19 Ağustos 2013 Pazartesi

homofobi ve iman 3



bireyin uzun dünya imtihanı boyunca tek tek atlamadan kalbindeki her istidadının işlemden geçmesi pek önemlidir. o istidatlar ya göze görünen kabiliyetler olurlar yada kaybolup giderler. göze görünen her kabiliyet sorumluluk yükler. doğru kullanımı ile o sorumluluk güzel bir tebrike yanlış kullanımı ile çirkin bir akibete sebep olurlar.

aile başta olmak üzere toplum bireye güzel katkı sağlamak için kabiliyetlerden onun hayatına genel olarak çabuk katkı sağlayacak olanları ve bunların, bulundukları çağdaki doğru algısına göre duruşunu ders verirler. ders verilmeyen yada o asrın doğrusu olanlar bir başka asrın yanlışı yada hayati olmayan bir teferruatı kabul edilebilirler.

tüm bu değer yargıları kişinin kendini tanıdığı ömrü boyunca yavaş yavaş yerine oturur. tüm insanlığın algısına bir örnekleme olacak kadar kamil hale gelir. bu kemalat yolunda bazen en temel duyularını bile ihmal eder. kabuller ve şartlanmalar ile yaşadığı döneme adapte olur. yaşadığı dönemde hayat kalitesi artarken, kendi dönemi dışındakilere yabancılaşır.

din millet ve cinsellik algıları bu geçişlerde hayatının içinde sıraya girerler. bireyin kimlikleri kullanımı ve algısı da adapte olduğu toplumun esas renklerini taklit eder. oysa insanlar bu benzeşmeden ve yığılmadan çok daha eşit dağılımlı olarak her renkten yaratılmışlardır. büyük harpler dönemi ve millet kavramının yükselişi, benzeşmeyi temel almışsa da, içinde bulunduğumuz birey çağı benzeşmeyi zorlama görür ve bireyin has özelliklerine kıymet verir. bu şiddetli geçiş bazılarında fobiler uyandırmış, çevreye karşı aşırı hassas hatta saldırgan etmiştir.

hatta bazı kimlikleri bazı renklerle bağdaştıramama, yan yana görememe gibi algıyı reddetme durumu görülmektedir. bazen de bu düzen fazla karışık görülüp içinden birisi seçilir ve herşey için o kimlik kullanılmaya çalışılır. oysa muhtar ayrı kimlik ister, üniversite ayrı kimlik ister. ortama göre temsil değişir. hem insan sadece kendini değil pek çok grubu ve manayı temsil eder.

eşcinsel olduğu halde eşcinselliği kabul edememe bu durumun sonucudur. kadın olmaktan yerinmek, zenci olduğundan üzülmek gibi abes duygular nasılsa eşcinselliğin onurunu hissedememek de öyledir. madem ki insan olarak birbirinden değerli cihazlarla yaratıldık, her kimliğimizin Allahın razı olduğu bir şekli vardır. bu şeklin bizim amel defterimizde de bulunması için istemek, çok dua etmek ve gayret göstermek hayati bir vazifedir. hayat ucuz değil, kıymetli bir netice vermesi içindir. verilen tüm kimlikler benzer istidatların birbirinden kuvvet alıp, dünya gamı ve yükünü kolay taşımaları içindir. farklı yaratılmak birbirini tanıyıp arkadaş olabilmek içindir. bu dostluk ışığı, fobi ile söner. islamofobi, faşizm ve homofobi gibi küfrün çeşitli perdeleri bu ışığı örter. insanları yalnız yapar. samimi halis dualar ve onurlu şerefli hamdli bir duruş hem bize hem çevremizdeki yaralı bize benzer insanlara çok lazımdır.

şeytanın oyunları pek çoktur. kimini cahilliği ile kimini ilmi ile oyununa maşa eder. ona maşa olmamak grupla hareket ederek sımsıkı kardeşçe yanyana durarak sağlanır. birbirinden çok farklı olduğu halde birbirini sevebilen yanında durabilen, duası ve amelini birbirine bağışlayabilen kardeşler asırların değişim dalgalarını aşıp hem dünya hem ahireti kazanırlar.

12 Temmuz 2013 Cuma

Hasta Ruhlar



hasta iddiasında bulunanlar da acaba öldürülen eşcinsel ve travestiler için vicdanla hareket edebiliyor mu? vicdanlarının bağırmasını ne ile uyuşturuyorlar? oh olsun demek çözüyor mu?

"ruhen hasta" lafı kadar sığ ve itikada ters bir şey olamaz. ruh itikadımızda bir cevherdir ve bir formüldür ki, şuuru başına alır ve cesedi giyer. eğer cesedini bıraksa şuuru başından atsa geriye bir kanun kalır. işte o kanun ve o uzun formüle biz bir isim veriyor ad koyuyoruz. herkesin kendi şahsi ismi o özel formüle bir nişan olmuş.

ruhun yapı malzemesi o kadar sadedir ve basittir ki daha alt parçaya inemez. o kadar ince ve zariftir ki, daha tahrip edilemez. tutulmaz ve ele geçirilmez. kıyamet kopsa ortaya çıkan tahribat ruhu hiç etkilemez. belki varlığımızın en basit ama en dayanaklı parçası ruhtur.

islam geleneği ruha bu asli kıymeti verdiği halde, dünya hırsları ile terapi üzerinden para kazanmak isteyenler, evladını anlamaktan uzak bazı nadanların hinduizmden ithal ettiği kast sisteminin karası olan "ayıp" kelimesi ile birleşince "terapiye muhtaç ayıplı" manasında ruhen hasta ifadesi kullanılmaya başlamıştır.

islam örfünde siyah beyaz ve gri yerini tam almıştır. haram helal, mendup, caiz ve mekruh tüm ara tonları içine alır ve kişiye hayatı için bir şablon verirler. hem bu teknik ifadelerden öte islam bireyin şu anına bakmaz. insanı gelişen ve yükselen bir kul olarak bilir. yani asli kimliklerini daha idrak edip topluma pozitif katkı sağlayabilecek yeni yollar bulmakla gelişeceğini öngörür. terapi adı altında bireyi casuslamak, bir yere kapatıp gözlemek, izleyenlerin algısına uymayan hareketleri için ağır uyuşturucular vererek gün geçirmek, onu yatağa çakmak, ibni sinanın tedavi metodunda yoktur. çünkü tahribat tedavi şekli olmaz. öldürerek hayat vermek diye bir sav olamaz. çünkü ölüm, islam dininde hayattan daha yukarıda daha şiddetli bir varlık mertebesidir.

bireyin toplum içinde izzet ve itibarının temin görevi devlete aittir. asırlardır geniş islam coğrafyasında aşiret bağlarını ve gelenekleri insan hayatına saldırmak için kullananların hedefi eşcinseller travestiler, kadınlar erkek ve kız çocuklar olmuştur. maalesef modern çağda dahi hala bu söylendiğinde yüz buruşturup "yok öle bişey" demek ve ortada olanları açmak üzerinde tefekkür etmek yerine, görmezden gelip unutulmasını beklemek, umumi bir vicdansızlık halimiz olarak devam etmektedir. geçmiş asırlarda bu durum devlet tarafından, mazlumun başka yere gönderilmesi ve orada hayat ortamı sağlanması şeklinde çözülmeye çalışılmıştı. ulaşım haberleşme ve sosyal hizmetlerin zaafına rağmen bir dereceye kadar başarılı da olunmuştur. ama çağımızda alt yapı arttığı halde mazlumun insani durumunu temin edememe hali çoğalmıştır.

insana kıymet veren toplum değer kazanır. bireyin canına kıymet vermeyen geleneğin kendisi de tarihte tozlanmaya mahkumdur. bunun için kendimizden başlayarak sistemimize kadar nelerin geleceğe aksetmesini istiyorsak gözden geçirmeli, bu muhasebeyi Allaha bir dua olarak sunmalı, bu gayreti fiile dökmeliyiz. Allah bir milletin hidayetini dilerse utancını yüzüne çarparmış. kendisi ile yüzleşebilenlerin Allaha diyecek şeyleri çok olur. illa başımıza bir tokat getirmeden pekala rahmeti ile hidayeti bulabilir, doğruyu algılayabiliriz. buna cessur olmamız lazım.

iman ve islamı bir kimlik olarak taşıyan ve taşımak dileyen her insan tüm kimlikleri ile onuru ile sistemin bir parçası olabilmeli, nefrete hedef olmadan samimiyetle topluma katılabilmelidir.

