15 Mayıs 2010 Cumartesi

Kur'anı tasdik eden filozoflar


internette çokca bulunmadığını düşündüğüm fakat çok kıymetli bir bahsi paylaşmak istiyorum. o da, erkek kadın eşcinsel zenci beyaz hintli demeden, tüm dünyanın yetiştirdiği en büyük zekaların, hayatlarını Kur'an aleyhinde geçirdikleri halde onun büyüklüğünü sonunda tasdik etmeleri ile ilgilidir.

Bediüzzaman Said Nursî, kırksekiz sene evvel Şam'da Câmi-i Emevî'de Hutbe-i Şamiye namındaki nutkunda dava etmiş ki: "İstikbalin hâkim-i mutlakı Kur'andır." Gayet kuvvetli delillerle o davayı isbat etmiş. (Buna ait yazı; "Risale-i Nur Müellifi Said Nur" adlı eserde "İstikbalin hâkim-i mutlakı Kur'andır" başlıklı yazının 74-75'inci sahifelerinde kısmen münderiçtir.) Delillerin birisi; Avrupa ve Amerika'nın en meşhur filozoflarının, Kur'anın emsalsiz ve ayn-ı hakikat bir kitab olduğunu tasdik etmeleridir. Prens Bismark, Mister Karlayl gibi çoklarını bu davaya yüzer şahid göstermiş.

Sebilürreşad'ın 1 Nisan 1953 tarih, 167'nci sayısında intişar eden; Avrupa ve Amerika filozoflarının, en büyük âlimlerinin mühim bir kısmının, Kur'an hakkındaki sözleri, Said Nursî'nin elli sene evvelki davasına tasdikkârane bir ilânat hükmünde olmuş olduğundan, bu "Risale-i Nur Müellifi Said Nur" adlı esere ilhakı münasib olur.

Çünki اَلْفَضْلُ مَا شَهِدَتْ بِهِ اْلاَعْدَاءُ yani fazilet odur ki, düşmanlar da onu tasdik etsin. Mezkûr ilânatın aynısı naklediliyor:

O derece ki; bugünkü medenî cem'iyetler, Kur'anın yüksek hakikatlarını, yüksek terakki ve medeniyet düsturlarını tatbik edebilecek seviyeye henüz erişememişlerdir. Bu büyük hakikatı meşhur İngiliz mütefekkiri Bernard Shaw şöyle ifade etmişti:
"Demokrasiyi en ileri götüren millet İngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlıktır."
***
Prens Bismark da şöyle demişti:
"Ben Kur'anı her cihetten tedkik ettim. Her kelimesinde büyük hakikatlar gördüm. Sana muasır bir vücud olmadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!"

***
Bu da Kur'an mütercimi Doktor Maurice'in sözüdür:
"Bizans Hristiyanlarını içine düştükleri bâtıl itikadlar girivesinden, ancak Arabistan'ın Hira Dağı'ndan yükselen ses kurtarabilmiştir."
...
"Kur'an, hikmet-i ezeliyenin inayet ile insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beşerin refahı nokta-i nazarından, Kur'anın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ulvîdir. Kur'anın her gün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaşılan, fakat bitmeyen esrarı vardır."
***
Bunlar da garbın en benam mütefekkir ve âlimlerinin sözleridir:

"Kur'an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır." (Carlyle)
***
"Kur'anın nazarında satvetli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Bu gibi esaslarla öyle bir teşri' vücuda gelmiştir ki, dünyada bir naziri yoktur. Müslümanlık, bugünkü inkişafı fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir." (Meşhur İngiliz muharriri Edward Gibbon'un "Roma İmparatorluğu'nun inhitat ve sukutu" eserinden)
***
"Hâlık'ın hukuku ile mahlukun hukuku, ancak Müslümanlık tarafından tarif olunmuştur." (Marmadüke)

***
"Yeni keşfiyat yahut ilm ü irfanın yardımıyla hallolunan, yahut halline uğraşılan mesail arasında bir mes'ele yoktur ki, İslâmiyetin esaslarıyla taarruz etsin. Kur'an-ı Kerim ve talimi ile kavanin-i tabiiye arasında bir ahenk görülmektedir." (Levazaune)
***
"Kur'an, ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmi'dir." (Müsteşrik Sedio)
***
"Kur'an öyle bir sestir ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir." (Doktor Johnson)
***
"Kur'anın ulviyeti, onun cihanşümul hakikatindedir." (Carlyle)
***
"Kur'an, akaid ve ahlâkın, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakıyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir. Zaman ve mekân itibariyle birbirinden çok uzak, fikrî inkişaf itibariyle birbirlerinden çok farklı insanlara hârikulâde bir hassasiyet ilham eden Kur'an, muhalefeti istihsana kalbeden Kur'an, muhtelif kavimleri medenî bir millet haline getiren Kur'an, en şâyan-ı hayret eser tanınmağa lâyıktır. Kur'an, beşerin mukadderatıyla meşgul âlimler için, tetebbua şâyan en faydalı mevzu sayılır." (Meşhur İngiliz âlimi Doktor City Youngest)
***
"Kur'an bizâtihî daimî bir mu'cizedir. Bir mu'cize ki, ölüleri diriltmekten daha çok yüksektir. Bu mukaddes kitabın tâ kendisi, menşeinin semavî olduğunu isbata kâfidir." (Kur'anın münekkid ve mütercimi Corsele)

