15 Temmuz 2010 Perşembe

Ahlakın yeniden yeşermesi


bu güzel yaz günlerinde en çok dikkat çeken çiçeklerin gülümseyen renkleri olsa gerek. parklardan evlerin bahçelerine kadar her yerde bir neşe görünüyor. hepsi Rablerinden aldıkları şevki yine ona göstermek için çalışıyor.

birbirlerini incitmeden sarılarak ve birbirleri ile yarışarak Allahın isimlerinin üzerlerinde parlamasına çalışıyorlar. adeta her biri içinde barındırdığı tohumları ve gayreti ile elinden gelse tüm yeryüzüne kendi milletinin bayrağını dikmek istiyor, tavrından okunuyor.

bu güzellik toplum hayatında da görünüyor. tüm dini milli ve cinsel kimlikler, insanlık bahçesinin renkleri olarak kendilerinde parlayan esma-i ilahiyeyi her tarafta ilan etmek istiyorlar. hayvanların eserlerine ihtiyar karıştığı için bitkiler kadar eserleri mükemmel olamadığı gibi, insanların da nefis heva heves ve şeytanları yüzünden eserlerinde temiz şevk bazen görünemiyor. kimi zaman hedefine koşarken birbirini hiçe sayan ezen manzaralar, özellikle insanlık alemi içinden bakanlar için hayal kırıklığına sebep olabiliyor. siyasi manzaraları anlık takip etmek o sebeple insanı ümitsizliğe atabiliyor. oysa akibette muvaffakiyet her zaman hikmet ve rahmetten yana oluyor.

kişisel hayatımızda bize öğretilenlerle başlayan ömrümüz ne çok tersi muameleye muhatap oluyor. iyi insan olmaya çalışmak hedefi ile başlayıp tüm başımıza gelenlerde adeta kötü olmak daha iyi olacak gibi geliyor. gerek kişisel gerek toplumsal olarak problemler ve bizi rahatsız edenlere takılıp kaldıkça daha büyük bir iç boğuşma başlıyor. sonrasında ise kıyas ile niye benim bunlar başıma geliyor sorgusu ile yalnız kalıyoruz. niçin onun değil de benim?...

hased önce hasidi ezermiş. biz de yalnızlığımıza cevap ararken içine düştüğümüz hased ile daha da zarara uğruyor ve kendimizle meşgul oluyoruz. yüzümüzü toprağa döndürdükçe ve güneşten ümidi kestikçe daha da kararıyoruz.

burada durup bu kısır döngüyü kesmemiz gerekiyor. yüzümüzü yine yukarıya olumlu hayata çevirmek ve hayata hareket getirmek gerekiyor. bunu başarabilenler artık daha büyümüş, kamil, hayattaki önceliklerini sıralamış görünüyorlar. onlar yine hayata pozitif bakmak gereğini vurguluyorlar. lakin bu pozitiflik ümitsizliği tanıyan bilen, tehlikenin farkında olan, bireyi kazanmanın ona teselli vermekle başladığını idrak eden bir durum olarak ortaya çıkıyor.

birbirini desteklerken, onu sinsiliğe ve kendi özelliklerini inkar etmeye zemin hazırlamayan, ne de hayatı tedbirsizce değiştirmeye çalışırken tehlikelere açık hale getiren adımlardan kaçınarak, yanında onurlu bir duruş göstermek gerektiği ortaya çıkmaktadır.

birbirinin özeline saygılı, kişisel mahremiyete kıymet veren ama bu mesafenin uzak durmak algılanmadığı, disiplinli bir duruş gerekmektedir.

birbiri ile başına gelen negatifliklerden çok pozitiflikleri paylaşan, toplum paydasına bir şeyler koyabilmeyi onur sayan bir duruş gerekmektedir.

bu gereklilikler için en temel zemin doğruluktur. doğruluk hayatın varlığının en temel gereğidir. çünkü iman sıdktır, doğruluktur. o olmadan bireysel toplumsal hayatın sağlığından bahsedilemez.

tüm kimliklerin akıl ve erdem sahibi bireyleri zaten bunu görüyorlar. böyle hareket ediyorlar. ben buraya yazıyorum. yeni bir şey olduğu için değil... rol model bulamamış, kendisini sıkıntıda gören ve hayatına verilmiş kıymetleri göremeyenlere yeni bir nefes olsun diye...

2 yorum:

  1. Mükemmel [=
    16.07.2010 Cuma günü ( yani bugün) bu blogu cemaatime vaaz olarak anlattım (=

    YanıtlaSil