5 Temmuz 2013 Cuma

Kur'an Ayı



Kur'an Ayı, Kur'anın indirilişinin her sene yıl dönümünde kutlanmasıdır. Ramazan bu açıdan yılın onbir ayına sultan olmuş ve asırlardır böyle adlandırıla gelmiştir.

Kur'an Ayı, çok kıymetlidir. Çünkü Allah insanlarla bu ay, sözlerinin en parlağı ile konuşmuş, kıymet verdiğini göstermiştir. Var-olan, Bir-olan, Hayy, Hayatdar ve Canlı olan O Allah, sözlerinin kıyamete kadar muhatabı olan insanı müjdelemiş ve ona değerini sağlayan o kıymetli görevini ifade etmiştir.

İnsanın nazik mahiyeti, geç öğrenen, mükemmel olmaya uzak kabiliyetlerine rağmen eğitimle yükselebilir hali ve temsil kıymeti çok önemli farklarıdır. temsil edebilmek, ona asli bir kıymet vermektedir. Allah huzurunda bu bilinçle kendini, temsil edebilir. soyadı ile ceddini temsil edebilir. kültürü ile milletini temsil edebilir. geçmiş ortak insan belleğine nüfuz edebilir. geleceğe bakabilir. gelecek algısını yarından çok daha öteye, taa ahirete ulaştırıp dinini temsil edebilir. şu anını ve algısını temsil edebilir, şu algısını cinsel kimliği ile ifade edebilir. tüm bedenini oluşturan hücre hatta zerreler adına Allah huzuruna durabilir. tüm temas ettiği çevresindeki canlı ve cansız alem adına Allaha muhatap olabilir. hatta kainatı tek başına temsil edebilir. nasıl ki de Hz. Peygamberimiz(a.s.m) bunu başarmış, aynen de mi'racında bunu yapmıştır. bize hakiki kıymetimizi kazandıran bu dersi almanın yıldönümü ramazandır.

Ramazanın Kur'an ayı olması, ona özel ayrı teravih gibi ibadetleri, ramazan sofraları ve hatimler gibi adetleri oluşturmuş. Ramazanda hayvaniyetten sıyrılıp, yemek içmeyi terkederek bir nev'i melek haletine girmek hedef olmuş. bunun da mertebeleri ve tefekkürler geliştirilebilen pek çok seviyeleri Ramazana renk katar olmuştur.

bu açıdan toplumun herkesiminde Ramazan ayrı bir hareket ve gayrete sebep olur.

çocuklar özellikle yaza denk gelen bu mübarek ayda kurslara gönderilir, Kur'an öğrenir ve ezber yaparlar. her kimliğe sahip insanın toplandığı mübarek mekanlar olan camiiler çocuk sesleri ile dolar. bu güzelliğin kötü anılarla zedelenmemesi için çocuklarla doğru irtibat kurmak çok kıymetlidir. nefret söyleminden uzak olmak, Eşcinsel Lezbiyen yada Travesti gibi kimliklere karşı nefret ifadelerinden uzak olmak önemli bir hassasiyettir. çünkü az bir zaman sonra o çocuklardan bir kısmı bu kimliklere sahip olduklarını kendileri farkedecekler. bu farkediş onlarda bir tedirginlik, "lanete hedef olma" üzüntüsü uyandırmamalı, Allaha hep sevgi ile dua edebilmelidir. Allahla bağ kurabilmenin engin keyfine ulaşabilmelidir.

gençler ömürlerinin en parlak, en heyecanlı dönemlerini yaşarken ulaştıkları Ramazan çok kıymetlidir. his ve heyecanın sınır tanımadığı bu zor dönemde onlara yardımcı olabilmek toplumsal görevdir. çünkü ellerindeki güçle toplumun diğer tabakalarına kolayca eziyet eder duruma düşebilirler. onlara muhatap olabilmek onları dinlemek ve heyecanlarını anlamaktan geçer. "dur yapma" yada "vazgeç" gibi onların önünü kesen ifadeler değil, yapmak istediğini algılayıp onun yönünü kalibre edip, istikametini toplumsal tecrübe ile değerli hale getirmek çok önemlidir. Ramazan bu açıdan en güzel gençleri anlama ayıdır. çünkü oruçla hevesler bir derece gemlenir ve nefis de dahil tüm özellikler bir derece çevreye karşı duyarsız olmaktan kurtulur. madem öyledir, o zaman Kur'anın tüm kainatı içine alan kardeşliğini ders vermek için çok kıymetli anlardır.

yetişkinler için hayatı tecrübe ile algılamak çok önemlidir. lakin çoğu kere hayatın gaileleri nefessiz bırakır ve detaylar kaybolmaya başlar. Ramazan bu boğan mevsimin rahmet yağmuru olarak, ruha ve kalbe serinlik verir. perişaniyetinden mütessir olduğumuz elimizden bir şey gelmeyen şu dünyanın gamlarını şikayet edecek bir kapıyı bize açar. dua ile rahmet kapısından girip Allahla sohbet edebilmek fırsatını bizlere verir.

tüm azınlıklar için, Ramazan şefkat ayıdır. çünkü aynı açlıkla sınav olup, aynı iftar sofrasında bir araya gelmek onları azken çok eder. açken tok eder. aslında birbirlerinin ne kadar aynısı olduklarını algılamak kardeş eder.  eski nefreti aşıp yenip, yeni kardeşi kazanmak en büyük toplumsal rahmettir. birbirini anlayabilen toplumları Allah dünyaya güzel misaller olarak gösterip yükseltir. asıl kazanç yeri olan Ahirette ise Ramazan kardeşliğini yakalayabilenler Kur'anın o güzel rüzgarından yararlanabilirler. madem bu kadar büyük fırsatlar var, yararlanmak gerekir.

Allahın bu konuda teşviki ayrıca dikkate değer. Ramazanda amellerin karşılığı kat ve kat fazla verilir. birey, kulluk ve kardeşlik manalarının külfetine galip olabilsin diye fevkalade teşvik edilir.

tüm yaratılanların ve bu yazıyla ulaşabildiğim herkesin Ramazan'ının anlamlı, değerli, verimli geçmesini dilerim.



28 Mayıs 2013 Salı

Nefretin Hedefi Olmak 2


eşcinsellikle ilgili bloglarda ne kadar farklı sesler var. bir şey diyeyim diye şöyle okumaya başladım. her renkten fikir zaten yazılmış. karar vermiş olanlar için zaten bir şey söylemek gereksiz. kararsız olanlar, eşcinsellik ve din bahsini bir arada nasıl beraber düşünebilirim deyip araştıranlar için bir paylaşımım olsun dilerim:

dini kimliğimi tüm kimliklerimin üstünde tutan bir hayatım oldu. dolaptan çıkma sıkıntılarını yaşadığım günlerde hepimiz gibi kendimi yalnız hissettim. fırtına durulup hava açtığında hayat algısı bana benzer arkadaş çevremi etrafımda buldum. 