***
"Kur'an, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeğe hâdim olacak esasları muhtevidir. Kur'an sayesinde Müslümanlar devletler kurmuşlar, muazzam şehirler inşa etmişler; Avrupa'yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir." (İngiltere'nin en mutaassıb papazlarından G. M. Rodwell)
***
"İslâmiyet, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur'an, medeniyet cihanının istinad ettiği temelleri muhtevidir. Bu âlî din Avrupa'ya, dünyanın imarkârane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyet yer yüzünden kalkacak olursa, umumî müsalemeti devam ettirmeye imkân yoktur." (Meşhur Fransız müsteşriki Gaston Care'ın 1913'te Figaro gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa dünya müsalemetinin muhafazasına imkân olup olmadığı hakkındaki meşhur makalesinden).
***
"Müslümanlığın talim ettiği medenî ve sıhhî esaslar sayesindedir ki, haşerat mahşeri olan Asya müdhiş bir tehlike olmaktan kurtulmuştur." (Alman âlimlerinden Jochahim Du Rulph
***
"Kur'anın ahlâkî ve medenî kaideleri ihtiva eden âyetleri, İslâmiyet'in muhteşem bünyanında altun bir kordon gibi işlenmiştir." (İngilizce Cembres Ansiklopedisi)
***
"Rasyonalizm, yani akliye kelimesinin müfadını, o tarihî ehemmiyetini tevsi' edebilirsek Müslümanlığın aklî bir din olduğunu söyleyebiliriz. Akıl ve mantık mısdakıyla akaid-i diniyeyi muhakeme eden mekteb, rasyonalizm kelimesinin İslâmiyete tamamıyla mutabık olduğunu fehmeder." (Profesör Edward Monte, "Hristiyanlığın intişarı ve hasmı olan Müslümanlar" eserinden)
***
"Kur'an, bütün kuva-yı beşeriyenin, tılsımını çözmekten âciz kaldığı muazzam bir sırdır. İslâmiyet, canları, malları koruyan, hâkimiyeti altında yaşayan dinlere şâyan-ı hayret müsamaha gösteren bir dindir." (Kont Hanri de Katsri'nin "İslâmiyet" ünvanlı eserinden)
***
"Dünyada Kur'ana benzer bir kitab yoktur ve bu kitab hakikaten muhayyir-ül ukûldür. (Mister Marmadüke Picktahall'ın Londra'da "İslâmiyet ve Asrîlik" hakkında irad ettiği nutuktan)

***
"İslâm dinini kabul edenlerin adedi az zamanda 300 milyona varmış ve bu Müslümanlar, atlarının nallarıyla Roma İmparatorluğu'nu çiğnedikten sonra, mızraklarının ucu ile dalaleti kökünden istisal etmişler, nihayet şark ve garbın muazzam devletleri onların karşısında titremişti." (Fransız filozoflarından Alexy Levazaune'un nutuklarından)
***
"Hazret-i Muhammed gerçi ümmi idi, fakat cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki; o bir nadire-i belâgat, bir mecelle-i ahlâk, bir kitab-ı mukaddestir." (Alexy Levazaune'un "Hayat-ı Hazret-i Muhammed" adlı eserinden)
***
"Kur'an, insanın dimağında şübheden, tezelzülden vâreste, canlı ve kuvvetli bir kanaat vücuda getirir." (Doktor Güstav Löbon)
***
"Kur'an... Bu, o kitabdır ki, onunla Müslümanlar Avrupa'ya hâkim olarak girmişlerdir. Fenikeliler Avrupa'ya tüccar, Yahudiler Avrupa'ya mülteci veya esir olarak girdikleri halde; Müslümanlar Avrupa'ya hâkim olarak girmişler ve bu Müslümanlar, Kur'an yardımıyla Avrupa'ya irfan meş'alesini taşımışlardır. Filhakika Müslümanlar garblılara ve şarklılara felsefe, tıp, heyet, şiir öğretmişlerdir. Yunan'ın ölü dimağına ve ölü irfanına hayat vermişler, bütün dünyayı cehalet karanlıkları ihata etmişken her tarafa nur ifaza eylemişler ve bu itibarla bu insanlar ulûm-u cedidenin temellerini atmışlardır." (Musevî âlimlerinden Emanoil Düeş, İngilizce "Kuvarterli Revyo" mecmuasının 254'üncü numarasında "İslâmiyet" serlevhasıyla yazdığı makaleden)

***
"Müslümanlık, Afrikalıları medenîleştirmiş, onları sanayi, ticaret vesair işleri inkişaf ettirmeğe sevk etmiştir. Müslümanların irşadıyla ve İslâmiyetin tesiriyle Afrika'nın her tarafında muhteşem şehirler tesis olunmuştur. Avrupa'lı seyyahlar buraları ziyaret ederek onları hemşehrilerine tavsif ettikleri zaman, Avrupalılar bunların ihtişamına inanmak istememişlerdi." (Profesör Tomas Arnold'un "İslâm Tebliği" adlı eserinden. Bu eser "İntişar-ı İslâm Tarihi" ünvaniyle merhum Halil Hâlid Bey tarafından tercüme olunmuş ve Âsâr-ı İlmiye Kütübhanemiz tarafından neşrolunmuştur.)
***
"İnsanlığa hizmet, Müslümanlığın şiarı ve medar-ı iftiharıdır. Bundan dolayıdır ki, Müslümanlık cihanşümul uhuvvet esaslarını ihtiva ve muhafaza etmiştir. İnsanlık bu esası kabul ve onunla âmil olduğu zaman mes'ud olacaktır." (Hindistan'ın millî rüesasından Sarocni Neyda namındaki büyük kadının Londra'daki Voking câmiinde Müslümanlara hitaben irad ettiği ve İslâm Mecmuası'nın 1920 senesinin Kanunusanisi nüshasında intişar eden nutkundan)
***
"İslâm çocukları, tahsillerine Kur'anla başlıyorlar. Çünki Kur'an, bütün dinî, dünyevî hakikatların menbaıdır. Fakat bu mekteblerin yanlarında, yine Kur'anın ilhamıyla, felsefe ve hikmet medreseleri vücud bulmuş, bilâhere bu medreseler, dârülfünunlar olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Afrika'nın bugün bile dünyanın en karanlık noktası tesmiye olunan köşeleri fikrî, maddî terakkiler itibariyle muasırı olan Avrupa memleketlerinden çok yüksek bulunuyordu." (Müslümanların asrî medeniyet üzerindeki tesiratı hakkında bir nutuk irad eden H. S. Lider'in beyanatından)
***
"İslâmiyetin intişar ettiği sahalarda milletlerin seviyesini yükseltmek hususundaki büyük himmetlerini nazar-ı dikkate almamak mümkün değildir. Bu din sayesindedir ki, Afrika zencileri medeniyet ruhunu temsil edebilmişler ve aralarında adlî ve medenî idare tesis etmişlerdir. Müslümanlık bu akvam arasında bir hars ve bir medeniyet vücuda getirmiştir. İslâmiyetin istinadgâhı Kur'andır ve bu Kur'an bir berat-ı necattır." (Mister Y. Moreyl'in 1922 de "Şimal Nicer" hakkındaki irad ettiği nutuktan.)

