata üzerine olan dini hükümler üzerine kuruludur. Ne kadın eşcinselliği üzerine düşünebiliyorsunuz ne de çift cinsiyetlilik üzerine… eğer bu konular üzerinde azıcık düşünseniz eşcinsellik karşıtı düşüncelerinizi livata üzerine oturtmazdınız.

Sizlere şunu da söyleyeyim; livatanın meşruluğu tartışması da dini değil politik bir tartışmadır ve kökeni tarihsel olarak Sünnilerle Şiiler arasındaki iktidar mücadelesinin halk indinde bir propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzdeyse bu hadisleri eşcinselliğe karşı kullanıyorsunuz. Bende size ısrarla soruyorum; kadın eşcinselliği ne olacak? Çift cinsiyetlilerin durumu ne olacak? Çünkü bambaşka bir tartışmanın kavramlarını, delillerini vs. alakasız bir konuya monte etmeye çalışıyorsunuz.

Gerçi buna da bir çözüm yolu bulmaya çalıştınız. Ayetin neshi tartışmaları içindeki Nisa suresi 15. Ve 16. Ayetlerini günümüz meallerinde direk eşcinsellere yönelik ayetlermişçesine çeviriyorsunuz. Yalan olduğunu bile bile… homofobi gözünüzü öyle bir şekilde örtüyor ki ayetleri dahi “DEĞİŞTİRİYORSUNUZ”.

Sizin gibiler ayetlerdeki kelimeleri dahi değiştirirken, müsaade edin bizimde söyleyeceklerimiz olsun.

Şunu unutmayın, bizler alışkınız; kalplerimizin mühürlü olduğunun bize söylenmesine… Maşallah göğsümüzü yarıp içindekileri okuyabiliyorsunuz! Keşke okurken biraz daha dikkatli davransanız! O kalpte Allah ve Resulünün sevgisi de var çünkü. Bu sevgi olmasaydı bu blogta olmazdı. Ama yok sizlere göre bizler art niyetliyiz. Sizlerde zaten kalplerimizden geçenleri dahi bilirsiniz. Bakıyorum da şah damarımızdan dahi bize yakınsınız.

Siz ısrarla bizlere küfür ithamında bulunarak yorum yapanlar! Utanın kendinizden ve artık kabul edin, sizin derdiniz içinizdeki homofobidir. Siz aslında bir eşcinselin “ben bir müslümanım” demesine tahammül edemiyorsunuz. Siz bir eşcinselin “Ben Allah ve Resulünü seviyorum” demesine tahammül edemiyorsunuz. Siz bir eşcinselin Müslüman kimliğiyle konuşmasını, yazıp çizmesini İslam’a karşı bir saldırı olarak telakki ediyorsunuz. Neden? Çünkü bizden (eşcinsellerden) tiksiniyorsunuz.

Ama bunun adı İslam değil, homofobidir. Homofobinizi din olarak telakki etmeyin!

Dönüp durup söyleyegeldiğiniz tek bir söz var: Eşcinselliği meşrulaştırıyorsunuz…

Efendiler!

Biz bu toprakların gayrimeşru çocukları değiliz!

Ve evet, İslam Dininde bizim yaptığımız fiilin meşru olduğunu söyleyen mezheplerde olmuştur! Sünni Zahiriye mezhebi gibi! Yaptığımız fiilin kadın erkek zinasından daha düşük bir ceza gerektirdiğini de söyleyenler çıkmıştır. İmam-ı Azam gibi!

Bizden şunu dememizi bekliyorsunuz: Bu günahtır ve ben suçluyum, “düzelmek” için gayret sarf ediyorum.

Hayır bu sözü söylemeyeceğiz!

İslam dini içinde bize bir yer vardır. Sünni Zahiriye mezhebi bunu söyler. Bizi fiziksel çift cinsiyetliler gibi biyolojik yönden yeniden değerlendirip “meşru” olduğumuzu söyleyen günümüz Müslüman Alimler de vardır. Bize Allah’ın dininde yer vardır. Umuyoruz ki Peygamberin (s.a.v) şefaatinde de bizlere yer olacaktır.

Elinize kan bulaşmasa da ağzınızdan tükürdüğünüz hep kan! İntihar eden nice eşcinselin kanı dudaklarınızda. Nice eşcinseli nefretinizle öldürdünüz! Nicesi “ben Allah ve Resulünü seviyorum” diyordu. Ama sizler homofobinizin nefretine dayandınız. Homofobinizi din telakki ettiniz ve hala utanmadan konuşuyorsunuz.

Hz. Lut (a.s) gönderildiği kavim eşcinsel bir kavim değildi. Öğrenin artık. O kavmin erkekleri tecavüzcü, yağmacı heteroseksüellerden müteşekkildi. Eğer sorun eşcinsellik olsaydı lezbiyenlik açısından da değerlendirme yapılırdı. Eğer sorun eşcinsellik olsaydı bu kıssa Kuranda geçerken cezai müeyyidesi de belirtilirdi. Ama tecavüzün, yağmacılığın müeyyidesi Kuran ve sünnetle ortaya konmuştur. Eşcinselliğin değil. Kuranda eşcinselliğe bir ceza tayin edilmemiştir. Sizin tahrif etmeye kalktığınız Nisa suresinin ayetleri dışında!

Tarih öyle enteresan ki; Kuranın tahrifine karşı şu blog ayakta duruyor! Çünkü homofobi karşısında anlı şanlı İslam Alimleri susuyor. Sonunda bunu da başardınız. Homofobi ile ayet tahrifatına başladınız!

Utanın kendinizden!

Kuranda homofobinize dayanak ayet aramaktasınız.

Gayderviş