bir arkadaşımın kendini lanetli hissedip, etrafındakilerden onay arayan acıklı hikayesini duyunca çevremde dini konularda ihtisas yapmış kimselere de meseleyi açma konusunda bana ilham verdi. çünkü aylarca ağlaya ağlaya aldığı karar sonunda hristiyan olmaktan başka çare bulamamıştı. bir kitap yazacak kadar belge elinde vardı. ama hepsini sıksanız belli ve malum eşcinsel algısından başka bir şey değildi. ben bunu yüsek fetva kurulundan ilmine hürmet duyduğum kimselerle paylaştım. bugüne kadar hep konuşmaya başlarken "eşcinsellik hakkında din ne diyor?" diye başlanmıştı. oysa ortada böyle bir durum var, genç bir müslümanı siz güya eşcinsellikten vazgeçirmek için ona baskı yaptıkça aslında islamdan olan bağını kırmış oluyorsunuz." deme fırsatı buldum. cevap şaşırtıcıydı. "olmaz öyle, elbette islama sarılmalı, ahiret tesellisinden istifade etmeli,Allaha güvenmeli,elden geldiğince dini hayatını yaşamalı" deyince ama pratikte bu kadar lanete hedef olunca bu nasıl olacağına iş geldi. lanet bahsinin aslında korkutmak ve vazgeçirmek için bir yorum olduğunu belirtince, beceriksizce mahvedilen pek çok güzel mesele gibi bunun da ziyan edildiğini anladım. işin daha garibi, diyanet camiasında, hafızlar ve hocalar arasında onca eşcinsel kimlik taşıyan insandan hiç kimseyi tanımıyor olmalarıydı.bilmiyorlar. hiç komşuları yada meslektaşları olmamış zannediyorlar. bu konuda bir kaç doktora tezi de hazırlandı. ama şurada eşcinsel terapisinden kazanan sermaye bunun ilan edilmesine engel oldu. 

islam, insanın milletine cinsine bakmaz, onun ahirette ebedi saadetine bakar. bunu talep edenler onu takip eder, takip etmeyenler de herkes gibi ahirette tek tek hesaba çekilinen o gün, durumunu bizzat Allaha arz eder. o açıklamanın hükmünü de Allah bizzat kendisi verince tüm kainata da ancak tasdik etmek düşer. yani sen buna hazır mısın? verilecek cevabın var mı? başkasına değil kendine bak!

yine de Allah bazı şeyleri birbirine bağlayarak bazı hareket düsturları ortaya koymuş. bunlar içinde en pratik olanı ve benim en sevdiğim kişinin bu asırda her türlü ifadeden sıyrılıp bizzat kendini ifade edebilme hürriyeti... eski çağlarda millet ve cinsiyet, varlık yokluk kadar önemli olabilmiş. oysa artık birey kendi yetenekleri ile ortada durabildiği örnekler çokca görünüyor. öyleyse aileden vatana kadar her milli kimlik artık belli bir yerde tanımlanmalı. cinsel kimlikler de keza artık kısmen dik durabiliyorlar. bunun en önemli sebebi arkadaş gruplarının birbirine son derece sıkı ve güzel bir dayanışma ile destek verebilmesi. bu formül, ahiret için de uygulanıyor. ibadet eden, duasında tüm sevaplarını arkadaşlarının amel defterine bağışlayan bir birey günahlarını tek tek yazarken, sevaplarını tüm kendine edilenler kadar çokca kazanabiliyor. sol tarafta ne olursa olsun bir bir artarken sağ tarafta yazılanlar arkadaşları adedince artıyor. düzgün ve devamlı ibadetin bir sırrı olan bu kazançla ahirette hiç bir sünni, alevi, türk, kürt, çingene, travesti, eşcinsel yada başka kimliğin yüzü yerde kalmayabilir. 

lakin birey yalnız hisseder, kendisine ümitsizlik aşılanırsa bu bir süre sonra tüm kimliklerden yılmasına, mutluluğu ve hayat şevkini kaybetmesine sebep oluyor. Allahın affetmeyeceğini söylediği üç günah Allahı yok saymak, şirk koşmak ve ümidini kesmek olduğunu söylüyor. ümitle ilgili ciddi bir sınavdan geçiyoruz. oysa eşcinselin zaten alacağı çok, kendisine yapılan haksızlıklar çok, potansiyel olarak zaten haklı durumda, eğer ibadetle ahirette de duruşunu gösterebilse "boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı o dehşetli günde" kendisine iftira atan, alay eden, ezen, nefrete hedef edenler zaten "var olmaya idik" diyecekler.

sonrasında hemen cinsel fiillere soru geliyor. eşcinsel deyince uçkur düşkünü muamelesi yapılmasını da abes buluyorum. kadın dendiğinde fahişe akla gelmesi nasıl abes ise, anne kızkardeş ve hayat arakadaşı akla gelmesi asıl olması gereken ise eşcinsel denince de kardeş ve akraba akla gelmeli, mahrem hayatı onun izzetidir. hiç kimseyi casuslayamazsın, itham edemezsin. özel hayatın masuniyeti zaten ifade edilmiş. bu sebeple eşcinselin kendi maddi gelirini alıp, akraba ve ailesinden ayrı durmasını, onlarla sevgi dolu ama mesafeli bir bağ kurmasını tavsiye ediyorum. 

zannederim orta yaşla beraber hayatın risklerine karşı duyarlı hale gelen insanlar uzun süreli ilişkiye kıymet veriyorlar. bu sadece avrupalı eşcinsellerin değil, tüm insanların önemli bir talebidir. enerjisi yerinde kendinden emin bir gencin kendi kimlikleri hakkındaki davranışları bir kesime örnek olamaz. nitekim doğru rol-modeller ortada çoğaldıkça bu konuda da karmaşanın son bulacağını görebiliyorum.

size Kur'andan ayetleri alıp meallerini başınıza vurmak isteyen haddini bilmezler çıkarsa, karşılarında dik durun, "o ayete biz iman ediyoruz, mealine değil!" deyin, hem bir kaç ayet değil, tüm Kur'an bize bakıyor. her ayet bize bakıyor. bizi tenkit edenlerin yaptığı gibi dengesiz ve ölçüsüzce değil, her zamanki ve her konuda olduğu gibi Kur'ana hizmeti de elimize aldığımızda en iyi yaparız. diksiyon, mahreç, tecvid ve tüm okuma tekniklerini en iyi şekilde başarırız. Kur'anı yaşama bahsini de en iyi biz yaparız. çünkü böyledir diye dayatmaz, her konuda olduğu gibi en güzeli bulmak için kardeşlik çevremizle arar, paylaşır, tüm onurumuzla ifade ederiz. o hassas naif ruhun ve kıymetli yeteneklerin karşılığının ebediyet olduğunu en iyi biz hissederiz.

dua bağı ile kaynağından kana kana imanı içen tüm kimlik kardeşlerime bereketli istikametli, sevgi ile dolu, nefretten uzak bir ömür dilerim...

11 Mart 2013 Pazartesi

Yok Saymak - Var Saymak 2



Ne zaman "eşcinsellik" çeşitli topluluklarda gündeme gelse, konuya uzak olanlar da tartışmaya katılıyor. Hiç sahiplenmeden ve uzaktan tenkit ederek, konuşma özgürlüğünü olumsuz kullanıyorlar. Elbette konuş, ama konuşman insan hayatına saygı ve empati esasları ile örtüşsün de öyle konuş!

Eşcinsellerin yakılması ve katli ile ilgili fantazileri olan vandalları bir tarafa koyup, aklı başında olanları dinliyorum. Eşcinselliğin doğumdan önce ve doğumdan sonra sebeplerini tartışıyorlar. bir denek gibi; yapılmış bir menemenin tadını tutturmak üzerine tartışır gibi, hiç kişinin bütünlüğünü bilmeden ve duyarsızca...

Genetik, mutasyona dayalı, soya dayalı, hatta daha manyakça olan ecdadının haram lokma yemesi hipotezine dayalı eşcinsellik oluşum sebeplerinden, baba baskın olamayışı, edepli yetiştirme, sanata yatkınlığa kadar, ilk cümlesi bir bilimsel esasa dayalı arkası fantazi ve hayalle kurulu upuzun saçmalıkları sıralıyorlar.