***
"Kur'anın Medine'de nâzil olan âyetleri, İslâm cem'iyetini idare eden ve doğru yola sevk eden âyetlerdir." (Stanley Lenpal'in "Kur'andan İntihablar" adlı eserinden)
***
"Kur'an dün olduğu gibi, bugün de mütemadiyen mütezayid insan kitlelerinden sadakat ve teslimiyetle karşılanmaktadır. Kur'an, putperestlik aleyhinde müttehid bir cephe vücuda getirmiştir." (J. T. Batani'nin "Müslümanlık ve Akdeniz diyanetleri" adlı eserinden)
***
"Müslümanları medeniyet, hendese, heyet, mimarî, sanayi-i nefise ve felsefeyi inkişafa sevk eden zaferler, ancak Kur'anın insanları birleştirerek onları fazl-ü irfan servetini elde etmeye sevk etmesinden ileri gelmektedir." (İngiltere'nin en büyük mütefekkir ve muharrirlerinden H. G. Vels)
***
"Müslümanların dini, Kur'an dinidir. Bu din, müsalemet, emniyet ve huzur dinidir." (Piskopos Volter Meron'un "Müsalemete en doğru yol" adı ile Petersburg kilisesinde irad ettiği konferanstan)
***
"Kur'anda siyasî riyakârlığı zerre kadar ifade eden hiçbir kelime yoktur. West Minister gazetesinin pek haklı olarak söylediği vechile, şarkta müstebid hükümdarları ve cebbarları zulüm ve ceberuttan men'eden bir şey varsa; o da onların karşılarında korkusuz ve lekesiz bir mürşidin okuduğu bir Kur'an âyetidir." (Ud Frey Hicts)
***
"Kur'an, ihraz ettiği neticeler ve en muktedir iyi insanların dimağları üzerinde icra ettiği tesirlerle muhakeme olunduğu zaman, dünyanın en mukaddes ve en mükemmel kitabı olduğu anlaşılır." (Leonard'ın "İslâmiyet ve ahlâkî ve ruhanî kıymeti" eserinden)

***
"Kur'anın kadr ü kıymetini, azametini, faziletini ve birçok nokta-i nazarlardan güzelliğini inkâr etmek, akıl ve mantıktan mahrum olmak olur." (Londra'da intişar eden Near East "Şark-ı Karib" mecmuasının 13 Nisan 1922 tarihli nüshası)
***
"Son bin üç yüz senelik buhranlar ve ihtilaller içinde Kur'an Türklerin, İranlıların ve Müslüman Hindlilerin kitabı olarak payidar olmuştur." (Edvar Denison Ros'un "Sel"in Kur'an tercümesinin son tab'ına yazdığı mukaddemeden)
***
"Kur'an insanlara mükemmel bir terbiye dersi verdikten başka, onlara hayat-ı hususiyelerinde ahlâklı, âlîcenab, hayırperver, cesur ve şeci' olmayı ve bütün Müslümanları sevmeyi öğretmektedir." (Mister Arnold Havayt, İslâm Mecmuası, 1916 senesi Mayıs nüshası)
***
"Hakikat-ı halde imanın hakikî kitabı, fikre itminan veren kitab, ancak Kur'andır." (Prencapta Siyh mezhebinin müessisi Baba "Nanak"ın Genem Sakihi adlı eserinden)
***
"Müslümanlık, medeniyetin meş'alkeşi olan Kur'ana müsteniddir. İslâmiyetin başlıca hususiyeti, hars ve medeniyetin esası, belki de en büyük rüknü olmaktır." (Doktor İshak Teylor'un Times gazetesinde intişar eden bir konferansından)
***
"İslâmiyetin başlıca muvaffakıyeti, esasatını tatbike muvaffak olmasıdır." (Herbert)
***
"Kur'an her asırda izini bırakmağa namzeddir." (Mister Rodwell, Kur'anın İngilizce mütercimi)
***
"İslâm orduları Suriye'yi fethettikleri, yahut muzaffer bayraklarını Afrika'ya diktikleri, yahut Karadeniz'e vardıkları zaman, Kur'an hep beraberlerinde idi. Bundan dolayıdır ki, Müslümanlar fethettikleri memleketlerde mezalim irtikâb etmemişler ve bir millete Müslümanlığı kabul ettirmek için onu kılıçtan geçirmemişlerdir." (Bolinson)
***
"Kur'an, Müslümanlara bir faikiyet hissi vermiştir. Bu öyle bir histir ki, büyük milletleri terakkiye sevk eden en büyük kudret olmuştur." (Profesör Margolyt'un "Muhammedîlik" eserinden)


işarat'ül i'cazın son bölümünde olan filozofların beyanatı:

Prens Bismarck (Bismark)'ın Beyanatı
Sana muasır bir vücud olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (A.S.M.)

Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutîden geldiği iddia olunan bütün münzel semavî kitabları tam ve etrafıyla tedkik ettimse de, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cem'iyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedîlerin (A.S.M.) Kur'anı, bu kayıddan âzadedir. Ben Kur'anı her cihetten tedkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (A.S.M.) düşmanları, bu kitab Muhammed'in (A.S.M.) zade-i tab'ı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel hattâ en mütekâmil bir dimağdan böyle hârikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle kabil-i te'lif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki; Muhammed (A.S.M.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (A.S.M.)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitab, senin değildir; o lahutîdir. Bu kitabın lahutî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim.

Prens Bismarck
***
En Temiz ve En Doğru Din Müslümanlıktır
Meşhur muharrir, müsteşrik, Edebiyat-ı Arabiye mütehassısı ve Kur'an-ı Kerim'in mütercimi Doktor Maurice (Moris) şöyle diyor:

Bizans Hristiyanlarını, içine düştükleri bâtıl itikadlar girîvesinden, ancak Arabistan'ın Hira Dağı'nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu. O yüksek din ki, onun hakkında, Gundö Firey Hesin gibi muhakkik bir fâzıl, şu sözleri pek haklı olarak söylüyor: "Bu dinde mukaddes sular, şâyan-ı teberrük eşya, esnam ve azizler, yahud a'mal-i sâlihadan mücerred imanı müfid tanıyan akideler, yahud sekerat-ı mevt esnasında nedametin bir faide vereceğini ifade eden sözler, yahud başkaları tarafından vuku bulacak dua ve niyazların günahkârları kurtaracağına dair ifadeleri yoktur. Çünki bu gibi akideler, onları kabul edenleri alçaltmıştır."
***

Zamanlar Geçtikçe, Kur'anın Ulvî Sırları İnkişaf Ediyor
Doktor Maurice (Moris), Le parler Française Roman (Löparle Franses Roman) ünvanlı gazetede Kur'anın Fransızca mütercimlerinden Selman Runah'ın tenkidatına verdiği cevabda diyor ki:

Kur'an nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mu'cizesidir. Kur'anın, üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her manayı hüsn-ü ifade etmesi itibariyle, münzel kitabların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hâyır, daha ileri gidebiliriz: Kur'an, kudret-i ezeliyenin, inayet ile insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur'anın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ziyade ulvîdir. Kur'an, arz ve semanın Hâlıkına hamd ü şükranla doludur. Kur'anın her kelimesi, her şeyi yaratan ve her şeyi haiz olduğu kabiliyete göre sevk ve irşad eden Zât-ı Kibriya'nın azametinde mündemicdir. Edebiyat ile alâkadar olanlar için Kur'an, bir kitab-ı edebdir. Lisan mütehassısları için Kur'an, bir elfaz hazinesidir. Şâirler için Kur'an, bir ahenk menbaıdır. Bundan başka bu kitab; ahkâm ve fıkıh namına bir muhit-i maariftir. Davud'un (A.S.) zamanından, Jan Talmus'un devrine kadar gönderilen kitabların hiçbiri, Kur'an-ı Kerim'in âyetleriyle muvaffakıyetli bir şekilde rekabet edememiştir. Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıfları, hayatın hakikatını kavramak nokta-i nazarından ne kadar tenevvür ederlerse, o derece Kur'an ile alâkadar oluyorlar ve ona o kadar ta'zim ve hürmet gösteriyorlar.

***
Müslümanların Kur'ana hürmetleri daima tezayüd etmektedir. İslâm muharrirleri, Kur'an âyetlerini iktibas ile yazılarını süslerler ve o yazılar o âyetlerden mülhem olurlar. Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibariyle yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur'ana istinad ettiriyorlar. Müslümanlar, kitablarına âşıktırlar ve onu kalblerinin bütün samimiyetiyle mukaddes tanırlar. Halbuki kütüb-ü İlahiyeye nâil olan diğer milletler, ne kitablarına ehemmiyet verirler ve ne de onlara hürmet gösterirler. Müslümanların Kur'ana hürmetlerinin sebebi; bu kitab payidar oldukça, başka bir dinî rehbere arz-ı ihtiyaç etmeyeceklerini anlamalarıdır. Filhakika Kur'anın fesahat, belâgat ve nezahet itibariyle mümtaziyeti, Müslümanları başka belâgat aramaktan vâreste kılmaktadır. Edebî dehaların ve yüksek şâirlerin, Kur'an huzurunda eğildikleri bir vakıadır. Kur'anın hergün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, hergün daha fazla anlaşılan fakat bitmeyen esrarı, şiir ve nesirde üstad olan müslümanları, üslûbunun nezahet ve ulviyeti huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir. Müslümanlar, Kur'anı tâ rûz-u haşre kadar payidar kalacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler ve onunla pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar, Kur'anı en fasih sözlerle, en rakik manalarla coşan bir nehre benzetirler. Şayet Monsieur Renaud (Mösyö Reno), İslâm âlemiyle temas etmek fırsatını elde edecek olursa, münevver ve terbiyeli Müslümanların, Kur'ana karşı en yüksek hürmeti perverde ettiklerini ve onun evamir-i ahlâkiyesine fevkalâde riayetkâr olduklarını ve bunun haricine çıkmamağa gayret ettiklerini görürdü. Yeni nesiller ve asrî mekteblerin me'zunları da, Kur'ana ve Müslümanlığa karşı müstehziyane bir cümlenin sarfına tahammül etmemektedirler. Çünki Kur'an, iki sıfatla bu ehliyeti haizdir:

Bunların birincisi: Bugün ellerde tedavül eden Kur'anın Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) vahiy olunan kitabın aynı olmasıdır. Halbuki İncil ile Tevrat hakkında birçok şübheler ileri sürülmektedir.

