26 Nisan 2010 Pazartesi

Birlik olma sırları 2


ticaret hayatı zorludur. kıymetini bildiği bir malı satmak, kalpten parça koparmak gibidir, o sebeple satan duygusaldır. mal almak emeğinin karşılığını heba etmek gibidir, o sebeple alan da duygusaldır. işte ticaret bu iki uçtaki duygunun dokunduğu yerde ortaya çıkar. bu emniyet ve asayiştir. eğer karşılıklı güven oluşmuş ise ticaret doğar.

toplumsal hayat zorludur. içinizden gelenleri çevreye ifade edebilmek cesaret ister, halbuki çevre duyarsızdır. sosyal çevrenin öngörü ve tavsiyelerini tutmak cesaret ister, halbuki cesaret bir tarafa benliğin heyecanı ayaktadır. işte toplumla alışveriş, kişinin çevresi ile iletişimi bu iki ucun dokunduğu yerde ortaya çıkar. bu karşılıklı güvendir.

baştan riskli de gelse anlaşma ve uzlaşı olduğu anda taraflar kazanırlar. günümüzün herşeye muhtaç ama hiç bir ihtiyacını tek başına tam karşılayamayan insanı için kabul etmesi gereken en önemli karar budur. birbirine güvenmeyi öğrenmek...

değil mi ki, bu ülkede bu okullarda yetişmiş, bu ülkenin çorbasını içmiş... o zaman kalemi eline aldığında dirayetini, kılıcı eline aldığında şecaatini, kahramanlığını iftiharla gösterir. arada çıkan isitisnalar yurdumu durdurmaya yetmez.

toplumsal katmanların isimlendirilmesi yardımlaşmanın paydasını belirlemek içindir. kimlikler ortak paydayı ilan etmek içindir. yine bu toprağın çocuğu olan diğerleri ile bir araya gelmek içindir.

hukukta bu kimliklerin renkler olduğuna ve özün insan olmakla birbirine denk olduğuna göre hükmedilir. Hz. Ali ile bir yahudinin, Fatih ile bir hristiyanın hukuk karşısında denk tutulmaları tarihin parlak sayfası olmuştur.

dini, milli yada cinsel tüm kimlikler ve davranışlar vatan denilen büyük ailenin bireylerini gruplandırır. ama bu gruplandırmalar kişiye değer katmaz. o kişiye değer katan, kendi sorumluluklarının ötesinde toplumu bir adım öteye götürme gayretidir. "kimin milleti himmeti ise o tek başına millettir."

kişisel değeri artırmak için ilk adım eldeki sermayeyi kavramaktır. Hz. Peygamberin tarif ettiği gibi "...., dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır". istidatlarımızın, yeteneklerimizin nemalanması, ortaya çıkıp, boy atması ve gelişmesi kendini tefekkür etmekle mümkün olur. kendi öz varlığını inceden inceye tetkik edip, son nefese kadar verilen bu güzel emanetleri keşfedip gün ışığına çıkarmak ve onları ebedi saadeti bize ve canımızdan çok sevdiklerimize kazandırmak en temel hedefimizdir. zaten yaşama zevkimizi bu gayretten alırız. gözlemlerimiz bize zevk verir.

bu sermayenin saadet-i ebediye yollarını temin etmek için kullanılması ise daha yüksek ve ulvi bir üslup gerektirir. bu üslubu ders veren 124 000 peygamber tüm insanlık önünde rehber olmuşlardır.

onların hak olduğunu ilan eden kitapları, Allah kelamı olduğunu bizzat kendileri gösterir. gözü olan ihtimalsiz o tılsımı keşfeder, kulağı olan herşeyden farklı olduğunu ilan eder, aklı olan inceliklerine nüfuz eder ve devamını ister. tüm kainat, gözümüz önünde hatasız çalışan muhteşem bir eser olarak kendi hakimini sanatkarını tüm özellikleri ile bize tarif eder.