Ne zamandır insanın bütünlüğü bu kadar saygısızca hiçe sayılıyor?

Bir kişiliği oluşturan temel kimlikler ve şahsi özellikler bir bütündür. onu değiştirince o kişi olunmaz. Bu ne cürettir ki, bireyin varlığı kritik edilebiliyor. onu kritik edenin sağlıklı düşündüğü test edilmeden, insan hayatı riske ediliyor.

Sen ne kadar "doğru"sun da ona "eğri" diyorsun?

Bunu bilimsel yada dini kılıf ve örtü içine saklamakla, karşıyı susturmak gayreti altında korku var. "Ben de varım" denip onurla durmanın, kökleri ile, ta onun kalbi içindeki eşcinsele de ulaşmasından  korkuluyor.

İnsan kendi içinde bir millet gibidir. kendi içinde her dini kimliği ve milli ve cinsel kimliği temsil eden latifeleri vardır. bu kocaman topluluğu temsil eden akıl, kalp, hayal, sır ve ruhu onun kişilik özelliklerini özetler. Ama bu özet, diğer detayları yok saymak olmamalıdır.

İnsanın mahiyetini anladıkça, kendi içindeki alt kimlikleri ile yüzleşip onlarla kavga etmeyi bırakan birey, toplumdaki o kimlik sahipleri ile de çekişmeyi bırakır.

Evet, o kocaman kalbin içinde her kimliğin algısını temsil eden latifeler var. Adeta her kalbin içinde insanlığı temsil eden bir kalabalık var. bu kalabalığın hepsi ölmeden inkişaf etmek, serpilip ortaya çıkmak diler. Hepsinin de hayatın içinde ortaya çıkıp onurla görüne bilmeleri için bir çözüm var. o ölebilir küçücük duygunun onurla taşınır bir kimliğe, insanlığa örnek bir tavra dönüşebileceği bir çözüm var. ama bencilce zekilikler, yok sayma ve üzerinde durmamalarla karışık kısa ömrümüz bazen buna fırsat vermez.

İç huzuru ve hem dünya hem ahiret saadeti işte bu kalabalığın uyumudur. Hepsini varlık alemine çıkışından sonra, doğru olan geleceklerine yönlendirebilmektir. ölümlerine kadar onları kurutmadan soldurmadan büyüte bilmektir. Bu başarılabilirse, insanın farkı ortaya çıkar ve temsil manasını yerini bulur. O zaman küçük alemi, büyük kainatı temsil edebilir, aynısı olur. koca kainatla denk tutulur.

Ölümün insanın hayatından öte bir talebi vardır. ölüm bir eksilme yokolma, dağılma değil; daha kuvvetli bir hayat seviyesine çıkıştır. Kur'an bunu, çekirdeğin ölmesiyle, arkasında kalan filizin hayatını netice vermesi ve daha üst bir hayat mertebesine geçişi ile ders verir. Basit çekirdek hayatı için bu kadar parlak olursa, insan gibi tüm alemi temsil edebilen bir mucize çekirdek için de, ona yakışır bir ahiret filizi olması zaten mantığın gereğidir.

Bu kısacık dünya hayatında yapılacak bu kadar çok iş varken, kalpte gizli yetenek çekirdekleri keşfedilmeyi beklerken, her yetenek filizlenmek ve boy atmak için çabalarken, sanki yapacak işi bitmiş gibi, başkası ile uğraşmak, hele başkasının hayatını saygısızca yok saymak, insana yakışır bir hareket değildir.

Bir sınav salonunda kendi önüne konan kitapçığı bırakıp, yanındaki arkadaşına "aaa senin burda ne işin var? senin sınava alınmaman gerekiyordu? nasıl geldin de girdin? hem zaten hepsini çözsen de senin sınavın sayılmayacak ki! sen terket burayı" diyen öğrencinin akibeti bellidir. Yüksek görevliler ses çıkarmaz, kağıdı teslim ettiğinde, cevap formuna gerekli işareti koyar ve işlemi yaparlar. Muhatabı olan masum ise terbiyeli duruşunu bozmayıp, sonuna kadar sabretse elbette başarısı parlak olur. Lakin ümidini kaybedip moralini bozsa, vesveselerle sınavı bırakıp çıksa, kendi yanındaki kuvveti terk etmiş olur. Kendi hukukunu teminat altına alan bir yüce mahkemedeki avantajını kaybetmiş olur. Büyük alacaklı bir adamın alacak davasında karşı tarafı da dinleyen mahkemede, karşı tarafın zulmünü ve iddialarını inkar edecek iken, şaşırıp mahkemeyi inkar etmesi gibi olur. o zaman dünyada zarar, berzahta sakar, ahirette cehennem tehlikesi ile karşılaşır. Zaten kazanacağı avantajını aleyhine çevirmiş olur.

Bu yüzden tüm insanlar önce kendilerine samimi olup, kendilerini tanımak yolunda yürümeleri gerekir. Bunu topluma ve diğer insanlara karşı algılamayı başarabilmeleri beklenir. Hayat bunu sınav olarak bizden diler.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Algı



Hayatı hep gözlerimiz içinden seyrediyor ve değerlendiriyoruz. başkalarının gördüğünü de değerlendirebilmek bize çok bakışlı ve daha doğru bir algı sağlıyor.

Algımızı şekillendiren tüm uyarılar bazen sıkıntılı bir eşiği aşarken bizi geriyor. bu pencereden geleceği tahmin etmek sıkıyor. beklediklerimizi görememek üzüyor. bu durumla mücadele etmenin pek çok yöntemi var.

en kolay yöntemi, acıyan duyguları uyuşturmak görünüyor. şu anla ilgili çok uyaran olmasına rağmen gelecekten hiç algımız olamaması bizi endişelendiriyor. bu endişe ile içsel olarak mücadele etmenin bir yolu üzerine gidip daha da acıtarak uyuşturmak gibi görünüyor. tehlikeye atılmak, çılgınca yaşamak, hafife almak, saplantılara müsaade etmek, gençken çok cazip geliyor. sanki çözümmüş gibi görülüyor. oysa hayat birim alana yağan acıyı unutmaz, kenarda geciktirmek ve geçiştirmek, sadece yüzleşildiği andaki faturayı kabartır.

bu endişe çekilmez olunca, bundan kurtulmak için ya sarhoşluğa ya eğlenceye kaçan kişi için "sosyalleşmek" çözüm gibi görünüyor. ama bu yol, bir paylaşım değildir. arkadaşlık sıkıntılara karşı bir kalkan haline geliyor. bu durum ise gerçek sevgi ve dostluk için perde oluyor.

sosyal çevrenin entrikalarında samimiyeti kaybeden bir genç için daha sıkıntılı yol, acıyan duyguları tıbbi destekle uyuşturmaktır. adı "destek" de olsa algılarımıza "köstek" olan bu uygulamalar, sadece bağımlılığı profesyonel ve kontrollü bir şekilde birey üzerinde uygularlar. bu durum, çılgın bir sosyal çevrede uyuşturucuyla dağılan bir yola göre daha tercih edilebilir görülse de, çok canavarca uygulamaları da vardır. dini milli yada cinsel azınlık bir kimliği sindirmek için onun acılarını güya ona yardım altında onu uyuşturarak hayata kazandırmak iddiası, "çözüm yollarını kapatıp, onu bağımlı hale getirmek"tir ve zulümdür. insani olan sıkıntının çözümü olarak alternatif yollar açabilmek ve bireyin neşeyle topluma eklemlenmesine olanak sağlamaktır. oysa bağımlı hale getirmek şu anı aşırtıp sıkıntının tüm geleceği yok etmesine zemin hazırlamaktır. bunun adı terapi, efsun yada başka bir ifade olması ipotek altına alınan geleceği bireye geri kazandırmaz. sadece bireyi şişkin ve istifade edilebilir bir cüzdan haline getirir.