İkincisi: Müslümanlar, Kur'anı Arabçanın en kuvvetli muhafızı ve esasat-ı diniyenin amelî bir mahiyet almasının en kuvvetli menbaı telakki ederler. Binaenaleyh Monsieur Renaud (Mösyö Reno) eserini tashih edecek olursa, bu tercümesiyle, insanları tenvir hususunda insanlığa büyük bir muavenette bulunur ve bâtıl itikadların hududlarını tar u mar etmeye hâdim olur.

Doktor Maurice

***
(Nur Çeşmesi'nde ve Risale-i Nur'da yazılan bu nevi feylesoflardan kırk altıncısıdır.)
Zât-ı Kibriya hakkındaki âyetlerin ulviyeti ve Kur'anın kudsî nezaheti

Mister John Davenport, "Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ve Kur'an-ı Kerim" ünvanlı eserinde Kur'an-ı Kerim'den bahsederken, şu sözleri söylüyor:
Kur'anın sayısız hususiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir:
1- Zât-ı Kibriya'yı ifade eden âyâtın ahengindeki ulviyettir. Kur'an-ı Kerim, beşerî za'flardan herhangi birisini Zât-ı Kibriya'ya isnaddan münezzehtir.
2- Kur'an -başından sonuna kadar- gayr-ı belig, gayr-ı ahlâkî, yahud terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.
Halbuki bütün bu nakîsalar, Hristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı mukaddeste mebzuliyetle vardır.

