22 Kasım 2012 Perşembe

Ehl-i Sünnet ve l'Cemaat



islamiyetin selamet ve barış mesajları kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaktadır. Hz. Ademden Peygamber Efendimize dek 124 000 peygamberin tüm gayreti ve ifadesi, ezeli olan Kur'anın kelamında toplanmıştır. bu yoğun sonsuzluk aroması, tadanların hayatında ifadesini bulur. benzetimler kanunlara, tecrübeler öğretilere dönüşür.

akıl ve kalbin beden için durumu gibi okullar ve tarikatlar islam bedeni içinde yerlerini almış ve bin sene boyunca yakın döneme kadar formüllerin ve duyguların, ilmin ve edebin merkezleri olmuşlardır.

kaderin ilginç bir müdahelesi ile ayrı bu yapılar artık birleşmiş, Kur'an hizmeti ile en parlak şekline ulaşmıştır. lakin bu dönüşüm sırasında ölçüsü eski dönem, hayatı yeni dönem olanlar, özel bir eğitim almayanlar ya anlayamamış ya uyamamış ya takip edememişlerdir. hem kendimiz hem zorluk çekenler için tekrar ifade etmek bu açıdan yararlıdır.

Ehil, vahşinin tersidir. vahşi, yalnız başına demektir. karar alırken hayatı yaşarken, çözüme yalnızca kendisi karar verir. bağımsızdır. ehil ise bir gruba mensuptur. aldığı karar kendi fikrinin mahsulü değil, bir grubun ortak kararıdır. kendisi her neredeyse orada grubunu da temsil eden bir duruşu vardır. başarısı tarihe mal olur ve tüm grubu onurlandırır, gayretinde tüm grup onun yanında olur, başarısızlığında sorumlu kendisi olur.

işte bir aileye, aşirete millete yada kimliğe mesup olan, kendi fikri ile hareket etmeyen herkes ehildir. tabi olduğu kimliği temsil eder. bu sebeple keyfine göre, aklına göre hareket etmemelidir.

Sünnet, Hz. Peygamberimizin hali, kelamı, fiillerinden oluşur. O'nun tavrından her ne gözlemlenmiş, yaşanmış, kitaplara geçirilebilmişse elimizde olan da o dur. kendisinin (a.s.m) de dediği gibi, her sözünün başı, sonu, detayı ve bir sınırı vardır. biliriz ki, her müsbet gerçeklik kendi değer kümesi içinde belirtilmelidir. Hadislerde buna çok dikkat edildiğini görürüz. menfi yani olumsuz vasıflandırmalar yani "yoktur" savlı ifadeler de ancak değer kümesi ile bir mana ifade eder. bu sebeple iman gibi umumi meselelere bakan bir mekan ve zamanla kayıtlanmamış iddiaların hiç bir kıymeti yoktur. zaten islam aleminde de kıymet verilmez. bu ve benzeri hassas esasları bilmeden mealden mana çıkarmaya çalışanlar, söyledikleri ile hep sıra dışı aşırılıkları temsil edegelmişlerdir. bir ayet yada hadisin rivayetini ve şartlarını bilmek, derununa inmek anlamanın şartı olmuştur.

işte herkes tam bu hassasiyette olamadığından bizler kur'anı öğrenmeyi talep edenler yada halktan kişiler, böyle hassas kişilerin hayatlarını taklit eder, alimlerin ardında yürürüz. bu taklit halinin bizi sorumluluktan kurtardığını düşünürüz. tıpkı doktorlardan duyduğumuzla evde ilk yardımı geliştirmek gibi, hayatımızda da ufak anlamlı ve yararlı adetler ediniriz. nasıl ki bu taklit bilgi ile hastalık tanısı konmazsa, bizim bilgilerimizle de şeriat hükümleri konmaz.

hal böyleyken, bazen özelimizdeki bastırılmış duygular bizi çizgimizden eder. yaşla birlikte risklere karşı duygusal tepkiler vermeye başlarız. kendimizi yıllardır muhasebe ettiğimizden artık detaylar silinmiş olur, gözümüze takılan farklılık ise toplumda yayılabilir bir moda olarak bizi tehdit eder. bu tehdit algısı duygusal tepkilere sebep olur.

artık namazda ön saftaki küpeli genç hedef haline gelir. ahlakın ne denli yozlaştığı üzerine kritikler yapılır ve tepkiler ortaya konur. oysa dövme ve piercing ve benzeri bedene yapılan uygulamalar için o bedenin hakiki sahibi olan Allah razı olup olmayacağına göre durum değişir. biz ise kritiğini yaparak vakit öldürürüz. "erkeğin küpelisi ...." diye başlayan ve sınır konmayan tüm genel hükümler sünnete uygunsuzdur ve söyleyeni sorumlu tutar. oysa bu kritiklerin yapıldığı aynı camiide, son safına konmuş sandalyelerin kritiği yapılmaz. halbuki namaz yalnızca ya ayakta, ya yere oturarak ve secdeli kılınabilir. ima ile namazın şartları çok müşkildir. Peygamberimizin (a.s.m) hayatında ima ile kıldığı bir örnek bize gelmemiş. hem ima ile kılacak kadar ağır ve sürekli hasta olmak, kılınmamış namaz için fidye dağıtmayı gerektirir. hesabı oldukça karışık bu hükümden uzak durmak ve takva - azimet üzere hareket ederek, ahirette tembellikle itham edileceğimiz her şeyden kaçınmak gerekir. ne gariptir ki, her gün yenisi eklenen camii arka tarafındaki sandalyelere itiraz edilmez ama o saftaki gence itiraz edilir. bu toplumsal bir zaaftır.

Sünnetin kaynağından tertemiz bir pınar gibi içilebilmesi çok kıymetlidir. Sahabelerin (r.a.) algısına ulaşmakla Kur'an coşkusu yakalanabilir. yoksa hayatın her yerine yayılamaz ve hususi kalır, taklite düşer yada tenkite karşı savunma perdesi gibi olur. işte sünnetin o ince ayarı bu ihlasla birleştirilmelidir. bunu anlatan eserlere teşvik çok kıymetlidir. islam aleminde pek çok böyle güzel eser vardır. dilimizde risale-i nur bu açıdan çok önemli bir görevi yerine getirmiştir.

Cemaat, cemden gelir. cemin en azı üçtür. teorik olarak üç kişiden başlayarak tüm islam alemine kadar cemaatin örneklemesi yapılabilir. yalnız burada ortak payda mühimdir. ortak fiili olan insanlar cemaati oluşturur. onlar bir araya gelip ibadet ediyor olmaları ile cemaat ismini paylaşırlar. eğer ihlasla bir araya gelmişlerse ahirette tüm hepsinin toplam hasenatını her biri yapmış gibi  defterlerine girer. cemaatin temsilinden doğan tüm kusurlar da kusuru yapan bireyin defterine girer. bu durumda cemaat istikametli ise, bireylerin kusurlarına rağmen ahiretteki terazi ve tartıdan başarı ile geçeceği umulur. bu pratik şirketleşme, dünyada da gönül birliği olarak teselliye sebeptir. dualarda ve ibadetlerde tüm kazancını kardeş bildiği cemaat üyelerinin defterlerine bağışlayan her birey işte bu sırrı hayatında keşfetmeye çalışır. çevremizdeki üç beş kafa dengi yakınımızdan taa en geniş dairede islam alemine kadar daireler içinde bulunan kardeşlik bağları hep cemaat manası çevresinde şekillenir.

bu denli sıcak bir bağ ise insanı insana kardeş yapar. ama arkadaş yapmayabilir. yani ortak dini kimlik, milli kimliğin en kuvvetlisi olan aynı aileden olmak durumu kadar köklenebilir lakin bu özellik her paydada bir paylaşım gerektirmeyebilir. o uzaktaki din kardeşimi kendi kardeşim gibi hissedebilirim, fakat bu onunla bir arkadaş gibi aynı algıya sahip ve paylaşımdan aynı zevki alacağım anlamına gelmez. bazen bu ince farkı anlamayanlar, kendilerini çevreden gelen etkilerden korumak için bir "cemaat kabuğu" altına sığınır, lakin oradaki kardeşleri ile aynı zevklere sahip olmadığını algılayıp bulundukları yerde hem kendi hem başkalarının canını sıkar ve çevrelerini meşgul ederler. bu değişmezse akibeti ya yalnız kalmaktır yada o cemaatin dağılmasıdır. bu sebeple cemaate ihtiyacını hisseden birey, cemaatten istifade eder. başka ümit ve niyetlerin karışmaması için hayatın aşındırıcılığına karşı, ihlaslı olmak sürekli ders verilmek durumundadır. bu küçük arkadaş grubundan büyük ümmete kadar genel esası ekolleştirebilenler, ilk anların o keyfini ve heyecanını, sonrasının daha teknik ve düsturlu, heyecansız ama başarılı getirileri ile değişirler.

 ehl-i sünnet ve l'cemaat, islam aleminde yukarıdaki manaları taşıması ile hep altın ölçü olmuş, ümmetin büyük çoğunluğunun yolunu aydınlatmıştır. kendi fikrini bırakıp ehil olamayanlar, sünnetteki kardeşliği kavrayamayanlar, cemaatin manasını idrak edemeyenler, kaderin eliyle o büyük caddeden bir sürü patika yollara sevkedilmişlerdir. belki birey olarak o an ve o olay için ayrılan kişi ahirette kendini kurtarabilir lakin, intikam yada muhalefet hırsı ile ayrışmayı destekleyen peşinden yürüyenler sorumludur. zaten zaman, hep bu hükmü acı bir şekilde bizlere öğretir. bu sebeple kendi bireysel hayatımızda sürekli tazelenen bir istikamet talebi dualarımızın konusu olmalıdır.

ehl-i sünnet ve l'cemaat bir bilgi yada kimlik değil, dini kimlik için bir şablondur. bilgilerin tasnif şeklidir. etik ve akli olabilmesi için sıralamanın ve yerleştirmenin bir üslubudur. bu sistematik bilimi şimdi her zamankinden fazla anlaşılmaya ve araştırılmaya muhtaçtır.

eğer ben eşcinsel olduğum için kenarda durursam, tüm ümmet namına konuşan, görüntüsü mükemmel ama ifadesi ehl-i sünnet ve l'cemaat manasından çok uzak insanların hükmüne katlanacak duruma düşerim. bu sebeple dua ile beraber bir tarafından tutulmuş gayretle samimiyet ve ihlasla, sosyal bir hayatı dilemem gerekmektedir.