hayatın bu zorlayıcı hallerine ve endişeye karşı daha sağlam bir cevap bulmak için ben çok araştırdım, paylaşılabilecek bir deva arzu ettim. herkesin aslında büyük toplum içinde bir şekilde bir azınlık kimliğe sahip olduğumu gözlemledim. bireyler kendilerini çoğunluk ve muktedir hissettikleri kimlikleri ile tarif edip kendi fanusları içinde mutlu olmayı hayal ediyordular. lakin hayatın sınavı gereği bir şekilde azınlık, itilmiş, yalnız hissettiklerinde herkes gibi aynı tepkileri verdiklerini gözlemledim. siyasi fikri yada dini milli ve cinsel kimliği ne olursa olsun, insani olan burada ortaya çıkıyordu. hüzün ve musibet isabet eden bir insanın genel davranışı benzer desende bir durumu yansıtıyordu.

içlerinden başarılı örneklere baktığımda ise gerçeğin verdiği acıyla yüzleşebilenleri gördüm. uyuşturmayı değil üzerine gidip onunla bir nevi pazarlık edip, ona kendi varlığını gösterebilenlerin sabırları ile hem sonuç alabildiklerini hem de diğer insanlara örnek olduklarını gördüm. adeta kaderin sınavı ile kalplerindeki gizlenmiş yetenekler ortaya çıkıp yeşeriyor, kış fırtınası ve hırçın bahar yağmuru gibi hayatın olayları altında sağlam duruşlu güzel hatıralar haline geliyorlardı. bu hiç de uyuşuk ve kaderci bir yaklaşım değildi. tersine gayet dinamik ve adeta kendi mevzisini sürekli bir çaba ile düzenleyen ateş hattında bir askerin gayreti gibiydi. sürekli hedefini gözleyip, bu şevki çevresi ile paylaşanların duruşu izlemeye değerdi. bedenleri kırışıyor, yaşlanıyor, bozuluyor lakin ruhları ilk gün tazeliğinde ve gençlik heyecanı ile hedefini arzuluyordu. fırtınalı hayatın boğan sıkıntılarına rağmen dümdüz ilerleyebilmiş olmaları benim için çok güzel bir rol model sunuyor.

rol model önemli olduğu kadar bireyin doğru yönlendirildiği bir çevre de çok mühim. bu sürekli sıkıcı öğütler veren bir üst kuşağa ait bir çevre değil elbette. kendi kimliklerini samimi açtığında kabul görebileceği, keyifli paylaşımlarında takdir bulabileceği bir çevre olmak durumunda. ancak o zaman kendini ifade ettiğinde ve rol modele şevk duyduğunda zorluklara karşı motive edinebileceği bir çevresi olsun. dini kimliğin büyük rol modelleri olan peygamberler fırtınalı başlı yüksek dağların zirvelerine benzerler. o yolda yalnız yürür ve destekleyen çevreye ihtiyaç duymazlar. çevreleri Rableri olmuştur. mü'min ise bu zorlu yolda kendisine destek olacak sıcak ve samimi bir cemaate ihtiyaç duyar. rengarenk anlayış ve usulde cemaatlerden kendine en yakın gördüğüne dahil olarak yolunu kolaylaştırmayı diler. milli kimlikte bu süreç daha kolay işliyordu. çünkü milli heyecanı duyacağı büyük aile içinde bulunan her birey milli kimliğin hedeflerine ulaşmakta kendini destekleyen bir çevrede hayatını geçiriyordu. ama birey çağı başlayınca büyük aile, aileye, hatta tek başına yaşama dönüştü. cinsel kimlikler açısından da çevre çok mühimdir. eski çağlarda şehrin muktedir erkek bireylerine has olan bu yardımlaşma artık her erkek ve kadına ulaşmış durumda. biraya gelip birbirlerinin sıkıntılarını dinlemek ve cinsel kimliği için mutlu bir hayat dilemek göreceli daha kolaylaştı. hatta eşcinsel kimliğin yakın gelecekte daha da doğru ve kaliteli destek göreceği görünüyor.

dini milli yada cinsel kimliğin mutluluğu sabırdan geçiyor. sabır ise acıdır. onu çekilir kılmak ancak doğru destekleyen bir çevre ile mümkün olabiliyor. çevre olmakta güzel bir konumda bulunabilenler kendileri de mutluluğu ve diledikleri seviyeyi kazanabiliyor. cinselliğin onuru, milliyetin şerefi ve dinin "dünya ahiret mutluluğu" o zaman mümkün hale geliyor.

bireyin kendi kimliklerini analiz edip her kimliğine uygun ihtiyacı uygun marketten karşılaması gibi bir pragmatik yoldan bahsederken, duygular ve açlık işin içine karışınca olay da karışıyor. bazen dini kimlik için bir araya gelmiş insanlar milli bir iştaha bunu vesile yapabiliyor, yada cinsel kimliğinin tatminini arıyor olabilir. istisnalar kaideyi bozmaz. kötü emsal, emsal olmaz. yine de olabilen bu gibi durumlarda, kişinin orada bulunma amacı ile çeliştiği kendisine ifade edilip doğru desteklenmesi gerekiyor. eğer bunda hile karıştırmışsa bu hukuki ve cezai bir durumu gerektirir. zaten bu karmaşık niyetlerini saflaştırıp doğru yönlenmeyen hiç kimse mutlu sonuca ulaşamıyor. çünkü denetleyen, hidayet veren, izleyen bir kudretin nazarı altındayız. böyle olduğunu herkese öğretecek kadar uzun bir hayatı bizlere veriyor, müdahelesini gösteriyor.

tüm sebepler tamamken, neticeyi hikmetine göre bazen veriyor bazen geri bırakıyor. sebeplerin ötesinde ve ulaşamadığı yerden neticeyi yoktan yaratıyor. basit malzemeden fevkalade bir sanatı çıkarıyor.  her verdiği kimliğin bağlı olduğu onlarca gizli kabiliyetle bireye şahsiyet veriyor. o gizli kabiliyetlerin hepsini bir pencere yapıp kendine bakar bir menfez bize açabiliyor. evet, her gizli kabiliyetin doğru yeşerebileceği bir ortamı var. bu ortamdan doğrudan Rabbini görür bir bakışı olabilir. ışığa büyüyen bir bitki gibi ona uzanabilir. ziyan edilmemiş ve tüm pencereleri tam açık bir ruhun izlediği Rabbi ona yeter. ona kabirde de yeter. ahirette de yeter. Rabbi onu dünyada da hatırlar. en ihtiyacı olduğu ahirette de hatırlar. onu unutmaz, yarı yolda bırakmaz. bırakmayacağını beyan etmiş. yüz yirmi dört bin peygamber mucizeleri ile yüz yirmi dört milyon evliya keşifleri ile bunu tasdik etmiş.

öyleyse algı için çok şükretmeli, algıdan doğru istifade etmeli, çevre ile doğru paylaşmalı, doğru desteklemeli.



12 Ocak 2013 Cumartesi

Dik Durmak


Gün geçmiyor ki, eşcinsel cinayeti haber olmasın. bu kimlikten birisi tacize uğramasın. toplum içinde asla bahsedilmiyor. hele ilkokulda eğitimi verilmesi gerekirken, toplum duvarımızı oluşturan tuğlalar nelerdir, öğretilmiyor. bu toplumun içinde farklı dini milli ve cinsel kimlikleri ismiyle ifadelendirmek ahlakı bozmak olarak isimlendirilince, gaflet örtüsü üzerine serilen azınlıkların çektiği, onların bu vatanda olmak için bedeli anlamına geliyor. herkesin bir şekilde çığlığına sağır olmak hali, bir süre sonra şartlanarak kabullenilmiş hastalıklı bir toplumu önümüze koyuveriyor. enerjisi çok olan, kabiliyeti parlayan ama diğer milletlere diyecek hiç bir şeyi olamayan, kardeşlikten anladığı karşısındaki aynı kendisi gibi olduğu sürece kardeş olan garip bir algı haline geliyor.

bizim bu rezalet karşısında uyum sağlamamız hayatımıza sadece yalanı sokar. doğrunun yanında olmaktan doğan gücümüzü de elimizden alır. dünyada ezilen, ahirette ise hakkını isteyemeyen bir duruma düşürür. her yerde var olduğumuzu hem sisteme pozitif katkımızı onurumuzla ortaya koymak her zamankinden önemlidir.

defalarca aynı ezberi duygusuzca meraklı ve masum taliplerinin yüzüne atıyorlar. buna rağmen, kendi kimlikleri ile barışık bir bakışın bu tür kapalı zihniyetlere karşı dik duruşunu işte böyle okuyorum:


[

Eşcinsellik tüm dünyada,  medyada ve pek çok sahada gündeme gelmektedir.