John Davenport
***
Kur'an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur
Carlyle (Karlayl) şöyle diyor:
Kur'anı bir kerre dikkatle okursanız, onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur'anın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur'anın başlıca hususiyetlerinden biri, onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre, Kur'an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır.
Carlyle
***
Müslümanlık, tecessüd ve teslis akidesini reddeder
İngiltere'nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon (Edvor Gibon) "Roma İmparatorluğu'nun İnhitat ve Sukutu" adlı eserinde şöyle diyor :
Ganj Nehri ile Bahr-ı Muhit-i Atlasî (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler, Kur'anı bir kanun-u esasî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kur'anın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur'an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşri' vücuda getirmiştir ki, dünyada bir naziri yoktur. Müslümanlığın esasatı; teslisiyet ve Allah'ın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Bu mutasavvıfane akideler üç kuvvetli uluhiyetin mevcudiyetini ve Mesih'in Allah'ın oğlu -hâşâ- olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akideler, ancak mutaassıb Hristiyanları tatmin edebilir. Halbuki Kur'an bu gibi karışıklıklardan, ibhamlardan âzadedir. Kur'an, Allah'ın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane bir dimağa mâlik olan bir muvahhid, İslâmiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüd etmez. Müslümanlık belki bugünkü inkişaf-ı fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.
Edward Gibbon
***
Hâlıkın hukukuyla mahlukatın hukukunu en mükemmel surette ancak Müslümanlık tarif etmiştir.
Kur'anın telkin ve Hazret-i Muhammed'in tebliğ ettiği esasattan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücud bulur. Esasat-ı Kur'aniyenin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah'a takarrüb etmek isteyen insanları Cenab-ı Hakk'a rabtettiğini inkâr etmek mümkün değildir. Hâlık'ın hukuku ile mahlukun hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hristiyanlar da Musevîler de itiraf ediyorlar.
Marmadüke Picktahall (Marmadük Piktol)
***
Kur'an ile kavanin-i tabiiye arasında tam bir ahenk vardır
Yeni keşfiyatın veyahud ilm ü irfanın yardımıyla hallolunan yahud halline uğraşılan mesail arasında bir mes'ele yoktur ki; İslâmiyetin esasatıyla taâruz etsin. Bizim, Hristiyanlığı kavanin-i tabiiye ile te'lif için sarfettiğimiz mesaîye mukabil, Kur'an-ı Kerim ve Kur'anın talimiyle kavanin-i tabiiye arasında tam bir ahenk görülmektedir. Kur'an, her hürmete şâyan olan eserdir.
Levazaune (Lövazon)
***
Kur'an, bütün iyilik ve fazilet esaslarını muhtevidir. İnsanı her türlü dalaletlerden korur.
Kur'an, insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlukatın Hâlık'tan ne bekleyeceğini, mahlukatın Hâlık'la münasebatını en sarih şekilde öğretmiştir. Kur'an ahlâk ve felsefenin bütün esasatını câmi'dir. Fazilet ve rezilet, hayır ve şer, eşyanın mahiyet-i hakikiyesi, hülâsa her mevzu Kur'anda ifade olunmuştur. Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı talim eden esaslar.. bunların hepsi Kur'anda vardır. Kur'an, insanı iktisad ve itidale sevkeder, dalaletten korur, ahlâkî za'fların karanlığından çıkarır, teâlî-i ahlâk nuruna ulaştırır; insanın kusurlarını, hatalarını i'tilâ ve kemale kalbeyler.
Müsteşrik Sedio
***
Kur'an öyle bir Peygamber sesidir ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar!..
Kur'an şiir midir? Değildir, fakat onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşkildir. Kur'an şiirden daha yüksek bir şeydir. Maamafih Kur'an ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsa'nın (A.S.) dağda irad ettiği mev'ize gibi bir mecmua-i eş'ardır. Hattâ Kur'an, ne Buda'nın telkinatı gibi bir mâba'de-t tabiiye yahud mantık kitabı, ne de Eflatun'un herkese irad ettiği nasihatlar gibidir. Bu bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar! Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ naşirlerini bulmuş, sonra teceddüdperver ve imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir. Bu sayededir ki; Yunanistan ile Asya'nın birleşen ışığı, Avrupa'nın zulümat-âbâd olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku' bulmuştur.
Dr. Johnson
***
Kur'anın cihanşümul hakikatı:
Kur'an, Allah'ın birliğine inanmak hakikat-ı kübrasını ilân eder
İngilizce-Arabca, Arabca-İngilizce lügatların muharriri Doktor City Youngest (Siti Yangest) Kur'an hakkında şu sözleri söylüyor:
Kur'an, insanların yed-i istifadesine geçen eserlerin en büyüklerinden biridir. Kur'anda büyük bir insanın hayal ve seciyesi, en vâzıh şekilde görülmektedir. Carlyle "Kur'anın ulviyeti, onun cihanşümul hakikatındadır" dediği zaman, şübhesiz doğru söylemişti. Muhammed'in (A.S.M.) doğruluğu, faaliyeti, hakikatı taharride samimiyeti, sarsılmayan azmi, imanı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezelî hakikatı dinletmek yolundaki sebatı; bana kalırsa onun o cesur ve azimkâr peygamberin hâtem-i risalet olduğunun en kat'î ve en emin delilleridir. Kur'an akaid ve ahlâkın, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakıyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir. Bütün bu esasatın üss-ül esası, âlemin bütün mukadderatını yed-i kudretinde tutan Zât-ı Kibriya'ya imandır.
...
Allah'ın birliğine iman etmek hakikat-ı kübrasını ilân ediyorken, Kur'an lisan-ı belâgatın en yükseğine ve nezahetin şâhikasına varır. Kur'an Allah'ın iradesine itaatı, Allah'a isyanın neticelerini izah ederken, insanların muhayyilesini elektrikleyen en seyyal lisanı kullanır. Resul-i Kibriya'ya teselli vermek ve onu teşvik etmek, yahud halkı sair peygamberlerin ahvaliyle, milletlerinin akibetiyle korkutmak îcab ettiği zaman, Kur'anın lisanı en kat'î ciddiyeti almaktadır. Madem ki Kur'anın birbirine düşman kabileleri, yekdiğeriyle mücadele eden unsurları derli toplu bir millet haline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o halde belâgat-ı Kur'aniyenin mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünki Kur'anın bu belâgatı, vahşi kabileleri medenî bir millet haline getirmiş; dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilâve etmiştir. Zaman ve mekân itibariyle birbirinden çok uzak oldukları gibi, fikrî inkişaf itibariyle de birbirinden çok farklı insanlara hârikulâde bir hassasiyet ilham eden ve muhalefeti hayrete ve istihsana kalbeden Kur'an, en şâyan-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. Kur'an, beşerin mukadderatıyla meşgul âlimler için tetebbua şâyan en faideli mevzu sayılır.
Doktor City Youngest
***
Kur'anın lisanı, nezahet ve belâgat itibariyle nazirsizdir. Kur'an bizâtihî muhteşem bir mu'cizedir
Kur'anın mutaassıb münekkidi ve mütercimi Corsele (Korsel) diyor ki:
Kur'an, Arabcanın en mükemmel ve pek mevsuk bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile; bir insan kalemi, bu i'cazkâr eseri vücuda getiremez.
...
Kur'an bizâtihî daimî bir mu'cizedir; hem öyle bir mu'cize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu isbata kâfidir. Muhammed (A.S.M.) bu mu'cizeye istinaden, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan'ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şâir ve hatiblere meydan okuyan Kur'an, bir âyetine bir nazire istemiş; hiçbir kimse bu tahaddîye karşı gelememişti. Burada yalnız bir misal irad ederek, bütün büyük adamların, Kur'anın belâgatına baş eğdiklerini göstermek isterim.

Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) zamanında, Arabistan şâirlerinin şehriyarı Şâir Lebid idi. Lebid, muallakattan birinin nâzımıdır. O zaman putperest olan Lebid; Kur'anın belâgatı karşısında lâl kalmış, bu belâgatı en güzel sözlerle ifade etmişti. Kur'anın belâgatı karşısında hayran kalan Lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, Kur'anın ancak bir peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir.

