
7 Aralık 2010 Salı
Değişen Anadolu 2

30 Kasım 2010 Salı
Sosyoloji Notları 1
28 Kasım 2010 Pazar
Uzun Dönem İlişkinin Esasları 4

15 Kasım 2010 Pazartesi
Başı apaçık örtülü
29 Ekim 2010 Cuma
Kimlik Kardeşliği

24 Ekim 2010 Pazar
Bağdaştırmaca
5 Ekim 2010 Salı
Muhafazakarlık
nasıl ki insanı büyütüverseniz, mensubu olduğu cemiyet ortaya çıkar ve cemiyeti küçültseniz, bir insan gibi tasvir edilebileceği düşünülür. mensupları cemiyetin ortalamasına yakın dururlar. lakin bu ortak payda dinin ilahi düzgünlüğüne her zaman yaklaşamayabilir, felsefenin klişelerine uyamayabilir. bu bulanıklık dahilinde zaman gelir işlemini yapar ve içindeki niyetini fiiline çıkarır. işte o zaman o fiil niyetine mutabık, uygun ise cemiyet de devam eder, o duygu birliği ve payda da devam eder. değil ise tarih yapraklarında bir hatıra olur. bu cemiyet en küçüğünden bir aile bir mahalle bir semt de olabilir, bir devlet bir din bir millet bir ideolojinin mensupları da olabilir. bu oldukça geniş uygulama ve belirsizlik kaideleri kesin hatlar haline ancak tarih bilminin terazisinde tartılmakla gelebilir.
muhafazakar eylemler ardında muhafazakar kimlikleri çağrıştırır. genelde muhafazakar olmayana göre bağnazca ve yeniye kapalı bir duruş gösterir. yenilikten ve farklılıktan korkmak ve endişe duymayı ortaya çıkarır. onun olası zararlarına karşı ona tedbir almak hatta bazen müdahele etmek tavırlarına girer. bu kimlik bazen siyasi kimliklerden de bir şekilde destek bulur. gariptir tarihte çılgınlıkları ile namlı türk kimliği yada değişkenliği ve hürriyet anlayışı hayret içinde bırakan islam kimliği bazen muhafazakarlığa basamak ve alet olur.
muhafazakarlık bazen bu müdahelesine kalkışırken bunu aileden başlayarak tüm cemiyetleri korumak namına yaptığını söyler. oysa koruduğu şey mevcut tüm varolan kendi öz halidir. bu halin içindeki gayr-i dini ve gayr-i milli olmayanı muhasebe etmeden tüm kötürümlüğü ve eksikliği ile beraber tüm mevcut sistemi yokoluştan korumak adı altında her cemiyetten yardım talep eder.
muhafazakarlığın bu durumu o yenilik ve yıkıcılık olarak gördüğü nokta kendinde olmadığı için değildir. yenilik ve yıkıcılığın aleni ilan edilişi onun içindeki tüm taşları yerinden oynatacak gibi ona heyecan verdiği içindir.
gerçekten o taşlar yerinden oynar mı? elbette hayır. din bu kadar değişim geçirdiği halde kulların değil, hala Allahın dinidir. milliyet genetiğine kadar bu kadar farklılaştığı halde korunan değil aidiyet hissedilen bir kimliktir. cemiyetlerin varlıkları korundukları için değil, Allah böyle dilediği için devam eder. hepsinde de ibretli dersler vardır. mensuplarına da ancak Allahtan af dilemek ve niyeten doğru olsalar bile mükemmel ve Allahın rızasına uygun hareket etmekteki endişeden dolayı yine Allahtan yardım dilemek durumundırlar. "e sen koruma bakalım ortada kalır mı?" gibi çiğ bir ifade Allahın fiilleri yanına konulamaz. tüm kainattaki tasarufunda Allah yardımcı kabul etmez.
itiraz edilen ve müdahele edilen noktanın aslında muhafazakar olarak bilinen çevrede zaten varolması ilginç bir durumdur. o konu genellikle yere bakılarak geçiştirilir. bu tavır, bu sistemi devralacak gençlere de bu şekilde aktarılıp bir ahlak haline gelmesi istenir. bu durum ne gariptir ki, hakkı savunanlarda görünmezken, hak paygamberlerin geleceğini bildiği halde onları sırf geleneklerine uymadığı için inkar edenlerde görülür.
bunu bilerek yapmak ise tam bir cinayettir. artık muhafazkarlık etiketi masum duruşlu (hatta mazlum) kanaatkar anadolu adamı profilinden uzaklaşıp, istibdatı, cuntayı hatta cinayeti bile ahlak için kabul edebilen, sırf töresi değişmesin diye sesi çıkan peygamber, sahabe, havari, keşiş, veli, çocuk genç ihtiyar, kadın, eşcinsel farketmeden susturabilen bir canavara dönüşür.
tüm bu duruma karşı eldeki teselli ise gerçekten kuvvetlidir. Allah tüm kalplerin sahibidir. tüm kalpleri çeviren O dur. bu denli değişime dirençli ve katılaşmış yapılar içinden yumuşacık hürriyeti akıtır, insanlara mecralar açar. kayalardan akan şelaleri gösterir. o ilk damlayı beklenmedik zamanda ve yerden çıkarır, gerisini de peşine takar.
bu değişimi izlemek herşeyden daha keyifli meraklı ve hayacanlı olsa gerek ki, bunu görmek en çok dileyen Hz. Hızır A.S.'ın bu duası kabul olmuş ve kendisine izin verilmiş. bizler de bunu doğru tarihi anlatan eserlerin penceresinden izleyebiliyoruz.