Diyanet çevresindeki bazı kimseler, homofobik algıyla verdikleri cevaplarla biz eşcinselleri sadece seks yapan sapıklar olarak görüyor ve buna göre hükmediyorlar!

Bu bakış açısı pek acıdır…

Öyleyse ya din değiştireceğim ya da bir gün dayanamayıp intihar edeceğim...

Çocukluğumdan beri hastalık sandığım; kurtulmak isteyip kurtulamadığım ve sağlığımı kaybettikten sonra kabullendiğim bu hal ile cinsellik için değil sevgi, şefkat ve aşk için döktüğüm gözyaşlarının haddi hesabı yok...

 Kadınsı değilim...Erkek olduğumun bilincindeyim, Sapık değilim..

 Cinsiyet değiştirmek gibi bir niyetim yok... Çünkü kendi cinselliğimle sıkıntım yok..

İthamlarınızdaki kişilik ben değilim.

Lut kavminin erkekleri tecavüzcüydü, isyankardı, evli olan erkeklerdi; ben evlenmedim, bir kadına ilgi duymadım, kimseye tecavüz etmedim, sadece sevmek sevilmek istedim...

Evlilik bir kurumun tekelindeymiş gibi sunulurken, Evlenebilmek de sadece seks yapma özgürlüğü elde etmek için bir araçmış gibi anlatılıyor. Hayatı paylaşmaktan ve duygusal bütünlükten hiç bahsedilmiyor.

Bu mevzular konuşulduğunda, sürekli sorulan “Cinsiyet değiştirme” ye gelince; benim böyle bir isteğim olduğunu da nereden çıkardınız? Anlaşılır gibi değil!

Kafanızda öcüleştirdiğiniz eşcinsel prototipiyle ilgili olabilir mi acaba bu düşüncelerinizin kaynağı??

Bu çevrelere ve ezberden konuşanlara şunu demek istiyorum:

“Beni ne kadar üzdüğünüzü bilemezsiniz...

Gerçekten bildiğiniz ama sakladığınız şeyler varsa vebali çok ağır biliyorsunuz...

Benim kıldığım namazın, imanımın değeri yok mu? Allah'a dua edip bu kimlikten kurtulmaktan başka çarem yok mu gerçekten?

Ne yaparsam yapayım cehennemlik miyim gerçekten?

Emin misiniz ? ? ?

Yoksa ben de evlenebilir miyim?

Sizi dikkatlice düşünmeye davet ediyorum !”

Ganymedes

]

7 Aralık 2012 Cuma

Nefretin Hedefi Olmak


her kimlik asli duruşu ile bir kıymet barındırır. kişinin kendi ifadeleri ve özellikleri başka insanlarla ortak paydada birleşince kimlik doğar. kimlik paydası genişledikçe sınırları belirsizleşir. birbiriyle adeta yalnızca ismi aynı, uygulamaları farklı hayatlar aynı kimlik içinde var olabilir.

hayat algıları bu denli farklı olunca tepkiler ve çözümler de çok farklı olur. hatta bazen zulümler doğar. yapılan hatalar, kimlik sahipleri içindeki sadece sorumlu olan o şahsa verilir. hatalı , hatayı yapanındır. benzer kimlik sahipleri ise yapılan güzel şeyleri paylaşır ve ortak paydanın verdiği onurla dayanışma içine girerler. bu onların hayatını kolaylaştırmak ve teselli bulmak için bir yöntemleridir. insan toplumunda güven çok hassas değerler üzerine bina edilir. çoğu kere de o güveni kaybedecek sebepler başa gelir. işte artık oradan bir adım sonrasında özgür ve yalnız birey olmakla, sineye çekip grup içinde var olmaya çalışmak vardır.

nasıl insanlar birbirlerine muhtaç yaratılarak toplumsal olmaları sağlanmışsa, gruplar da birbirlerini tanıyıp yan yana gelebilmeleri için yaratılmışlardır. grupların ittifaklarından milletler doğar. lakin bazen birey, görmediği başka bir gruba karşı duyduğu endişeyi mensup olduğu gruba yayar. bu endişe karşı taraf olarak tarif edilen kimliğe yansır ve onları hedef olmaktan korkutup daha da sinsi yaparsa fobi doğması için iklim hazırlanmış demektir.

çoğu mülteci milletlerin gittikleri yerde o ülkenin milliyetçisi hatta faşisti gibi görünme zorunluluğu buradan doğar. böylece kalın bir zırh ile çirkin nazarlardan korunup, bir daha felaket görmemek dilerler. lakin bunu yaptıkça bir yerlerde tepki nazarı ile kendilerini süzen gözlere de hedef olurlar. doğruluktan ayrılmamakla, samimiyet ve güzel bir duruş gösteren bireyler bundan sıyrılabilir, zarar da etmez, çünkü hased yalnızca hasidi ezer, duygusal tepkiler verenler ise sonuçsuz boğuşmalarla zarar görürler. çünkü kimlik bir zırh yada kaynak değil, sizi tarif etmek için kullanılan bilgidir. bilgi ise tarif ettiği kimliğe tabidir. yani dini milli ve cinsel kimlikler size bir güç veremez, ama sizi pratik tarifte yararlı olurlar.


bir kimlik olarak eşcinsellik taarruz altındadır. doğduğu andan itibaren anne de baba da hissederler. çoğu kere görmek istemedikleri hareketleri engelleyerek kimliğin üstünü örtmeye çalışırlar.

ilköğretimde yetersiz bir milli eğitim, eşcinsel kimliğe cahil bir toplum, masum görüntü altında kendi canı acımadığında zalim olabilen çocuklarla örülü bir çevre eşcinsele ağır ve yaşından önce tedbir almasını öğreten bir yapı oluştururlar.

ergenlik eşcinsele herkesden farklı kapılar açar. ne gariptir yurdumda "bir şey olmaz siz yeğensiniz" diye bir arada yatırılan gençler özellikle şarkda çoktur. yapılan araştırmalar neredeyse erkek nüfusunun %30unun ( ki hepsi eşcinsel olmadıkları halde ) eşcinsel ilişki konusunda tecrübe sahibi olduğunu göstermektedir. çok daha acısı, hemen aynı oranda öyle yada böyle çocuk tacizine hedef olunduğu dur. bu dünya ortalamasının kat kat üstündedir. bu kadar yaygın uygunsuz tecrübe ve tacize bakıldığında eşcinselliği hemen herkesin bildiği bir toplum olmamıza rağmen, susup örtmekle bir cahile vurma hali yalanlarla karışarak hayatımıza akmaktadır.

geç dönem gençlikte ise daha tuhaf bir evre başlar. evliliklerini yürütemeyen yüksek oranda aileler bu kadar ortadayken, eşcinsellerin birbiriyle ömürlük aşk beraberliklerinin imkansızlığı ders verilir. kendilerinin ailelerine feda etmeleri ve bir bayan ile evlenmeleri için her türlü baskı ve zulüm yapılır. bazı durumlarda bu o kadar ümitsiz planlarla uygulanır ki, bazı eşcinseller kendileri bu rezaleti istediklerini düşünüp kendi ayakları ile bu akibete yürürler.

toplum eşcinselliği bir haz nesnesi olarak algılamakla ve bebeklikten itibaren eşcinsele kamuflajı öğretmekle en büyük kötülüğü kendisine yapmaktadır. çünkü yalanlarla olmayan bir kimliğin kamuflajı inşaa edilmiştir. dekor olarak da bir şeyden habersiz hanımlar ve evlatlar kullanılmıştır.

yıllarını yalana sarmış, kendi kimliğinin nefes alamaması yüzünden sürekli boğulgan bıkkın ve hapsolmuş bir halde yaşamış eşcinsel ise nefretini kime yönlendirirse orada duramaz ve çizgiyi aşar. Allaha sitemler onu, Allahın rahmetine kör edip, düşmanlık saçar hale getirir. kendi milletine nefreti onu, bir milleti dünyadan kazıyacak kadar nefret eder hale getirir. kendi cinselliği ile ilgili düşmanlığı onu, sürekli geçici ilişkilere kendini atan, ayılınca nefretle terkedip kaçan bir kimliğe büründürür.