Kur'anın lisanı belig ve hârikulâde seyyaldir. Cenab-ı Hakk'ın şan ve celaletini, azamet sıfatlarını ifade eden âyetlerin ekserisi, müstesna bir güzelliği haizdir. Kur'anı bîtarafane tercümeye gayret ettim ise de; kari'lerim, Kur'anın metnini sadakatkârane bir ifadeye muvaffak olamadığımı göreceklerdir. Bu kusuruma rağmen kari'ler tercümemde bahis mevzuu ettiğim muhteşem âyetlerin birçoklarını okuyacaklardır.
Corsele
***
Kur'an, beşeriyete İlahî bir lütuftur. Kur'an, muzaffer cumhuriyetler meydana getirmiştir.
Kur'an âyetlerini nüzul tarihine göre tercüme ve tertib eden İngiltere'nin en mutaassıb papazlarından Rodwell (Radvel), şu hakikatları itiraf ediyor:
Kur'an Arabistan'ın basit bedevilerini öyle bir istihaleye uğratmıştır ki, bunların âdeta meshur olduklarını zannedersiniz. Hristiyanların telakkisine göre Kur'anın nâzil olmuş bir kitab olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur'an putperestliği imha, Allah'ın vahdaniyet akidesini tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri izale, bütün hurafeleri istîsal, taaddüd-ü zevcatı tahdid ile, bütün Arablar için İlahî lütuf ve nimet olmuştur. Kur'an bütün kâinatı yaratan, gizli ve aşikâr herşeyi bilen Kadir-i Mutlak sıfatıyla Zât-ı Kibriya'yı takdis ve tebcil ettiğinden, her sitayişe şâyandır.
Kur'anın ifadesi veciz ve mücmel olmakla beraber; en derin hakikatı, en kuvvetli ve mülhem hikmeti takrir eden elfaz ile söylemiştir. Kur'an, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hâdim olacak esasları muhtevi olduğunu isbat etmiştir. Kur'anın esaslarıyladır ki; fakr u sefaletleri ancak cehaletleriyle kabil-i kıyas olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir dinin, hararetli ve samimî sâlikleri olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşa etmişlerdir. Filhakika Müslümanların heybetidir ki; Fesdad, Bağdad, Kurtuba, Delhi bütün Hristiyan Avrupa'yı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir.
Rodwell
***
Müslümanlık, dünyanın kıvamı olan bir dindir; cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir
Fransa'nın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care (Gaston Kar), 1913 senesinde Figaro Gazetesi'nde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa, müsalemetin muhafazasına imkân olup olmadığı hakkında makaleler silsilesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olunmuştu. Fransız müsteşriki diyor ki:
"Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün sâliklerine nazaran, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur'an, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücud bulduğunu söyleyebiliriz. Filhakika bu âli din; Avrupa'ya, dünyanın imarkârane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslâmiyetin bu faikiyetini teslim ederek, ona medyun olduğumuz şükranı tanımıyorsak da, hakikatın bu merkezde olduğunda şekk ve şübhe yoktur."

Fransız muharriri, daha sonra Kur'anın umumî müsalemeti muhafaza hususundaki hizmetini bahis mevzuu ederek diyor ki:

İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hâyır.. buna imkân yoktur!
Gaston Care
***
Kur'an Bütün Dinî Kitablara Faiktir
Alman âlimlerinden ve müsteşriklerinden Jochahim Du Rulph (Yoahim Dü Raf) Kur'anın sıhhate verdiği ehemmiyetten bahsederken şu sözleri söylüyor:
İslâmiyetin şimdiye kadar Avrupa muharrirlerinden hiçbirinin nazar-ı dikkatini celbetmeyen bir safhasını bahis mevzuu etmek istiyorum. İslâmiyetin bu safhası, onun sıhhatı muhafaza için vukubulan emirleridir. Evvelâ şunu itiraf etmek lâzımdır: Kur'an, bu nokta-i nazardan bütün dinî kitablara faiktir. Kur'anın tarif ettiği basit fakat mükemmel sıhhî kaideleri nazar-ı dikkate alırsak; bu mukaddes kitab sayesinde bütün dünyanın bazı kısımlarıyla, haşerat mahşeri olan Asya'nın, müdhiş bir tehlike olmaktan kurtulduğunu görürüz. Müslümanlık nezafeti, temizliği, nezaheti bütün sâliklerine farz etmekle, birçok tahribkâr mikropları imha etmiştir.
Jochahim
***
Kur'an âyetleri İslâmiyetin muhteşem bünyesinde altun bir kordon gibi işlenmiştir
Sembires Encyclopedia namıyla intişar eden İngilizce muhit-ül maarifte, Müslümanlıktan şu suretle bahsolunmaktadır:
İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur'an âyetleri, son derece mükemmel ve son derece müessirdir. Bu kısım âyetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder. Fakat bu kaideler, bir-iki sureye münhasır değildir. Bu âyetler, İslâmiyetin muhteşem bünyanında, altundan bir kordon gibi işlenmiştir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur'an tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin tâ kendisi tanınmıştı. Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisad, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, herşeyden fazla Cenab-ı Hakk'a itimad ve tevekkül, Allah'a itaat... Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü'minin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir.
***
Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsalidir
Profesör Edward Monte, "Hristiyanlığın İntişarı ve Hasmı Olan Müslümanlar" ünvanlı eserinin 17 ve 18'inci sahifelerinde diyor ki:
Rasyonalizm, yani akliye kelimesinin müfadını ve tarihî ehemmiyetini tevsi' edebilirsek, Müslümanlığın aklî bir din olduğunu söyleyebiliriz. Akıl ve mantık misdakıyla akaid-i diniyeyi muhakeme eden mekteb, rasyonalizm kelimesinin, İslâmiyete tamamıyla mutabık olduğunu teslim etmekte tereddüd etmez. Resul-i Ekrem şuur ve idrak timsali olduğu, dimağının iman ışıkları ve kâmil bir yakîn ile pürnur olduğu muhakkaktır. Resul-i Ekrem muasırlarını aynı heyecanla alevlemiş, bu sıfatlarla techiz etmiştir. Hazret-i Muhammed (A.S.M.), başarmak istediği ıslahatı, İlahî bir vahiy olarak takdim etmiştir. Bu, İlahî bir vahiydir. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) dini ise, akıl kaidelerinin ilhamlarına tamamıyla muvafıktır. Ehl-i İslâm'a göre İslâmiyetin esas akaidi, şu suretle hülâsa olunabilir: Allah birdir, Muhammed (A.S.M.) onun peygamberidir. Filhakika İslâmiyetin esaslarını sükûnetle ve derin bir teemmül ile tedkik ettiğimiz zaman, bunların Allah'ın birliğine ve Muhammed'in (A.S.M.) risaletine, sonra haşr ü neşre ve itikada müntehi olduklarını görürüz. Bizzât dinin esasları tanınan bu iki akide, bütün dindar insanlarca akıl ve mantığa müstenid telakki olunmakta ve bunlar Kur'anın akidelerinin hülâsası bulunmaktadır. Kur'anın ifadesindeki sadelik ve berraklık, Müslümanlığın intişar ve i'tilâsını bilâ-tevakkuf temadi ettiren saik kuvvet olmuştur. Resul-i İslâm tarafından tebliğ olunan mukaddes talimatın cihanşümul terakkisine rağmen, Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticagâhı Kur'an olmuştur. En takdiskâr ve kanaatbahş bir lisanla, başka bir kitab-ı münzelin tefevvuk edemeyeceği bir ifade ile takrir eden kitab, Kur'andır. Bu kadar mükemmel ve esrarengiz, her insanın tedkikine bu kadar açık olan bir din; muhakkak insanları kendisine meclub eden i'cazkâr kudreti haizdir. Müslümanlığın bu kudreti haiz olduğunda şübhe yoktur.
Edward Monte