işte vicdan, peygamberler, kitaplar ve kainat hepsi birlikte tüm güçleri ile bir olur ve bu bir olan manayı gösterirler.

bu manaya karşı nefsin inadından vazgeçip teslim olmak büyük bir adımdır. teslim olanın Allaha tevekkül etmesi, tüm gözlemlerinde gördüğü ince bağlantılarda Allaha itimad etmesi daha büyük bir adımdır. herşeyi yapabilir yaratabilir ve sürekli sizden haberdar Allahın hikmetine itimad edebilmek dünyayı cennete çevirir. çünkü en büyük bir musibet karşısında " اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ " deyip tam bir itminan ile şefkatli Rabbine itimat eder.

kıymetinin farkında olan bir insan diğer insanların endişeleri ve kimlikleri ile uğraşmaz. onları şu an göründükleri gibi kabul edip onlara da kıymetlerini farketmeleri için pozitif katkıda bulunur. zaten her insanın hayat algısı zaman ve zeminle değişir. önemli olan olumlu bir şekilde ve kendi sermayesini inkar etmeden, ziyan etmeden katkıda bulunmaktır. "doğru budur" inadından vazgeçip, itişen insanları arkada bırakıp, bir itilmişe teselli vermenin onurunu onlar taşır.

gözlerinde ne zenci ne çingene ne eşcinsel ne de kısır bir kadın olmanın hiç bir negatif değeri olmaz. hepsi de onun için birinci sınıf vatandaştır. çünkü o gözler en uzak hedefe kitlenmiş dosdoğru yürümektedir.

kimbilir belki bu uzun yazılar kendi ecdadının ruhunu arayan yitik bir topluma küçük bir ışık olur.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Gerçekten Eşcinsel miydiler?


Hz. Lut (a.s)’ın tebliğ ile vazifelendirildiği kavmin erkekleri, bizim anladığımız anlamda eşcinsel miydi? Hz. Lut (a.s)’ın tebliğ ile vazifelendirildiği kavminin kadınları arasında hemcinsler arası cinsel pratik var mıydı?

Eşcinsellik kavramı aslında son yüzyılın bir kavramıdır. Hemcinsler arası cinsel pratik tarih boyunca var olmasına rağmen “eşcinsel” kimliğin ortaya çıkması henüz çok yenidir. Eğer eşcinsellik İslam açısından tam anlamıyla masaya yatırılacaksa bu hususa özellikle dikkat edilmelidir. Uzun yıllardır İslam dünyası eşcinsel kimliği erkeklerin hemcinsleriyle olan cinsel pratiği üzerinden değerlendirmiştir. Bunun nedeniyse Lut kavmi kıssasında geçen erkeklerin erkeklere yönelik cinsel saldırısıdır. Dikkat edilirse bu kıssada kadınların kadınlara yönelik cinsel pratiği ve açık bir şekilde görünür olan transseksüel hal değerlendirilmemiştir. Değişik surelerde geçen kıssadan anlıyoruz ki bu kavim kendi kavimlerinden olmayan genç erkeklere tecavüz etmekte, kendilerine söz ile dahi karşı konulmasını yasaklamakta ve ahiret gününe inanmamaktadır.

Mezhepler, kimilerinin iddia ettiği gibi, hemcinsler arası cinsel pratiğin sadece hangi ceza ile cezalandırılıp cezalandırılmayacağı üzerine tartışmamıştır. Hemcinsler arası cinsel pratiğin günah olup olmadığı da tartışılmıştır. Biz, dini metinlerin “dipnotlarından” anlıyoruz ki sünni mezheplerden olan Zahiriye Mezhebi hemcinsler arası cinsel pratiği ceza ve günah kategorisi içinde değerlendirmemiştir. Diğer mezheplerse hemcinsler arası cinsel pratiği ölüm (Maliki ve Hanbeli Mezhepleri), dayak (Şafi Mezhebi) ve kadın erkek zinasından daha düşük bir cezalandırma (Hanefi Mezhebi – hemcinsler arası cinsel pratikte nesep sorunu olmaması ve suç/cinayet oranın düşük olması nedeniyle) gibi her birisi bir diğerinden farklı ceza öngörmüştür. Yani ortada “İcma” diyebileceğimiz bir durum söz konusu değildir.

Peki hemcinsler arası cinsel pratiğin cezalandırılması gerektiğine kanaat getirmiş fakihler bu konuda neden birbirinden farklı cezalar öngörmüştür. Çünkü Kuranda hemcinsler arası cinsel pratiğe karşı ceza hükmü içerir bir ayet yoktur. Hemcinsler arası cinsel ilişki konusundaki tartışmayı bitirecek hadisler ya birbiriyle çelişmekte ya da güvenilir bulunmamaktadır (Hanefiler). Şimdi işin ilginç tarafı günümüzün mütedeyyin kesimleri, Kuranda açık açık ceza hükmü bildirilmiş birçok fiile karşı artık kanıksarcasına tepki göstermemekte, sıradan kabul etmektedir. Fakat bırakın ceza hükmünün ne olduğunu, günah olup olmadığı dahi tartışılmış ve ortak bir karara varılamamış olan hemcinsler arası cinsel pratik ediminin kavramıyla, günümüzün bir kimliğini, eşcinselliği, tartışmaktadırlar.

Eğer İslam’da eşcinselliği tartışacaksanız baştaki soruların cevabını vermek zorundasınız. Hz. Lut (a.s)’ın tebliğ ile vazifelendirildiği kavmin erkekleri eşcinsel miydi? Hz. Lut (a.s)’ın tebliğ ile vazifelendirildiği kavmim kadınları arasında hemcinsler arası cinsel pratik var mıydı?

Kimi erkekler sadece kadınlara karşı cinsel saldırı fiilinde bulunmaz. Malumdur ki kimi erkekler, erkeklere ve kız ya da erkek çocuklara da cinsel saldırıda bulunabilmektedir. Bu yüzden ilk sorumuz üzerine Müslüman kardeşlerimizi yeniden düşünmeye davet ediyoruz. Hz. Lut (a.s)’ın tebliğ ile gönderildiği kavmin erkekleri eşcinsel miydi?

Diğer sorumuz ise açık bir şekilde Müslüman kardeşlerimize yönelik eşcinselliği düşünmeye bir çağrıdır. Sizi yıllarca kandırdılar kardeşlerim. Sizler uzunca bir süredir Google da “İslam” ve “eşcinsellik” kelimelerini girdiğiniz vakit eşcinsellerin Dr. Yusuf Karaçay’ın açıklamasıyla “bağırsak paraziti sebebiyle” eşcinsel olduğunu okudunuz. Eşcinselliği ismi geçen zatın kendi tabiriyle “anüs kaşıntısı” zanneden bir anlayış sizi yıllardır yanıltıyor kardeşim; yoksa Allah Lut kavmini değil bağırsak parazitlerini helak ederdi… kadın eşcinselliği üzerine lütfen düşünün. Kadın eşcinselliği üzerine biraz olsun düşünürseniz eğer, o helak edilen kavmin aslında neden helak edildiğini de idrak edersiniz.

gayderviş

3 Nisan 2010 Cumartesi

Homofobi ve İman

"Son zamanlarda kimileri “Müslümanlar ve eşcinseller” şeklinde ikili bir dil kullanmaya başladı. Bu ikili dilin sahipleri sözüm ona dindar kalem sahipleri ve lgbtt aktivistleridir. Bu ikili karşıtlık içeren dili reddetmek, Müslüman eşcinseller açısından imani bir yükümlülüktür.

Bugünler itikadi açıdan homofobinin nasıl bir iman zedeleyen canavara döndüğünün ortaya çıktığı günlerdir. Homofobi kavramı lgbtt aktivistleri tarafından hiçbir zaman imanı zedeleyen bir fikir olarak ortaya serilmemiştir. Belki de böyle bir kaygı zaten hiç yaşamamışlardır. Biz Müslüman eşcinseller ise homofobinin imani açıdan reddedilmesi gerekilen bir durum olarak gündemimize almak zorundayız.

Tüm Müslümanların şu soruyu sorması gerekir: “Müslümanlar ve eşcinseller” diye konuşan homofobik bir imamın arkasında namaz kılınır mı? Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şehadet getiren bir kişi, sırf eşcinsel olduğu için din dairesinin dışına mı çıkmıştır ki, o eşcinsel kişi hakkında konuşurken Müslüman sıfatını kullanamamaktayız? Bu itikadi bir sorundur. Şehadet getirmiş bir eşcinsel hakkında konuşurken, onu Müslüman olduğu halde ısrarla Müslüman olarak görmeyip birde Müslüman karşıtı şeklinde konumlandırmayı artık bir homofobi olarak açıkça tanımlamak zorundayız. İman sahibi eşcinsel kişiyi İslam karşıtı bir kişi olarak konumlandıran bir imamın arkasın da saf tutulur mu?

Burada eşcinsel cinsel pratiğin fıkhi açıdan değerlendirmesini yapmıyoruz. Müslüman eşcinsel kişinin imanının yok sayılmasının itikadi açıdan durumunu sorguluyoruz. Bir Müslüman hangi hal üzere olursa olsun, kalbinde Allah ve Resulünün (s.a.v) sevgisi varken Müslüman cemaatinin dışında tutulabilir mi? Allah ve Resulünün (s.a.v) sözü edildiği vakit saygı ile dinleyen ve müşrikler gibi asla ama asla dalga geçmeyen, karşı çıkmayan ve daha da önemlisi dalga geçene ve karşı çıkana eliyle, diliyle ve kalbiyle karşı koyan bir Müslüman sadece eşcinsel olduğu için Müslüman cemaatinin dışında mıdır?

Bu sualin öncelikle itikadi açıdan cevabını bekleriz. Çünkü karşımızda itikadi açıdan kimlerin var olduğunu bilmek bizim bir hakkımızdır. Zamane mutezilleri ve haricileri ne derse desin biz imanımızdan eminiz ve bugün açıkça görmekteyiz ki homofobi itikadi bir sorundur.

Mazlum-Der, karı koca Dilipaklar ve Hilal Kaplan gibi kimi kişi ve kurumlar bugünlerde Müslüman eşcinselleri hiçe sayarak bir ikili dil kullanmaya başlamışlardır. Bu ikili dil muhatap aldıkları lgbtt aktivistleri açısından belki de doğru olabilir. Yalnız bilinmelidir ki iman kaygısı gütmeyen çevreler öncelikle iman kaygısı gütmedikleri için eleştirilmelidir. İnanç kaygısı olmayan bir eşcinselin eşcinselliği değil belirttiğim kaygısızlığıdır aslolan. Karşınızda sürekli olarak kaygısız eşcinsel görmekten mütevellit nasıl olurda inançlı eşcinselleri hiçe sayarak söz ve tutumlarda bulunabilirsiniz? Bunun cevabını biliyoruz. İtikadi açıdan homofobinin değerlendirmesini yapmadığınız için!

Artık geriye dönülmez bir durumun içindeyiz. Müslüman eşcinseller vardır. Müslüman eşcinseller inanç kaygısı olmadığı için lgbtt aktivistleri ile yollarını ayırmıştır. İnanç kaygısı Müslüman eşcinseller açısından asıl belirleyici olan haldir. Bundan dolayı heteroseksüel Müslümanlarında yollarını belirlemelerini isteriz. Bu homofobinin itikadi açıdan değerlendirilmesidir. Mazlum-Der, Hilal Kaplan ve Dilipaklar artık karar verin; harici misiniz, mutezile mi? Ya da “BİZ”den mi?
"

gayderviş