olayın yada akıntının içindeyken tersini düşünmenin imkansız olduğu nice haller vardır ki, dönemi kapandıktan sonra nasıl da varolabildiği tartışılır. zaman hükmünü icra eder. ilahi irade altında tüm kainat erimiş demir gibi şekillenir, su gibi mecrasını bulur. bu değişim ve direnç arasındaki ince değerde duruşunu güzel değerlendiren kar eder. Allahtan medet dileyen nasibini bulur, içinde yaşayıp ondan doğru hareket tarzı dileyen afv olunur. kimbilir bu ince sır yüzünden belki ehl-i cennet olduğu müjdelenen sahabeler sadece Allahtan mağfiret dilemişlerdir.
olaylar hükmünü icra edip tarih sayfasında yerini aldığında ortada kimse kalmaz. artık zalimler ve mazlumlar olarak iki uca ayrılırlar. tüm kimlikler kabir kapısında sona erip, iman tek kıymet olarak geride kalırken, bu iki kimlik ebedi olarak insanın eline verilir. böylece dünya kendinden bekleneni vermiş olur. herkes hakkettiğini eliyle ve diliyle hazırlamış olur.
14 Eylül 2010 Salı
Uzman Gözüyle Eşcinsellik 3

Türkiye Psikiyatri Derneği
"Cinsellik hakkında yetkin olmayan kişilerce basına yanlış bilgiler verilmesi ülkemizde ciddi bir sorundur. Bu konu ile de ilgili olarak uzman kisvesi altında bilimsel gerçeklere aykırı bir şekilde eşcinselliğin hastalık olduğu yönünde demeçler verilmekte, onarıcı terapi gibi yıllar önce terk edilen bazı tedavi yöntemleri bilimsel veriymiş gibi sunulmaktadır. Bu açıdan özellikle kamuoyunun yanlış bilgilenmesinin engellenmesi için basınımızı uzman görüşü alırken alanında yetkin hekim örgütlerini tercih etmeleri konusunda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Doç. Dr. Doğan Yeşilbursa
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu Adına
Genel Başkan
Dr. Ejder Akgün Yıldırm
Türkiye Psikiyatri Derneği
Cinsellik ve Cinsel sorunlar
Bilimsel Çalışma Birimi koordinatörü
Prof. Dr. Doğan Şahin
İnsan Hakları ve Etik
Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü
Dr. Nesrin Yetkin
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD)
Yönetim Kurulu Adına
kaynak
“Bütün dünya, hem Amerikan Psikiyatri Birliği hem de psikoloji birlikleri eşcinselliği 40 senedir hastalık olarak kabul etmiyor. Eşcinselliğin bir hastalık olduğuna dair kanıtlanabilmiş bir şey yok. Dolayısıyla tedavi edilebilir bir şey değildir. Heteroseksüellik neyse eşcinsellik de o. Arasında hiçbir fark yok. İkisi de aynı normallikte.İnsanların neden eşcinsel olduğu konusunda bilimsel bir saptama da yok. Tek yumurta ikizlerinde bile farklı olabilen bir şeyden bahsediyoruz. Ama toplum daima azınlıkta olanı dışlama, kötüleme eğilimindedir.”
Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği (ÇETAD) Başkanı Psikiyatr Dr. Nesrin Yetkin
2 Eylül 2010 Perşembe
insanlığa Anne olmak

kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir demişler. himmeti, şefkatinin dairesi ne denli geniş ise insan o kadar büyüktür. büyüklüğü oranında da şefkat gerekir. zaten kendisinden büyük kelimeler ve ataklardan ziyade büyük şefkat beklenir. eli nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniş bir şefkat dairesini insanlığa açabilen Allahın rahmet arşına bakabilir. buna bazen sıradışı ferdler bazen de sıradışı olaylar sebep olur. doğru yerde doğru anda bulunan o neticeye tanık olur. neyin küçük neyin önemsiz olduğu kaybolur. çünkü bir an o ebedi şefkatin parlak ışığı altına giren artık kainatı şefkat güneşinin nasıl aydınlattığını görmüş olur. dayanağı kalmamış, iç titreyerek sığınan kulların çaresizliklerine bir çare olmak, onlara ümit olmak yeri gelir tüm hazları geride bırakır.
bu güzelliği incelemek ve cezbedici tadına varmak için insan olmak kafidir. o sebeple en beklenmeyen dinlerden milletlerden ve kimliklerden o hamiyeti gösteren örnekler çıkabilmektedir. tüm hamiyet sahipleri içinde en büyüğü, hamiyetini dünya rahatlarından öte insanlığın ebedi geleceği için harcayan, bütün mahlukatı içine alan bir şefkatle onları temsil edebilen, onların gelecekleri hakkındaki üzüntü ve endişelerini kainatın sahibine ifade edebilen Peygamberimizdir(A.S.M). bu muazzam ibadet haline deniz gibi bir rububiyet ile cevap veren, kelamı ile müşerref eden Kainatın Sahibidir. birbirine karışmayan iki deniz gibi kendisini hep ibadet tarafında edeb ile tutabilen hayatındaki kaliteyi, şık tavrı göstermiş olur.
baktığında, temsil ettiği kullar olarak, vahdetin umumi emirlerinden ızdırap duyanları, genel yargı ifadelerine uymayan ve bu sebeple ortama uyamayanları, şefkatten ayrı düşmüş, bahtı yaver gitmemişleri görür. eğer küçümserse o dünyalık macera orada kapanır, eğer yaptığının doğruluğuna inanırsa, kalplerin sahibi Allah, kendi razı olduğunu insanları dahi ondan razı ederek gösterir.
bu vatanda hayatın darbesini yemiş dini kimlikler vardır. kendini ifade edememiş, hak tanınmamış, etiketlenip, itham edilmiş, kötü muameleye hedef olmuş bu kimliklere bir muhatap lazımdır.