Mektubat 19. Mektub Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m) Zeylinin birinci parçası

En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâma taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasîlerden ve hayat-ı içtimaiye ile çok alâkadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupa'da toplanan bir kongrede mühim ecnebi feylesoflar, şeriat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de Arabî ifadenin altına ilâve ediyoruz. Nur Çeşmesi'nin âhirinde yazılan ecnebi feylesoflardan kırküç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman feylesofun beyanatıyla kırkbeş tane şahid-i sadık oluyor.

اَلْفَضْلُ مَا شَهِدَتْ بِهِ اْلاَعْدَاءُ "Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin."
Arabî ceridenin beyanatı:

وَقَدْ اِعْتَرَفَ حَتَّى عُلَمَاءُ الْغَرْبِ بِسُمُوِّ مَبَادِى اْلاِسْلاَمِ وَصَلاَحِهَا لِلْعَالَمِ... قَالَ عَمِيدُ كُلِّيَّةِ الْحُقُوقِ بِجَامِعَةِ ڤِييَنَا َاْلاُسْتَاذُ شَبُولْ فِى مُوءْتَمَرِ الْحُقُوقِيِّينَ الْمُنْعَقَدِ فِى سَنَةِ ۱۹۲۷ اِنَّ الْبَشَرِيَّةَ لَتَفْتَخِرُ بِاِنْتِسَابِ رَجُلٍ كَمُحَمَّدٍ ( ع ص م ) اِلَيْهَا اِذْ اِنَّهُ رَغْمَ اُمِّيَّتِهِ اِسْتَطَاعَ قَبْلَ بِضْعَةِ عَشَرَ قَرْنًا اَنْ يَاْتِى بِتَشْرِيعٍ سَنَكُونُ نَحْنُ اْلاَوْرُوبَا ئِيِّينَ اَسْعَدَ مَا نَكُونُ لَوْ وَصَلْنَا اِلَى قِيْمَتِهِ بَعْدَ اَلْفَىْ عَامٍ


وَ قَالَ بَرْنَارْد شَوْ لَقَدْ كَانَ دِينُ مُحَمَّدٍ ( ع ص م ) مَوْضِعَ التَّقْدِيرِ السَّامِى دَا ئِمًا لِمَا يَنْطَوِى عَلَيْهِ مِنْ حَيَوِيَّةٍ مُدْهِشَةٍ ِلاَنَّهُ عَلَى مَا يَلُوحُ لِى هُوَ الدِّينُ الْوَحِيدُ الَّذِى لَهُ مَلَكَةُ الْهَضْمِ ِلاَطْوَارِ الْحَيَاةِ وَ اَرَى وَاجِبًا اَنْ يُدْعَى مُحَمَّدٌ ( ع ص م ) مُنْقِذَ اْلاِنْسَانِيَّةِ وَ اَعْتَقِدُ اَنَّ رَجُلاً مِثْلَهُ اِذَا تَوَلَّى زَعَامَةَ الْعَالَمِ الْحَدِيثِ نَجَحَ فِى حَلِّ مُشْكِلاَتِهِ الْمُخْتَلِفَةِ وَالَّذِى يَسْتَطِيعُ لِذَلِكَ اَنْ يَجْذِبَ اِلَيْهِ كُلَّ جَيْلٍ مِنَ النَّاسِ وَاَحَلَّ فِى الْعَالَمِ السَّلاَمَةَ وَالسَّعَادَةَ ( يَعْنِى الْمُسَالَمَةَ وَالصُّلْحَ الْعُمُومِىَّ ) وَمَا اَشَدَّ حَاجَةَ الْعَالَمِ اَلْيَوْمَ اِلَيْهَا ...

Tercümesinin bir hülâsası:
Evet garb üleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: "İslâmiyetin kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir."
Hem Külliyet-ül Hukuk Kongresinin cem'iyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: "Muhammed'in (A.S.M.) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o zât ümmi olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes'ud, en saadetli oluruz."
İkincisi veyahut Nur Çeşmesi'nin âhirine ilâve edilenlerle kırkbeşincisi olan Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki: O din tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani, ıslah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı, ona verilmek lâzımdır."
Hem diyor: "Ben itikad ediyorum ki: Muhammed'in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse; bu yeni âlemin müşkilâtını halledip, bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebeb olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedid ihtiyacı var olduğunu herkes anlar!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder