24 Temmuz 2010 Cumartesi

Berat Kandili




قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰىۤ اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ

اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ


Zaman hızla ilerliyor, ömür ise adım adım tükeniyor. 3 ayların başlangıcı Recep ayını noktalamış ve Şaban ayının yarısına ulaşmış bulunuyoruz. 26 Temmuz pazartesi gecesi Şaban ayının 15’ i olan mübarek Berat Kandilidir.

Berat borç ve cezadan kurtulmak demektir. Dini bir terim olarak ise günahlardan temizlenmek, Allah ‘ın affına, rahmetine mazhar olup kurtuluşa ermek demektir.

Kandil geceleri af ve merhametin yoğunlaştığı günler olması yanında özel anlamlar ifade etmektedir Berat Kandili artık Ramazan ayının yaklaştığını müjdeleyen bir kandildir.

Berat Kandili gerçek anlamda Allah’a yönelen kulların af belgesini alacağı, beratına kavuşacağı bir gecedir.

Berat Kandili Kuran’ı Kerim’in Levhi Mahfuzdan dünya semasına indirildiği gecedir.

Berat Kandili yüce Rabbimizin 1 yıl içinde o kul için rızıkların , ecelin, olacak her türlü işin meleklere bildirildiği gecedir.

Berat Kandili namaz kılarken yöneldiğimiz kıblemizin Kabe olarak değiştirildiği gecedir.

Peygamber efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor; ‘Şaban ayının 15. gecesi geldiği zaman o geceyi ibadetle ihya ediniz. Gündüzünü ise oruçla geçiriniz. Zira Cenabı Hak o gece şafak sökünceye kadar dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve şöyle buyurur;
-Yokmu istiğfar eden onu mağfiret edeyim.
- Yokmu rızık isteyen ona rızık vereyim.
- Yok mu bir hastalık veya musibete uğrayan ona derman vereyim.
Bu hitap sabaha kadar devam eder.

Diğer bir hadisi şeriflerinde ise peygamberimiz; ‘Şaban ayının 15. gecesinde Allah’u Teala hazretleri dünya semasına tecelli eder ve Beni kelb Kabilesi’nin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda insanı affeder’ buyurmuştur.

Böyle mübarek geceler Allah’ın tevbe ve istiğfarları çok daha fazla kabul ettiği gecelerdir. baştaki ayeti kerimede yüce rabbimiz; “De ki ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümitı kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o çok bağışlayan çok esirgeyendir” buyuruyor. O nedenle bu Berat Kandilini fırsat bilelim. Hatamız, günahımız ne kadar çok olsa da Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyelim. Tekrar aynı günahlara dönmemek koşuluyla Allah’a içten yönelip ondan af dileyelim. Geçen sene kandilde aramızda bulunup da sonra vefat etmiş bugüne ulaşamamış yakınlarımızı, komşularımızı düşünüp bizimde yarına çıkacağımızın garantisi olmadığını bilelim. Berat Kandilini Namazla, Kuranla, Duayla, hayır hasenatla, gündüzünde Oruç tutarak değerlendirelim. Yakınlarımızı, akrabalarımızı ziyaret edelim. Eğer mümkün değilse en azından bir telefon edip “Kandiliniz Mübarek Olsun” diyelim. Böyle mübarek günler vesilesiyle mutlaka aramızdaki küslükleri ortadan kaldıralım. Peygamber efendimiz gibi uzun uzun secdelere varıp, orada gözyaşı döküp dualar edelim.

Şimdiden Kandilinizi kutluyor yüce rabbimizden bu gece hepimizin beratını alan kullarından eylemesini niyaz ediyorum.

Kaynak

Eşitliği Sindirememek


bu dünyaya aynı yoldan gelip aynı yoldan gidiyoruz. bu dünyada yeteneklerimizi keşfetmeye ve ahireti kazanmaya çalışıyoruz. çevremizi tanıyor, birbirimize tarif ediyor, yaşam kalitemizi artırmaya çalışıyoruz. tüm bunlar arasında bazen istemeden birbirimizi incitiyoruz ve hakkımız geçiyor. biraraya gelip tekrar gülümsemek ve arkadaşlığa başlangıç yapmak için bayramları vesile ediyoruz. buraya kadar bakınca şu cennet vatan bize, vatan-ı asli için bir gecelik güzel bir konaklama oluyor.

lakin iş burada kalmıyor. birbirimizi tarif için kullandığımız kimlikler birbirimize husumet bahanemiz olmaya başlıyor. çok eskiden şehrin eski merkezinde cumbalı evler ve arnavut kaldırımlar arasında pek çok komşuluk yaşanırdı. "tatar cennet" teyze, "kürt hasan" amcaya herkes hitap eder alınganlık olmazdı. gelen misafirlerine kendi ata dilleri ile mahatap olur, gelenekleri renkleri ile mahalleye karışırdı. ne zaman ki onların isimleri kaybolup torunları çoğalıp artık onlar da mahalle oldu, işte o zaman onların konuştukları dil konuşulmasın istendi, gelenekleri demode görüldü, farklılıkların sokağa taşınması mahalleyi rahatsız etti. gerçi onlar kızılbaşlardan da rahatsızdılar. bastığı yeri kırk kat kazmak gerektiği gibi abartılı bir nefreti ekenler vardı. buna bakkal önü kuyruklarının, karne ile alışverişin ve maddi yoklukların çağı eklenip insanlara kendilerini ve ailelerini korumaları gerektiği telkin edilince mahalle kayboldu. kapılar kapandı. herkes kopuk ve sessiz yaşamaya diğerinin mahalleye yakışmadığına hükmetti.

şehrin en eski aileleri bunalıp istanbula göçtü. sermaye sahipleri ufaldı. zengin ama tayine bağlı memurların yaptıkları da zamanla kayıtlı kaldı. kültürün gelişim zinciri kırıldı. aileyi muhafaza etmek kasdı ile başlayan hareket mahafaza edeceği hiç bir şeyi bulamadı.

işte kimliksiz görülen 80leri hazırlayan bu oldu. toplumsal kimlik kaybolmadı sadece dönüştü. diğer kimlikler için de normal olan yerini aldı. şimdi artık geçmişe bağını milli kimlikle geleceğe bakışını dini kimlikle bu anın algısını cinsel kimliği ile ortaya koyabilen daha büyümüş bir kuşak yerini aldı. bu büyük adım büyük dalgalar oluşturdu. hala kötüye kullananlar olsa da, artık kültür yeni evresini tamamlıyordu.

eskiden normal olan şeyler artık kayboldu. arada tek tük geçmişi hatırlatsa da, sadece medyatik haber oluyor. işçi olduğu için aşağılamak, aklı kısa (!) kadına ev işini öğretmek, yumuşak (!) memurla dalga geçmek sadece kabalık olarak görülüyor.

kadın dediğin evinde otutup çocuğunu büyütmek ve kocasına hizmet etmek için değil insani yaratılış maksadını tekrar keşfediyor.

eşcinsel demek erkek delisi ve gece skoru peşinde kadın adam arası bir mahluk değil, son derece entellektüel ve topluma örnek hatta onu şekillendiren bir anlama geliyor.

kızılbaşlar, dürziler, kadınlar, eşcinseller, kürtler ve tüm diğerleri ile beraber herkes artık birinci sınıf vatandaş oluyor. ortaya kocaman vatan büyüklüğünde bir mahalle çıkıyor. bu mahallede başka yere kovmak yok. mahalleye ahenk ve neşe ile katılmak var.

lakin birileri yine zamanın bozulduğunu ve her zaman olduğu gibi ahlaksızlığın arttığını, buna karşı tedbirler ve kısıtlamalar gerektiğini söylüyorlar. fısıltılar güçlenip konuşmalara dönüşüyor. kendi içindeki bozuklukla uğraşmayıp, kendi gerçek kimliği ile yüzleşmeyip, ortamı gererek kendine meşgale bulanlara zemin hazırlanıyor. toplumdaki kimlikleri hayat algısı değil, kendi varoldukları tahkim ordusu içindeki bölüğünü tarif ettiğini düşünüyor. kendini hayali bir savaşa hazırlıyor. kendisini o denli motive ediyor ki bazen korku gözünü döndürüyor. iktidarı elde etmek için o denli hayati bir gayretle çabalıyorlar ki, herkese eşit bakan ve kimlikler konusunda rahat birisinin onların önüne geçmesine imkan yok. bu aşırılık yalnızca toplumsal bir uzlaşma ile sınırlı tutulabilir gibi görünüyor. adı ister hürriyet olsun, ister kadın hakları ister eşcinsellere özgürlük, bir şekilde tüm bireylere ulaşılması gerekiyor.

hergün onlarca acıklı haberi dinlemek bizleri sadece üzüyor. dini milli yada cinsel kimliği farklı diye öldürülmek, haklarından caydırılmak, baskı uygulamak, konuşmasına bile tahammül edememek çok çirkin, gayri ahlaki ve Kuran dışı görülmeyi bırakana kadar çalışmaya, anlatmaya, ifade etmeye gayret etmek gerekiyor.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Ahlakın yeniden yeşermesi


bu güzel yaz günlerinde en çok dikkat çeken çiçeklerin gülümseyen renkleri olsa gerek. parklardan evlerin bahçelerine kadar her yerde bir neşe görünüyor. hepsi Rablerinden aldıkları şevki yine ona göstermek için çalışıyor.

birbirlerini incitmeden sarılarak ve birbirleri ile yarışarak Allahın isimlerinin üzerlerinde parlamasına çalışıyorlar. adeta her biri içinde barındırdığı tohumları ve gayreti ile elinden gelse tüm yeryüzüne kendi milletinin bayrağını dikmek istiyor, tavrından okunuyor.

bu güzellik toplum hayatında da görünüyor. tüm dini milli ve cinsel kimlikler, insanlık bahçesinin renkleri olarak kendilerinde parlayan esma-i ilahiyeyi her tarafta ilan etmek istiyorlar. hayvanların eserlerine ihtiyar karıştığı için bitkiler kadar eserleri mükemmel olamadığı gibi, insanların da nefis heva heves ve şeytanları yüzünden eserlerinde temiz şevk bazen görünemiyor. kimi zaman hedefine koşarken birbirini hiçe sayan ezen manzaralar, özellikle insanlık alemi içinden bakanlar için hayal kırıklığına sebep olabiliyor. siyasi manzaraları anlık takip etmek o sebeple insanı ümitsizliğe atabiliyor. oysa akibette muvaffakiyet her zaman hikmet ve rahmetten yana oluyor.

kişisel hayatımızda bize öğretilenlerle başlayan ömrümüz ne çok tersi muameleye muhatap oluyor. iyi insan olmaya çalışmak hedefi ile başlayıp tüm başımıza gelenlerde adeta kötü olmak daha iyi olacak gibi geliyor. gerek kişisel gerek toplumsal olarak problemler ve bizi rahatsız edenlere takılıp kaldıkça daha büyük bir iç boğuşma başlıyor. sonrasında ise kıyas ile niye benim bunlar başıma geliyor sorgusu ile yalnız kalıyoruz. niçin onun değil de benim?...

hased önce hasidi ezermiş. biz de yalnızlığımıza cevap ararken içine düştüğümüz hased ile daha da zarara uğruyor ve kendimizle meşgul oluyoruz. yüzümüzü toprağa döndürdükçe ve güneşten ümidi kestikçe daha da kararıyoruz.

burada durup bu kısır döngüyü kesmemiz gerekiyor. yüzümüzü yine yukarıya olumlu hayata çevirmek ve hayata hareket getirmek gerekiyor. bunu başarabilenler artık daha büyümüş, kamil, hayattaki önceliklerini sıralamış görünüyorlar. onlar yine hayata pozitif bakmak gereğini vurguluyorlar. lakin bu pozitiflik ümitsizliği tanıyan bilen, tehlikenin farkında olan, bireyi kazanmanın ona teselli vermekle başladığını idrak eden bir durum olarak ortaya çıkıyor.

birbirini desteklerken, onu sinsiliğe ve kendi özelliklerini inkar etmeye zemin hazırlamayan, ne de hayatı tedbirsizce değiştirmeye çalışırken tehlikelere açık hale getiren adımlardan kaçınarak, yanında onurlu bir duruş göstermek gerektiği ortaya çıkmaktadır.

birbirinin özeline saygılı, kişisel mahremiyete kıymet veren ama bu mesafenin uzak durmak algılanmadığı, disiplinli bir duruş gerekmektedir.

birbiri ile başına gelen negatifliklerden çok pozitiflikleri paylaşan, toplum paydasına bir şeyler koyabilmeyi onur sayan bir duruş gerekmektedir.

bu gereklilikler için en temel zemin doğruluktur. doğruluk hayatın varlığının en temel gereğidir. çünkü iman sıdktır, doğruluktur. o olmadan bireysel toplumsal hayatın sağlığından bahsedilemez.

tüm kimliklerin akıl ve erdem sahibi bireyleri zaten bunu görüyorlar. böyle hareket ediyorlar. ben buraya yazıyorum. yeni bir şey olduğu için değil... rol model bulamamış, kendisini sıkıntıda gören ve hayatına verilmiş kıymetleri göremeyenlere yeni bir nefes olsun diye...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Eşcinsellik ve Ahlaki Değerler

eşcinseller haksızlığa uğramaktadırlar. ellerine haklarını alamıyorlar. tanınmıyorlar. tanınmak ve varlıklarını ortaya koymak için bir araya gelirler. tüm dünyada yürüyüşler yaparlar.

bizim ülkemizde de yürüyüş yapıyorlar. fakat eşcinsel hakları ile toplumun değer yargıları arasındaki ince çizgiyi, bu ülkedeki çoğu eşcinsel hakları savunucusu ayıredebilmiş değil. eşcinsel olmak, bir üst kimlik değildir. eşcinsellikten önce, bizi biz yapan değerler vardır. maalesef çoğumuz bu değerlerin farkında değiliz. eşcinsel haklarını savunurken, inandığımız ve bizi ayakta tutan tüm manevi değerleri yok sayarak, eşcinsel haklarında da hiç bir ilerleme kaydedemiyeceğimizi ne zaman anlayacağız?

savunduğumuz eşcinsel hakları içersinde ahlaki değerler var mıdır? varsa bunun ölçüsü ve kriterleri nedir? bunu ne zaman tartışacağız? esasında toplumun genelinde eşcinselliğe karşı olan tüm negatif duyguların temelinde bu husus yatmaktadır. yani toplum, gerçekte eşcinsel insana mı, yoksa onun topluma malolan dışa yansımış olumsuz eylem ve fiillerine mi karşı bir duruş sergilemektedir?

ne zaman eşcinsel haklarından bahsedilse maalesef bizim toplumumuzda varolan ve çözümü de yakın zamanda mümkün görünmeyen, fuhuş meselesi önümüze getirilmektedir. zira, hala tam olarak heteroseksüel topluma eşcinselliğin ne olduğunu anlatabilmiş değiliz. bu konuda özeleştiri yaparak kendimizi sorgulamamız ve yıllardır mücadelesini verdiğimiz eşcinsel haklarının ana kriterlerini tam olarak ortaya koyabilmemiz gerekmektedir.

ne zaman eşcinsellik adına açıklama yapılacak olsa, konu bir şekilde gerek hetero gerekse eşcinsel kesimin ortak sorunu olan fuhuş meselesine indirgenmektedir. bizce bu konunun sadece eşcinselleri değil, tüm toplumu ilgilendiren sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutları bulunmaktadır. bu konu, toplumun geneli tarafından değerlendirilip, çözüm yolları hepbirlikte aranmalıdır. artık fuhuş meselesini bir tarafa bırakarak, sadece ve sadece, eşcinsel haklarından bahsetmenin zamanı gelmiştir. fuhuşla ilgili konulara sürüklenmeyip, homofobik düşünceleri haklı çıkartacak, tüm polemiklerden ve tartışmalardan uzak duracağız. biz eşcinseliz, biz müslümanız, biz bu ülkenin vergi ödeyen askere giden ve derdini çeken vatandaşıyız. biz onların kardeşleri evlatları yani kısaca bu toprakların çocuklarıyız. onlar ne derse desin, kendimizi asla bu ülkeyi ayakta tutan değer yargılarından soyutlamayacağız, onları yani eşcinselliğe karşı olan insanları haklı çıkartmayacağız.

9 Temmuz 2010 Cuma

İslam Endişesi


bir endişedir gidiyor... herkeste bir islam için ürperme hali...

dinsiz çevrelerin endişesini bir derece anlamak mümkün. "öteki" dedikleri, anadolu işi, güya dogmatik olan manevi değerlerin yükselmesi onların sorumsuz ve rahat yaşamlarını daraltıyor. psikologlara terapi için başvurularda "ölüm endişesi"nin çokluğundan anlaşlıyor ki, ahiret ve ölüm sonrasına itikatsızlığın bu dünyada dahi zararları var, hayatı zindana çevirmeye yetiyor.

peki kendini müslüman olarak tarif edenlerin endişesi ne için? herkesden ve her yerden tehdit ediliyormuşçasına bir tedirginlik taşımaları ne için? öyle ki, ahlaksızlığı dünyanın öteki ucunda değil hemen yanıbaşlarında aramaları, hatta çocukları için endişeleri yüzünden birbirlerine bile mesafeli durmaları, sıkan hatta boğan bir anaçlıkla çocuklarının üzerlerine düşmeleri ne için?

adeta Allahın verdiği emanetin teklif değil de islam olduğunu algılıyorlar. devasa camiiler, büyük vakıflar, deniz gibi cemaatler ve ilmi deniz gibi kanaat önderlerinin islam için kalkan olduğundan endişe duyuyorlar. sürekli "ahlaksızlık"tan bahsediliyor. giderek yeni neslin bozulması için oluşan şartlardan bahsediliyor.

gelenekleri temsil eden aşiretler arasında gençliğini geçirmiş Said Nursi de Münazarat'ında bu durumdan bahseder. evet, aşiretler soruyor:

"...
Sual - Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
Cevap - İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.

...
S - Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
C - Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir. Benî beşerde ona intisap eden, bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine fedâ etmeyen, hem de menfaatini ızrar-ı nâsta gören, hem de muvazenesiz, muhakemesiz mânâ veren, hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek dâvâsında bulunan, hem de beylik veya tavâif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak mânâsıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı mâkul fikirlerde bulunan, hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden, herkesin âsabına dokundurmakla, tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir.

S - Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.
C - Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elnde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.

...
S - İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak.
C - Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:
Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tâhir'ler, Yûsuf'lar, Ahmed'ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır."


evet her yeni kuşakla yeni bir dünya kurulur ve yeni algılar ve üslup doğar. Kur'an tazelenerek her asra baktığı gibi o yeni kuşakla da muhatap olur. bu değişimden ürkenler dışlamakla kendi rahatlarını koruyacaklarını düşünürler. halbuki problem yeni nesilde değil zamanın geçmesindedir.

peki bu ürkmek ne için? kendini zayıf görmek ne için? tevekkül, Allaha itimat yeterince büyük bir güç değil mi? gereğinde bir günahkarın omzunda bile bu islamı yükseltebilen bir Allah kendi dininden endişelenmediğini söylemiyor mu? islamdan Allah endişelenmezken, islamların endişe duyması garip değil mi?
"Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçâre insan!
Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbûl bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultân-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak Kemâl-i intizam ve itaatle -beraber- ordusunda hizmet ediyorlar. Ve O Zât-ı Zülcelâl'in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yi zâtî'si var. Ve istiğnâ-yi mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcûdâta ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale'l-ıtlak 'tır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve iradesinde ve heybet ve âzameti altında nihayet itâatte, Celâline karşı tezellüldedir. İşte Rahmet seni, ey insan! O Müstağni-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatâb eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen Güneşe yetişemiyorsun; çok uzaksın; hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat Güneşin ziyâsı Güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de: O Zât-ı Akdese ve O Şems-i ezel ve ebed'e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziyâ-yi rahmeti onu bize yakın ediyor.

İşte ey insan! Bu Rahmeti bulan, ebedî tü kenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmasının çaresi: Rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o Rahmetin en belîğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-âlemîn ünvânıyla Kur'anda tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmetenlil-âlemîn olan Rahmet-i mücessemeye vesîle ise: salavâttır.
Evet Salâvatın mânâsı Rahmettir. Ve o zîhayat mücessem Rahmete rahmet duası olan Salâvat ise, o Rahmetenlil-âlemînin vüsûlüne vesiledir. Öyle ise sen Salâvatı kendine, o Rahmetenlil-âlemîne vesile yap ve o Zâtı da Rahmet-i Rahman'a vesîle ittihaz et. Umum ümmetin Rahmetenlil-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında hadsiz bir kesretle Rahmet mânâsiyla Salâvat getirmeleri, Rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir Sûrette isbat eder.Elhâsıl: Hazîne-i Rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediyye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi: "Bismillahirrahmânirrahîm"dir. Ve en kolay bir anahtarı da Salavattır."

besmelenin tarifinden doğan bu hakikat aslında rahmetin ne denli büyük bir güç olduğunu, güce dayanmak olduğunu, huzur bulmak olduğunu da gösteriyor. rahmet ismini tam anlayamayınca o rahmet köprüsünden uzak kalmış oluruz. bu ise bizi endişeli yapar. her hadiseye karşı kendimizi yalnız ve çaresiz buluruz. rahmeti anlamak ise ihtiyaçlara karşı bir servet ve korkulana karşı kudreti bulmak anlamına gelir.

öyleyse eşcinsellikten yada eşcinsel evlat sahibi olmaktan endişelenmeye gerek yoktur. Ahlaksızlığı, eşcinseller değil, yalan konuşanlar hazırlar; terapi olduğunu söyleyenler ve artık değiştim deyip, gizliden hevesinin peşinde koşanlar hazırlarlar; kendinden emin ve kendini tanımış, hayattan beklentisini bilenler değil, fantazileri uğruna insanları üzenler hazırlarlar; tecvidsiz usülsüz yarımyamalak dini bilgisi ile dua tavsiye edenler hazırlarlar...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Mi'raç




Mâdem,
Şu kâinat ve mevcudât var ve içinde ef'âl ve icad var.
Hem mâdem muntazam bir fiil fâilsiz olmaz, mânidar bir kitap kâtipsiz olmaz, san'atlı bir nakış nakkaşsız olmaz.
Elbette, şu kâinatı dolduran ef'âl-i hakîmânenin bir fâili ve yeryüzünün mevsim bemevsim tazelenen hayretfezâ nukuşlarının, mânidar mektubâtının bir kâtibi, bir nakkaşı vardır.

Hem mâdem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor.
Hem mâdem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var.
Öyle ise o Hâkim birdir.


Bir olmazsa-çünkü herşeyde san'at ve hikmet o derece acîbdir ki, o şeyin Sânii, herbir şeye muktedir olacak, herbir işi bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâzım gelir; öyle ise, bir olmazsa-mevcudât adedince ilâhların bulunması lâzım gelir. O ilâhlar hem birbirine zıd, hem birbirine misil olacaklar; ve o halde şu acîb intizam bozulmamak yüz bin defa muhâldir.


Hem mâdem şu mevcudâtın tabakâtı, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emir ile hareket ettiği bilbedâhe görünüyor. Yıldızların, güneş ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ bâdem çiçeklerine kadar herbir tâife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir sûrette Kadîr-i Ezelînin o tâifeye verdiği nişanları, formaları, güzel libasları ve tâyin ettiği harekâtı, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhâr ediyor. Öyle ise, şu kâinatın, mevcudâtı Onun emrine bakar ve imtisâl eder, perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır.


Hem mâdem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmâne şehâdetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir.

Hem gösterdiği ihsanât ile gayet Rahîm bir Rabdir, hem izhâr ettiği güzel san'atlarıyla san'atperver ve sanatını çok sever bir Sâni'dir. Hem gösterdiği tezyinât ve merakâver sanatlarıyla zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celb etmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir.

Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyirü'l-ukûl tezyinâtın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip nereye gideceğini, rubûbiyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbete bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rubûbiyetini göstermek ister.


Hem mâdem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lûtuf ve merhamet ve garâib-i san'at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister; elbette zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne olduğunu bir mübelliğ vâsıtasıyla bildirecektir.

Öyle ise, zîşuurlardan birisini tâyin edip onun ile o rubûbiyetini ilân edecektir.


Ve sevdiği san'atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vâsıta edecektir.
Ve o ulvî makâsıdını sâir zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhâr etmek için, birisini muallim tâyin edecektir.
Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu mevcudâtta gizlediği muammâ-i rubûbiyeti mânâsız kalmamak için, her halde bir rehber tâyin edecektir.
Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği mehâsin-i san'at faydasız ve abes kalmamak için, onlardaki makâsıdı ders verecek bir rehber tâyin edecektir.


Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkınde bir makama çıkaracak ve marziyâtını ona bildirecek, onlara gönderecektir.

Mâdem hakikat ve hikmet böyle iktizâ ediyor.
Ve şu vezâife en elyâk Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir sûrette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet bir şâhid-i âdil ve sâdıktır.

Öyle ise, o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkıne çıkıp, bütün mevcudâttan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumi, ulvî, küllî bir sohbet etsin.

İşte, Mi'rac dahi bu hakikati ifade ediyor.


Elhâsıl: Mâdem
şu azîm kâinatı mezkûr maksadlar gibi çok azîm makâsıd ve çok büyük gâyeler için şu sûrette teşkil, tertib ve tezyin etmiştir.
Hem mâdem şu mevcudât içinde şu umumi rubûbiyeti bütün dekâikı ile, şu azîm saltanat-ı ulûhiyeti bütün hakâikı ile görecek insan nevi vardır.
Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuşacaktır, makâsıdını bildirecektir.


Mâdem her insan cüz'iyetten ve süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin küllî hitâbına bizzat muhatap olamıyor; elbette, o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar.

Tâ iki cihetle münâsebeti bulunsun: hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.


Şimdi, mâdem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makâsıdını en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rubûbiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır; elbette, bütün efrâd-ı insaniye içinde öyle bir mânevî seyr ü sülûku olacaktır ki, cismânî âlemde seyr ü seyahat sûretinde bir Mi'racı olacaktır. Yetmiş bin perde tâbir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef'âl ve tabakât-ı mevcudâtın arkasına kadar kat-ı merâtib edecektir.


İşte Mi'rac budur.