bu vatanda itilip kakılmış milli kimlikler vardır. uzun uzadıya şikayetlerini dinleyecek, anlatırken ağlayacak, içini dökünce dinleyeni kendisi gibi bilecek bu kimliklere bir sığınak lazımdır.
bu vatanda kendisine hakk-ı hayat bile verilmemiş, aşağılanmış, cahil bırakılmış, hep ayıplanmış cinsel kimlikler vardır. cinsel kelimesi bile geçince onlar hem mahzun hem mahçup olurken, onları itham edenler saldırganlıklarına sebep olarak onların o çekingenliklerini söylemek edebsizliğini gösterirler. sürekli taciz altında neyin doğru neyin yanlış olduğu kaybolurken kendi ahlak paydasını bile oluşturmasına müsaade edilmeden hayat çarkında öğütülür kullanılır, tüketilir ve yeniden varedilirler. bazen bir şeyi ümid edebilmek bile bir hedef ve kalite anlayışını ortaya koyar. bazıları ise o denli acizleştirilir ki, artık ümid etmeyi unuturlar. o tükenmişlikleri içinde bebek masumiyetine geri dönerler.
işte bu bebeklere, yaralı evlatlara şefkat edecek, ümit verecek, şakağını okşayıp, gözyaşını silecek, iç çekişini dinleyip ona sarılacak bir anneye ihtiyaç var. adımlar küçük olsa da onları bir Seyreden var. işin kıymeti ağlayandan değil, şefkat edenden değil, bir İzleyenden geliyor. şefkatin ışığı parladığında orada olmaya ihtiyaç var.
zenci beyaz ayırmadan, sünni alevi ayrıştırmadan, türkü kürde kıyaslamadan, kızı "diğeri" ;eşcinseli "öteki" yapmadan hepsine sarılmaya ihtiyaç var.
insanlığa Anne olmaya ihtiyaç var...
20 Ağustos 2010 Cuma
Eşcinselliğin Topluma Anlatılması
16 Ağustos 2010 Pazartesi
Kimliğini Satmamak

kişiliğimizin de psikolojik ve sosyolojik olarak toplumun hangi kesimine girdiğini belirlemek onun değerini düşürmez. bu kritikler o toplumu tanımak için yapılır kişiyi değil. çünkü kişisel bu özelliklerin odağında olan bu insan, her şeyi ile benzersizdir. sanatkarı olan Allahın samediyetine en güzel bir aynadır. herkesin aynası başka parlar.
bu güzel pırıltıları sınıflayıp kimlikler şeklinde ifade etmek bilimlerin ortak dili olmuş. dini milli ve cinsel kimlikler ve daha pek çok çeşit tanımlamaların gözlüğü ile bu aynaya bakmak mümkün hale gelmiş. kimliklerin hem kişiyi tanımayı hem de kişinin kendini ifade etmesini kolaylaştırmış.
insanların dini kimlikleri onların geleceği nasıl anladıklarını ve hayatı nasıl algıladıklarını gösteren çok önemli bir bilgidir. lakin bugün kendi kimliğini tam bilmeyenler, tam bildiklerinin aslında belirttikleri kimlikleri ile alakası olmadığını farkedemeyenler çoğalınca kişinin o tek kelime ile algısını anlmak zorlaşmıştır. oysa ister din ister mezhep ister tarikat usül ve edebinden bahsedelim hepsinin bir başı bir sonu bir hududu, bu kimliğin geçerli olduğu bir alan vardır. bu kimliği taşımanın onuru vardır. bu kimliği geliştirmek ve daha güzel kullanmak o kişiyi kimliğinden etmez. o sebeple, namaza başlamış bir aleviye "tebrik ederim sunni olup doğruyu bulmuşsun" gibi edep dışı bir ifade kullanılamaz. yada bir sünninin alevi edebinin kaynağı olan eserlerden yararlanıyor olması o kaynakları sunnileştirmez. istikameti islam tarihi ile ortada olan ehl-i sünnet için için sahip olduğu kimliği yaşamanın ve geliştirmenin hazzı ve rahatlığı netice olarak yeter. ayrıca bu kimliği kazanç yada prestij yada statü olarak beklemek sadece bu kimliğe zarar verir. kıblesi bir olan gönül saraylarında Allah sevgisini birbirine aktarabilenler kazanırlar. dini kimliğini bir şekilde para kazanma aracı yapanlar da hem dünyada hem ahirette "riyakar" damgası yemeğe hedef olurlar. kendisini aklasın aklayamasın, kader onu bu damga ile itham eder.
insanların milli kimlikleri onların geçmişi nasıl algıladıklarını ve kendilerini nereye koyduklarını ifade eder. tüm insanlık içinde onlara düşen çok şeyler bulabilirler. birbirlerini tanıyıp "biz"i keşfeder, diğerlerine bakıp "onları" anlarlar. birbirleri ile tanışıp aralarında yardımlaşmak için bu kimlik gereklidir. sosyal hayatta bugün bu kimlik olmadan hareket etmek çok zordur. sosyal hayat ticaret hayatı ile iç içe olunca bir şekilde milli kimliğinde bir ederi ortaya çıkmaktadır. bu ise bazı zayıf iradeliler için cezbedici olur. bir şekilde milli kimliğinden para kazanmak kapısı açılır. işe alırken yada ihale alırken veya pek çok durumda milli kimlik kazançlı hale gelebilir. etik açıdan çok yanlış ve hata bu tavır asla tasvip edilmemelidir.
insanların cinsel kimlikleri onların şu anı nasıl algıladıklarını ve tepkilerini reflekslerini, bilinçaltlarına kadar varan derinlikte şu ana nasıl baktıklarını tarif eder. bilinçli eğitimden uzak nesil bolluğu yaşayan yurdumda çoğunluk kendini bilse de, azımsanmayacak bir oranda kafası karışıklar da vardır. evlendirilmiş gözü dışarda eşcinseller, kendini hast asanan lezbiyenler, kendini eşcinsel sanan travestiler bir tarafa, kendini tanımlayamayanlar da bir o kadar ortalardadır. bunu aşmak okumak paylaşmak gibi kişisel görevlerle ve bir o kadar önemlisi milli eğitim seferberliği gibi ciddi atılımlarla olur. cinsel kimliğin tarifsiz ve bulanık kaldığı her toplum, cahilliğin bedelini öder. bu bazen töre cinayeti olur, bazen fuhuş cinayeti olur, kimisi ona fail-i meçhul der, kimisi bunun bu ülkeye neye malolduğunu feraseti ile görür, dehşetinden titrer. cinsel kimliğin para karşılığı satılması ise diğer kimlikleri satmak kadar ahlaksızca ve toplumu derinden sarsan bir yaradır. kimliklerin tanınması ve toplum içinde hür bulunmaları onları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaya ve toplumla irtibat kurmaya zorlar. bu onurlu olmaktır. bunun getirisi ise kendi evladına değer veren bir ülke olmaktır. kendi evladına kıymet veren geleceğine kıymet verir. kendi evladını iyi yetiştiren geleceğine en güzel mirası bırakır.
kendini nasıl tarif ederse etsin dini, milli ve cinsel kimlikleri ile onurlu yaşayan, bu kimlikleri ile değil, yetenekleri ile dünyalığını elde edip onurunu koruyan bireyler ve bu bireylerden oluşan toplumlar hem kaliteli yaşar, hem dünyaya örnek olurlar. bu güzel hedefe bizi götüren yolları elde etmek ise varlığını farketmek ile olur. gözden perdenin kalkıp arkasını görmek ile olur. bu ise hidayettir. bu sebeple en çok edilen dualarda talep edilen hidayet olmuştur.
24 Temmuz 2010 Cumartesi
Berat Kandili

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰىۤ اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ
اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Eşitliği Sindirememek
lakin iş burada kalmıyor. birbirimizi tarif için kullandığımız kimlikler birbirimize husumet bahanemiz olmaya başlıyor. çok eskiden şehrin eski merkezinde cumbalı evler ve arnavut kaldırımlar arasında pek çok komşuluk yaşanırdı. "tatar cennet" teyze, "kürt hasan" amcaya herkes hitap eder alınganlık olmazdı. gelen misafirlerine kendi ata dilleri ile mahatap olur, gelenekleri renkleri ile mahalleye karışırdı. ne zaman ki onların isimleri kaybolup torunları çoğalıp artık onlar da mahalle oldu, işte o zaman onların konuştukları dil konuşulmasın istendi, gelenekleri demode görüldü, farklılıkların sokağa taşınması mahalleyi rahatsız etti. gerçi onlar kızılbaşlardan da rahatsızdılar. bastığı yeri kırk kat kazmak gerektiği gibi abartılı bir nefreti ekenler vardı. buna bakkal önü kuyruklarının, karne ile alışverişin ve maddi yoklukların çağı eklenip insanlara kendilerini ve ailelerini korumaları gerektiği telkin edilince mahalle kayboldu. kapılar kapandı. herkes kopuk ve sessiz yaşamaya diğerinin mahalleye yakışmadığına hükmetti.
şehrin en eski aileleri bunalıp istanbula göçtü. sermaye sahipleri ufaldı. zengin ama tayine bağlı memurların yaptıkları da zamanla kayıtlı kaldı. kültürün gelişim zinciri kırıldı. aileyi muhafaza etmek kasdı ile başlayan hareket mahafaza edeceği hiç bir şeyi bulamadı.
işte kimliksiz görülen 80leri hazırlayan bu oldu. toplumsal kimlik kaybolmadı sadece dönüştü. diğer kimlikler için de normal olan yerini aldı. şimdi artık geçmişe bağını milli kimlikle geleceğe bakışını dini kimlikle bu anın algısını cinsel kimliği ile ortaya koyabilen daha büyümüş bir kuşak yerini aldı. bu büyük adım büyük dalgalar oluşturdu. hala kötüye kullananlar olsa da, artık kültür yeni evresini tamamlıyordu.
eskiden normal olan şeyler artık kayboldu. arada tek tük geçmişi hatırlatsa da, sadece medyatik haber oluyor. işçi olduğu için aşağılamak, aklı kısa (!) kadına ev işini öğretmek, yumuşak (!) memurla dalga geçmek sadece kabalık olarak görülüyor.
kadın dediğin evinde otutup çocuğunu büyütmek ve kocasına hizmet etmek için değil insani yaratılış maksadını tekrar keşfediyor.
eşcinsel demek erkek delisi ve gece skoru peşinde kadın adam arası bir mahluk değil, son derece entellektüel ve topluma örnek hatta onu şekillendiren bir anlama geliyor.
kızılbaşlar, dürziler, kadınlar, eşcinseller, kürtler ve tüm diğerleri ile beraber herkes artık birinci sınıf vatandaş oluyor. ortaya kocaman vatan büyüklüğünde bir mahalle çıkıyor. bu mahallede başka yere kovmak yok. mahalleye ahenk ve neşe ile katılmak var.
lakin birileri yine zamanın bozulduğunu ve her zaman olduğu gibi ahlaksızlığın arttığını, buna karşı tedbirler ve kısıtlamalar gerektiğini söylüyorlar. fısıltılar güçlenip konuşmalara dönüşüyor. kendi içindeki bozuklukla uğraşmayıp, kendi gerçek kimliği ile yüzleşmeyip, ortamı gererek kendine meşgale bulanlara zemin hazırlanıyor. toplumdaki kimlikleri hayat algısı değil, kendi varoldukları tahkim ordusu içindeki bölüğünü tarif ettiğini düşünüyor. kendini hayali bir savaşa hazırlıyor. kendisini o denli motive ediyor ki bazen korku gözünü döndürüyor. iktidarı elde etmek için o denli hayati bir gayretle çabalıyorlar ki, herkese eşit bakan ve kimlikler konusunda rahat birisinin onların önüne geçmesine imkan yok. bu aşırılık yalnızca toplumsal bir uzlaşma ile sınırlı tutulabilir gibi görünüyor. adı ister hürriyet olsun, ister kadın hakları ister eşcinsellere özgürlük, bir şekilde tüm bireylere ulaşılması gerekiyor.
hergün onlarca acıklı haberi dinlemek bizleri sadece üzüyor. dini milli yada cinsel kimliği farklı diye öldürülmek, haklarından caydırılmak, baskı uygulamak, konuşmasına bile tahammül edememek çok çirkin, gayri ahlaki ve Kuran dışı görülmeyi bırakana kadar çalışmaya, anlatmaya, ifade etmeye gayret etmek gerekiyor.
15 Temmuz 2010 Perşembe
Ahlakın yeniden yeşermesi
10 Temmuz 2010 Cumartesi
Eşcinsellik ve Ahlaki Değerler

bizim ülkemizde de yürüyüş yapıyorlar. fakat eşcinsel hakları ile toplumun değer yargıları arasındaki ince çizgiyi, bu ülkedeki çoğu eşcinsel hakları savunucusu ayıredebilmiş değil. eşcinsel olmak, bir üst kimlik değildir. eşcinsellikten önce, bizi biz yapan değerler vardır. maalesef çoğumuz bu değerlerin farkında değiliz. eşcinsel haklarını savunurken, inandığımız ve bizi ayakta tutan tüm manevi değerleri yok sayarak, eşcinsel haklarında da hiç bir ilerleme kaydedemiyeceğimizi ne zaman anlayacağız?
savunduğumuz eşcinsel hakları içersinde ahlaki değerler var mıdır? varsa bunun ölçüsü ve kriterleri nedir? bunu ne zaman tartışacağız? esasında toplumun genelinde eşcinselliğe karşı olan tüm negatif duyguların temelinde bu husus yatmaktadır. yani toplum, gerçekte eşcinsel insana mı, yoksa onun topluma malolan dışa yansımış olumsuz eylem ve fiillerine mi karşı bir duruş sergilemektedir?
ne zaman eşcinsel haklarından bahsedilse maalesef bizim toplumumuzda varolan ve çözümü de yakın zamanda mümkün görünmeyen, fuhuş meselesi önümüze getirilmektedir. zira, hala tam olarak heteroseksüel topluma eşcinselliğin ne olduğunu anlatabilmiş değiliz. bu konuda özeleştiri yaparak kendimizi sorgulamamız ve yıllardır mücadelesini verdiğimiz eşcinsel haklarının ana kriterlerini tam olarak ortaya koyabilmemiz gerekmektedir.
ne zaman eşcinsellik adına açıklama yapılacak olsa, konu bir şekilde gerek hetero gerekse eşcinsel kesimin ortak sorunu olan fuhuş meselesine indirgenmektedir. bizce bu konunun sadece eşcinselleri değil, tüm toplumu ilgilendiren sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutları bulunmaktadır. bu konu, toplumun geneli tarafından değerlendirilip, çözüm yolları hepbirlikte aranmalıdır. artık fuhuş meselesini bir tarafa bırakarak, sadece ve sadece, eşcinsel haklarından bahsetmenin zamanı gelmiştir. fuhuşla ilgili konulara sürüklenmeyip, homofobik düşünceleri haklı çıkartacak, tüm polemiklerden ve tartışmalardan uzak duracağız. biz eşcinseliz, biz müslümanız, biz bu ülkenin vergi ödeyen askere giden ve derdini çeken vatandaşıyız. biz onların kardeşleri evlatları yani kısaca bu toprakların çocuklarıyız. onlar ne derse desin, kendimizi asla bu ülkeyi ayakta tutan değer yargılarından soyutlamayacağız, onları yani eşcinselliğe karşı olan insanları haklı çıkartmayacağız.
9 Temmuz 2010 Cuma
İslam Endişesi
dinsiz çevrelerin endişesini bir derece anlamak mümkün. "öteki" dedikleri, anadolu işi, güya dogmatik olan manevi değerlerin yükselmesi onların sorumsuz ve rahat yaşamlarını daraltıyor. psikologlara terapi için başvurularda "ölüm endişesi"nin çokluğundan anlaşlıyor ki, ahiret ve ölüm sonrasına itikatsızlığın bu dünyada dahi zararları var, hayatı zindana çevirmeye yetiyor.
peki kendini müslüman olarak tarif edenlerin endişesi ne için? herkesden ve her yerden tehdit ediliyormuşçasına bir tedirginlik taşımaları ne için? öyle ki, ahlaksızlığı dünyanın öteki ucunda değil hemen yanıbaşlarında aramaları, hatta çocukları için endişeleri yüzünden birbirlerine bile mesafeli durmaları, sıkan hatta boğan bir anaçlıkla çocuklarının üzerlerine düşmeleri ne için?
adeta Allahın verdiği emanetin teklif değil de islam olduğunu algılıyorlar. devasa camiiler, büyük vakıflar, deniz gibi cemaatler ve ilmi deniz gibi kanaat önderlerinin islam için kalkan olduğundan endişe duyuyorlar. sürekli "ahlaksızlık"tan bahsediliyor. giderek yeni neslin bozulması için oluşan şartlardan bahsediliyor.
gelenekleri temsil eden aşiretler arasında gençliğini geçirmiş Said Nursi de Münazarat'ında bu durumdan bahseder. evet, aşiretler soruyor:
"...
Sual - Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
Cevap - İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp biçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir; yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin mâdeni olan, herkesin kalbindeki şefkat-i imâniye olan envâr-ı İlâhînin lemeâtının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.
...
S - Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?
C - Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir. Benî beşerde ona intisap eden, bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine fedâ etmeyen, hem de menfaatini ızrar-ı nâsta gören, hem de muvazenesiz, muhakemesiz mânâ veren, hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek dâvâsında bulunan, hem de beylik veya tavâif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak mânâsıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı mâkul fikirlerde bulunan, hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden, herkesin âsabına dokundurmakla, tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir.
S - Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.
C - Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elnde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
...
S - İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de teçhil ile tahkir ediyorsun. Zaman âhirzamandır, gittikçe daha fenalaşacak.
C - Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun? Öyle mi? İşte, ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:
Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tâhir'ler, Yûsuf'lar, Ahmed'ler, ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır."
evet her yeni kuşakla yeni bir dünya kurulur ve yeni algılar ve üslup doğar. Kur'an tazelenerek her asra baktığı gibi o yeni kuşakla da muhatap olur. bu değişimden ürkenler dışlamakla kendi rahatlarını koruyacaklarını düşünürler. halbuki problem yeni nesilde değil zamanın geçmesindedir.
peki bu ürkmek ne için? kendini zayıf görmek ne için? tevekkül, Allaha itimat yeterince büyük bir güç değil mi? gereğinde bir günahkarın omzunda bile bu islamı yükseltebilen bir Allah kendi dininden endişelenmediğini söylemiyor mu? islamdan Allah endişelenmezken, islamların endişe duyması garip değil mi?
Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbûl bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultân-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak Kemâl-i intizam ve itaatle -beraber- ordusunda hizmet ediyorlar. Ve O Zât-ı Zülcelâl'in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yi zâtî'si var. Ve istiğnâ-yi mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcûdâta ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale'l-ıtlak 'tır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve iradesinde ve heybet ve âzameti altında nihayet itâatte, Celâline karşı tezellüldedir. İşte Rahmet seni, ey insan! O Müstağni-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatâb eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen Güneşe yetişemiyorsun; çok uzaksın; hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat Güneşin ziyâsı Güneşin aksini, cilvesini, senin âyinen vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de: O Zât-ı Akdese ve O Şems-i ezel ve ebed'e biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat onun ziyâ-yi rahmeti onu bize yakın ediyor.
8 Temmuz 2010 Perşembe
Mi'raç

Hem mâdem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozuyor.
Hem mâdem sinek kanadından tâ semâvât kandiline kadar mükemmel bir intizam var.
Öyle ise o Hâkim birdir.
Bir olmazsa-çünkü herşeyde san'at ve hikmet o derece acîbdir ki, o şeyin Sânii, herbir şeye muktedir olacak, herbir işi bilecek bir derecede Kadîr-i Mutlak olmak lâzım gelir; öyle ise, bir olmazsa-mevcudât adedince ilâhların bulunması lâzım gelir. O ilâhlar hem birbirine zıd, hem birbirine misil olacaklar; ve o halde şu acîb intizam bozulmamak yüz bin defa muhâldir.
Hem mâdem şu mevcudâtın tabakâtı, bir ordudan bin defa daha muntazam bir emir ile hareket ettiği bilbedâhe görünüyor. Yıldızların, güneş ve kamerin muntazaman hareketlerinden tut, tâ bâdem çiçeklerine kadar herbir tâife o kadar muntazam, o kadar mükemmel bir sûrette Kadîr-i Ezelînin o tâifeye verdiği nişanları, formaları, güzel libasları ve tâyin ettiği harekâtı, bin defa ordudan daha muntazam bir tarzda izhâr ediyor. Öyle ise, şu kâinatın, mevcudâtı Onun emrine bakar ve imtisâl eder, perde-i gayb arkasında bir Hâkim-i Mutlakı vardır.
Hem mâdem o Hâkim, bütün yaptığı icraat-ı hakîmâne şehâdetiyle, hem gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir.
Hem gösterdiği ihsanât ile gayet Rahîm bir Rabdir, hem izhâr ettiği güzel san'atlarıyla san'atperver ve sanatını çok sever bir Sâni'dir. Hem gösterdiği tezyinât ve merakâver sanatlarıyla zîşuurların nazar-ı istihsanını âsârına celb etmek isteyen bir Hâlık-ı Hakîmdir.
Hem hilkat-i âlemde gösterdiği muhayyirü'l-ukûl tezyinâtın ne demek olduğunu ve mahlûkat nereden gelip nereye gideceğini, rubûbiyetinin hikmetiyle zîşuura bildirmek istediği anlaşılıyor. Elbete bu Hâkim-i Hakîm ve Sâni-i Alîm, rubûbiyetini göstermek ister.
Hem mâdem bu kadar gösterdiği âsâr-ı lûtuf ve merhamet ve garâib-i san'at ile zîşuura kendini tanıttırmak ve sevdirmek ister; elbette zîşuurlardan arzularını ve onlardaki marziyâtı ne olduğunu bir mübelliğ vâsıtasıyla bildirecektir.
Öyle ise, zîşuurlardan birisini tâyin edip onun ile o rubûbiyetini ilân edecektir.
Ve sevdiği san'atlarını teşhir için, bir dellâlı kurb-u huzuruna müşerref edip teşhire vâsıta edecektir.
Ve o ulvî makâsıdını sâir zîşuurlara bildirmekle kemâlâtını izhâr etmek için, birisini muallim tâyin edecektir.
Ve şu kâinatta derc ettiği tılsımı ve şu mevcudâtta gizlediği muammâ-i rubûbiyeti mânâsız kalmamak için, her halde bir rehber tâyin edecektir.
Ve gösterdiği ve enzârın temâşâsına neşrettiği mehâsin-i san'at faydasız ve abes kalmamak için, onlardaki makâsıdı ders verecek bir rehber tâyin edecektir.
Hem marziyâtını zîşuurlara tebliğ etmek için, birisini bütün zîşuurların fevkınde bir makama çıkaracak ve marziyâtını ona bildirecek, onlara gönderecektir.
Mâdem hakikat ve hikmet böyle iktizâ ediyor.
Ve şu vezâife en elyâk Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Çünkü, bilfiil, en mükemmel bir sûrette o vazifeleri yapmıştır. Teşkil ettiği âlem-i İslâm ve gösterdiği nur-u İslâmiyet bir şâhid-i âdil ve sâdıktır.
Öyle ise, o zât, doğrudan doğruya bütün kâinatın fevkıne çıkıp, bütün mevcudâttan geçip, bir makama girmek lâzımdır ki, bütün mahlûkatın Hâlıkı ile umumi, ulvî, küllî bir sohbet etsin.
İşte, Mi'rac dahi bu hakikati ifade ediyor.
Elhâsıl: Mâdem
şu azîm kâinatı mezkûr maksadlar gibi çok azîm makâsıd ve çok büyük gâyeler için şu sûrette teşkil, tertib ve tezyin etmiştir.
Hem mâdem şu mevcudât içinde şu umumi rubûbiyeti bütün dekâikı ile, şu azîm saltanat-ı ulûhiyeti bütün hakâikı ile görecek insan nevi vardır.
Elbette o Hâkim-i Mutlak o insan ile konuşacaktır, makâsıdını bildirecektir.
Mâdem her insan cüz'iyetten ve süfliyetten tecerrüd edip en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor, o Hâkimin küllî hitâbına bizzat muhatap olamıyor; elbette, o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar.
Tâ iki cihetle münâsebeti bulunsun: hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.
Şimdi, mâdem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makâsıdını en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rubûbiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır; elbette, bütün efrâd-ı insaniye içinde öyle bir mânevî seyr ü sülûku olacaktır ki, cismânî âlemde seyr ü seyahat sûretinde bir Mi'racı olacaktır. Yetmiş bin perde tâbir olunan berzah-ı esmâ ve tecellî-i sıfât ve ef'âl ve tabakât-ı mevcudâtın arkasına kadar kat-ı merâtib edecektir.
İşte Mi'rac budur.
21 Haziran 2010 Pazartesi
Eşcinsel Kimliğe Saldırmak
bu bloga gönderilen yorumlardan ümitsizlik verenleri burada yayınlamıyorum. hakaret içerenleri dikkate almıyorum. bir kısmını da değerli arkadaşlarımla paylaşıyorum. bir arkadaşım, bu yorumlardan oluşan duygularını şöyle ifade etmiş:
UTANIN KENDİNİZDEN
Anlaşılamayınca üzülüyor insan; son dönemde gayislam.bloga yapılan yorumlarda beni bu şekilde üzdü. Bu blog inançlı eşcinsellerin yazı yazabildiği, yazılanları okuyup bir nebze olsun dini ile yeniden bağ kurabildiği bir blogtur. Heteroseksüel Müslümanlara yönelik olarak eşcinselliği kabul ettirme ya da dayatma gibi bir amacı yoktur.
Eflatoon kaç zamandır intihara kalkışan ve intihar düşüncesinin yoğun bir şekilde kendini gösterdiği eşcinsellerle ilgilenmekte. Peki bu eşcinselleri intihara sevk eden nedir? Aile reddi, toplumsal yaşamın dışına itiliş, yaşam boyu rol model olabilecek gay profillerin yokluğu, aşağılanma vs vs vs.
Yorum sahipleri, el insaf!
Bu blogta yayınlanan ve yayınlanmayan birçok yorumunuzda eşcinselliği meşrulaştırmaya çalışmamızdan yakınıyorsunuz! El insaf! Sadece bu kimliğimiz yüzünden diğer tüm yapıp etmelerimiz ve kimliklerimiz hiçe sayılıyor. Allah aşkına, azıcık utanın! Biz yaşamımızı bu kimlik bağlamında kurma meraklısı değiliz ve eşcinselliğin aslında çok önemsiz bir hal olduğunu düşünüyoruz. Fakat bugünlerde önem kazanıyor ve bu konuda yazıp çiziyorsak, bunun nedeni sizin öfkeniz ve sırf bu durum yüzünden bizleri Müslüman cemaatinin dışında görmenizdir. Karşımıza intihara kalkışan bir delikanlı getirildiğinde, ailesi tarafından reddedilen bir glbtt karşısında, gizlenmek amacıyla sürekli yalan söylemek zorunda bırakılan bir glbtt sizlerin umurunda olmasa da bizim umurumuzdadır. Onlara söyleyecek sözümüz vardır. Çünkü biz Rahman ve Rahim olan Allah’ın kullarıyız.
Şunu açık bir şekilde söyleyeyim; eşcinsellik livata değildir! Siz kötü yorum sahiplerinin tüm argümanları aslında livata üzerine olan dini hükümler üzerine kuruludur. Ne kadın eşcinselliği üzerine düşünebiliyorsunuz ne de çift cinsiyetlilik üzerine… eğer bu konular üzerinde azıcık düşünseniz eşcinsellik karşıtı düşüncelerinizi livata üzerine oturtmazdınız.
Sizlere şunu da söyleyeyim; livatanın meşruluğu tartışması da dini değil politik bir tartışmadır ve kökeni tarihsel olarak Sünnilerle Şiiler arasındaki iktidar mücadelesinin halk indinde bir propaganda aracı olarak kullanılmasıdır. Günümüzdeyse bu hadisleri eşcinselliğe karşı kullanıyorsunuz. Bende size ısrarla soruyorum; kadın eşcinselliği ne olacak? Çift cinsiyetlilerin durumu ne olacak? Çünkü bambaşka bir tartışmanın kavramlarını, delillerini vs. alakasız bir konuya monte etmeye çalışıyorsunuz.
Gerçi buna da bir çözüm yolu bulmaya çalıştınız. Ayetin neshi tartışmaları içindeki Nisa suresi 15. Ve 16. Ayetlerini günümüz meallerinde direk eşcinsellere yönelik ayetlermişçesine çeviriyorsunuz. Yalan olduğunu bile bile… homofobi gözünüzü öyle bir şekilde örtüyor ki ayetleri dahi “DEĞİŞTİRİYORSUNUZ”.
Sizin gibiler ayetlerdeki kelimeleri dahi değiştirirken, müsaade edin bizimde söyleyeceklerimiz olsun.
Şunu unutmayın, bizler alışkınız; kalplerimizin mühürlü olduğunun bize söylenmesine… Maşallah göğsümüzü yarıp içindekileri okuyabiliyorsunuz! Keşke okurken biraz daha dikkatli davransanız! O kalpte Allah ve Resulünün sevgisi de var çünkü. Bu sevgi olmasaydı bu blogta olmazdı. Ama yok sizlere göre bizler art niyetliyiz. Sizlerde zaten kalplerimizden geçenleri dahi bilirsiniz. Bakıyorum da şah damarımızdan dahi bize yakınsınız.
Siz ısrarla bizlere küfür ithamında bulunarak yorum yapanlar! Utanın kendinizden ve artık kabul edin, sizin derdiniz içinizdeki homofobidir. Siz aslında bir eşcinselin “ben bir müslümanım” demesine tahammül edemiyorsunuz. Siz bir eşcinselin “Ben Allah ve Resulünü seviyorum” demesine tahammül edemiyorsunuz. Siz bir eşcinselin Müslüman kimliğiyle konuşmasını, yazıp çizmesini İslam’a karşı bir saldırı olarak telakki ediyorsunuz. Neden? Çünkü bizden (eşcinsellerden) tiksiniyorsunuz.
Ama bunun adı İslam değil, homofobidir. Homofobinizi din olarak telakki etmeyin!
Dönüp durup söyleyegeldiğiniz tek bir söz var: Eşcinselliği meşrulaştırıyorsunuz…
Efendiler!
Biz bu toprakların gayrimeşru çocukları değiliz!
Ve evet, İslam Dininde bizim yaptığımız fiilin meşru olduğunu söyleyen mezheplerde olmuştur! Sünni Zahiriye mezhebi gibi! Yaptığımız fiilin kadın erkek zinasından daha düşük bir ceza gerektirdiğini de söyleyenler çıkmıştır. İmam-ı Azam gibi!
Bizden şunu dememizi bekliyorsunuz: Bu günahtır ve ben suçluyum, “düzelmek” için gayret sarf ediyorum.
Hayır bu sözü söylemeyeceğiz!
İslam dini içinde bize bir yer vardır. Sünni Zahiriye mezhebi bunu söyler. Bizi fiziksel çift cinsiyetliler gibi biyolojik yönden yeniden değerlendirip “meşru” olduğumuzu söyleyen günümüz Müslüman Alimler de vardır. Bize Allah’ın dininde yer vardır. Umuyoruz ki Peygamberin (s.a.v) şefaatinde de bizlere yer olacaktır.
Elinize kan bulaşmasa da ağzınızdan tükürdüğünüz hep kan! İntihar eden nice eşcinselin kanı dudaklarınızda. Nice eşcinseli nefretinizle öldürdünüz! Nicesi “ben Allah ve Resulünü seviyorum” diyordu. Ama sizler homofobinizin nefretine dayandınız. Homofobinizi din telakki ettiniz ve hala utanmadan konuşuyorsunuz.
Hz. Lut (a.s) gönderildiği kavim eşcinsel bir kavim değildi. Öğrenin artık. O kavmin erkekleri tecavüzcü, yağmacı heteroseksüellerden müteşekkildi. Eğer sorun eşcinsellik olsaydı lezbiyenlik açısından da değerlendirme yapılırdı. Eğer sorun eşcinsellik olsaydı bu kıssa Kuranda geçerken cezai müeyyidesi de belirtilirdi. Ama tecavüzün, yağmacılığın müeyyidesi Kuran ve sünnetle ortaya konmuştur. Eşcinselliğin değil. Kuranda eşcinselliğe bir ceza tayin edilmemiştir. Sizin tahrif etmeye kalktığınız Nisa suresinin ayetleri dışında!
Tarih öyle enteresan ki; Kuranın tahrifine karşı şu blog ayakta duruyor! Çünkü homofobi karşısında anlı şanlı İslam Alimleri susuyor. Sonunda bunu da başardınız. Homofobi ile ayet tahrifatına başladınız!
Utanın kendinizden!
Kuranda homofobinize dayanak ayet aramaktasınız.