çünkü insanların krizle mücadeleyi, sıkıntı çekmeyi ve dünyayı tanıyıp değerlendirmeyi öğrendiği yılları, eşcinsel kamuflajı öğrenmekle geçirmiştir. ortaya profesyonel hatta bazen kendi kendisinden bile kamufle olabilen profesyonel bir bordo bereli çıkar. damarına dokunduğunda en acımasız tedbirleri alabilmelerindeki sır buradadır.

oysa eşcinsellik bir kimlik olarak tanındığında milli eğitime, örfe ve topluma sirayet etse, doğruluk galip gelir. saçma stratejiler ve mahvolan hayatlar; mutlu ve sistemde var olmaktan mutluluk duyan bireylere hatta sisteme katkı yapan bireylere dönüşür. bilim ve sanat başta olmak üzere her dalda kayıplar katkılar olduğu gibi tüm dünyadan da yurdumuza bir cazibenin doğmasına sebep olur.

insana insan kıymeti vermek bu kadar mı zordur ki, kendi evladından insanlığı esirgemektedir, kendi kardeşini itmektedir, kendi evladını ötekileştirmektedir.

eşcinselden endişe edilecek hiç bir durum yoktur. başörtülü bir bayan gibi sistemin tarihinden alacaklıdır. bu sebeple başörtülü bayanların en ziyade eşcinsel kimliğe yakın olmaları beklenir. müslüman kimlik gibi yanlış anlaşıldığını yüksek sesle bağırmaya muhtaçtır. mazlumların ittifakı azınlığı çoğunluk eder. birbirine saygı sistemleri muvaffak eder. nefretin hedefinden kurtulmak insanı mutlu eder.

Allah rahimdir, tehdit ve müjde eğitimin gereği olduğundan Kur'ana girmiştir. yoksa tehdit esas ve asli olsa söylemeye gerek olmadan kahreder geçer. Allah mülkün sahibidir. madem var etmiş, muradı eserine saygı duyulmasıdır. madem eserini sever, eserine bakıp heyecan duyan, hayran olanları daha çok sever. birbirlerine Allah sevgisini ve ahireti ders verenleri daha da çok sever. bu sebeple başkasının kimlikleri ile fuzuli uğraşmak yerine birey kişi doğrudan Allahla muhatap olup gayretle ona kul olmak için yürümelidir.

iman sıdkdır doğruluktur. kim, kendini bilirse Rabbini bilir.

22 Kasım 2012 Perşembe

Ehl-i Sünnet ve l'Cemaat



islamiyetin selamet ve barış mesajları kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaktadır. Hz. Ademden Peygamber Efendimize dek 124 000 peygamberin tüm gayreti ve ifadesi, ezeli olan Kur'anın kelamında toplanmıştır. bu yoğun sonsuzluk aroması, tadanların hayatında ifadesini bulur. benzetimler kanunlara, tecrübeler öğretilere dönüşür.

akıl ve kalbin beden için durumu gibi okullar ve tarikatlar islam bedeni içinde yerlerini almış ve bin sene boyunca yakın döneme kadar formüllerin ve duyguların, ilmin ve edebin merkezleri olmuşlardır.

kaderin ilginç bir müdahelesi ile ayrı bu yapılar artık birleşmiş, Kur'an hizmeti ile en parlak şekline ulaşmıştır. lakin bu dönüşüm sırasında ölçüsü eski dönem, hayatı yeni dönem olanlar, özel bir eğitim almayanlar ya anlayamamış ya uyamamış ya takip edememişlerdir. hem kendimiz hem zorluk çekenler için tekrar ifade etmek bu açıdan yararlıdır.

Ehil, vahşinin tersidir. vahşi, yalnız başına demektir. karar alırken hayatı yaşarken, çözüme yalnızca kendisi karar verir. bağımsızdır. ehil ise bir gruba mensuptur. aldığı karar kendi fikrinin mahsulü değil, bir grubun ortak kararıdır. kendisi her neredeyse orada grubunu da temsil eden bir duruşu vardır. başarısı tarihe mal olur ve tüm grubu onurlandırır, gayretinde tüm grup onun yanında olur, başarısızlığında sorumlu kendisi olur.

işte bir aileye, aşirete millete yada kimliğe mesup olan, kendi fikri ile hareket etmeyen herkes ehildir. tabi olduğu kimliği temsil eder. bu sebeple keyfine göre, aklına göre hareket etmemelidir.

Sünnet, Hz. Peygamberimizin hali, kelamı, fiillerinden oluşur. O'nun tavrından her ne gözlemlenmiş, yaşanmış, kitaplara geçirilebilmişse elimizde olan da o dur. kendisinin (a.s.m) de dediği gibi, her sözünün başı, sonu, detayı ve bir sınırı vardır. biliriz ki, her müsbet gerçeklik kendi değer kümesi içinde belirtilmelidir. Hadislerde buna çok dikkat edildiğini görürüz. menfi yani olumsuz vasıflandırmalar yani "yoktur" savlı ifadeler de ancak değer kümesi ile bir mana ifade eder. bu sebeple iman gibi umumi meselelere bakan bir mekan ve zamanla kayıtlanmamış iddiaların hiç bir kıymeti yoktur. zaten islam aleminde de kıymet verilmez. bu ve benzeri hassas esasları bilmeden mealden mana çıkarmaya çalışanlar, söyledikleri ile hep sıra dışı aşırılıkları temsil edegelmişlerdir. bir ayet yada hadisin rivayetini ve şartlarını bilmek, derununa inmek anlamanın şartı olmuştur.

işte herkes tam bu hassasiyette olamadığından bizler kur'anı öğrenmeyi talep edenler yada halktan kişiler, böyle hassas kişilerin hayatlarını taklit eder, alimlerin ardında yürürüz. bu taklit halinin bizi sorumluluktan kurtardığını düşünürüz. tıpkı doktorlardan duyduğumuzla evde ilk yardımı geliştirmek gibi, hayatımızda da ufak anlamlı ve yararlı adetler ediniriz. nasıl ki bu taklit bilgi ile hastalık tanısı konmazsa, bizim bilgilerimizle de şeriat hükümleri konmaz.

hal böyleyken, bazen özelimizdeki bastırılmış duygular bizi çizgimizden eder. yaşla birlikte risklere karşı duygusal tepkiler vermeye başlarız. kendimizi yıllardır muhasebe ettiğimizden artık detaylar silinmiş olur, gözümüze takılan farklılık ise toplumda yayılabilir bir moda olarak bizi tehdit eder. bu tehdit algısı duygusal tepkilere sebep olur.

artık namazda ön saftaki küpeli genç hedef haline gelir. ahlakın ne denli yozlaştığı üzerine kritikler yapılır ve tepkiler ortaya konur. oysa dövme ve piercing ve benzeri bedene yapılan uygulamalar için o bedenin hakiki sahibi olan Allah razı olup olmayacağına göre durum değişir. biz ise kritiğini yaparak vakit öldürürüz. "erkeğin küpelisi ...." diye başlayan ve sınır konmayan tüm genel hükümler sünnete uygunsuzdur ve söyleyeni sorumlu tutar. oysa bu kritiklerin yapıldığı aynı camiide, son safına konmuş sandalyelerin kritiği yapılmaz. halbuki namaz yalnızca ya ayakta, ya yere oturarak ve secdeli kılınabilir. ima ile namazın şartları çok müşkildir. Peygamberimizin (a.s.m) hayatında ima ile kıldığı bir örnek bize gelmemiş. hem ima ile kılacak kadar ağır ve sürekli hasta olmak, kılınmamış namaz için fidye dağıtmayı gerektirir. hesabı oldukça karışık bu hükümden uzak durmak ve takva - azimet üzere hareket ederek, ahirette tembellikle itham edileceğimiz her şeyden kaçınmak gerekir. ne gariptir ki, her gün yenisi eklenen camii arka tarafındaki sandalyelere itiraz edilmez ama o saftaki gence itiraz edilir. bu toplumsal bir zaaftır.

Sünnetin kaynağından tertemiz bir pınar gibi içilebilmesi çok kıymetlidir. Sahabelerin (r.a.) algısına ulaşmakla Kur'an coşkusu yakalanabilir. yoksa hayatın her yerine yayılamaz ve hususi kalır, taklite düşer yada tenkite karşı savunma perdesi gibi olur. işte sünnetin o ince ayarı bu ihlasla birleştirilmelidir. bunu anlatan eserlere teşvik çok kıymetlidir. islam aleminde pek çok böyle güzel eser vardır. dilimizde risale-i nur bu açıdan çok önemli bir görevi yerine getirmiştir.

Cemaat, cemden gelir. cemin en azı üçtür. teorik olarak üç kişiden başlayarak tüm islam alemine kadar cemaatin örneklemesi yapılabilir. yalnız burada ortak payda mühimdir. ortak fiili olan insanlar cemaati oluşturur. onlar bir araya gelip ibadet ediyor olmaları ile cemaat ismini paylaşırlar. eğer ihlasla bir araya gelmişlerse ahirette tüm hepsinin toplam hasenatını her biri yapmış gibi  defterlerine girer. cemaatin temsilinden doğan tüm kusurlar da kusuru yapan bireyin defterine girer. bu durumda cemaat istikametli ise, bireylerin kusurlarına rağmen ahiretteki terazi ve tartıdan başarı ile geçeceği umulur. bu pratik şirketleşme, dünyada da gönül birliği olarak teselliye sebeptir. dualarda ve ibadetlerde tüm kazancını kardeş bildiği cemaat üyelerinin defterlerine bağışlayan her birey işte bu sırrı hayatında keşfetmeye çalışır. çevremizdeki üç beş kafa dengi yakınımızdan taa en geniş dairede islam alemine kadar daireler içinde bulunan kardeşlik bağları hep cemaat manası çevresinde şekillenir.

bu denli sıcak bir bağ ise insanı insana kardeş yapar. ama arkadaş yapmayabilir. yani ortak dini kimlik, milli kimliğin en kuvvetlisi olan aynı aileden olmak durumu kadar köklenebilir lakin bu özellik her paydada bir paylaşım gerektirmeyebilir. o uzaktaki din kardeşimi kendi kardeşim gibi hissedebilirim, fakat bu onunla bir arkadaş gibi aynı algıya sahip ve paylaşımdan aynı zevki alacağım anlamına gelmez. bazen bu ince farkı anlamayanlar, kendilerini çevreden gelen etkilerden korumak için bir "cemaat kabuğu" altına sığınır, lakin oradaki kardeşleri ile aynı zevklere sahip olmadığını algılayıp bulundukları yerde hem kendi hem başkalarının canını sıkar ve çevrelerini meşgul ederler. bu değişmezse akibeti ya yalnız kalmaktır yada o cemaatin dağılmasıdır. bu sebeple cemaate ihtiyacını hisseden birey, cemaatten istifade eder. başka ümit ve niyetlerin karışmaması için hayatın aşındırıcılığına karşı, ihlaslı olmak sürekli ders verilmek durumundadır. bu küçük arkadaş grubundan büyük ümmete kadar genel esası ekolleştirebilenler, ilk anların o keyfini ve heyecanını, sonrasının daha teknik ve düsturlu, heyecansız ama başarılı getirileri ile değişirler.

 ehl-i sünnet ve l'cemaat, islam aleminde yukarıdaki manaları taşıması ile hep altın ölçü olmuş, ümmetin büyük çoğunluğunun yolunu aydınlatmıştır. kendi fikrini bırakıp ehil olamayanlar, sünnetteki kardeşliği kavrayamayanlar, cemaatin manasını idrak edemeyenler, kaderin eliyle o büyük caddeden bir sürü patika yollara sevkedilmişlerdir. belki birey olarak o an ve o olay için ayrılan kişi ahirette kendini kurtarabilir lakin, intikam yada muhalefet hırsı ile ayrışmayı destekleyen peşinden yürüyenler sorumludur. zaten zaman, hep bu hükmü acı bir şekilde bizlere öğretir. bu sebeple kendi bireysel hayatımızda sürekli tazelenen bir istikamet talebi dualarımızın konusu olmalıdır.

ehl-i sünnet ve l'cemaat bir bilgi yada kimlik değil, dini kimlik için bir şablondur. bilgilerin tasnif şeklidir. etik ve akli olabilmesi için sıralamanın ve yerleştirmenin bir üslubudur. bu sistematik bilimi şimdi her zamankinden fazla anlaşılmaya ve araştırılmaya muhtaçtır.

eğer ben eşcinsel olduğum için kenarda durursam, tüm ümmet namına konuşan, görüntüsü mükemmel ama ifadesi ehl-i sünnet ve l'cemaat manasından çok uzak insanların hükmüne katlanacak duruma düşerim. bu sebeple dua ile beraber bir tarafından tutulmuş gayretle samimiyet ve ihlasla, sosyal bir hayatı dilemem gerekmektedir.

5 Ekim 2012 Cuma

Şifacı bakış


İslâm selamet yolu olarak bireyin heveslerine gem vurup ruhu kemâlata sevkeder. Birey zaaf dolu hali ile Rabbine iltica eder her halini onunla paylaşır. Rabbinden aldığı cevaplar onu yolunda daha kararlı kılar. 

Eğer durumunu kullarla paylaşırsa, bilinci bu çizgide olmayan bazıları onu çeşitli kabullerle baskı altına alıp heveslerini tatminde kullanırlar. Bu bazen maddi çıkar bazen sosyal itibar olarak onlara geri döner. Ahiretlerinde Allahın kendisinden razı olacağı bir çabayı, dünyalık itibarla değiştirirler. Toplumda değeri olan ifadelerle insan hakları ve insana saygı gibi en temel değerlerin altını oyarlar. Ulaşabildikleri herkesi bir şekilde solgun depresif ve ayıplı hissettirirler. Böylece kendilerini iyi hissederler. Üzerine bir de anlamsız şifa dağıtma hali de eklenince iş tatlı bir kâra dönüşür.

Şifa yapmaktır, imâr etmektir, tamir etmektir. Yaratmaktan daha zordur. Hatta yaratmanın ötesinde, özgür olmayan bir ortamda eski kanununa göre malzemeyi oraya yeniden yerleştirmek, çevresi ile uyumlu sağlıklı işlevi tekrar kazandırmaktır. Bu sebeple bu kontrollü ve tüm sistemi bilerek sonuca yürüyen işlem, ne kör sağır ilâçlara ne de tıp ilmininbinler uzmanlık alanından ancak birinde ihtisaslaşmış doktora verilemez. İlaç ve doktor yani sebepler şifalı neticeyi Allahtan dilemekte kuvvetli bir duadır. Netice ve neticeye giden tüm aşamalar Allaha aittir.

Hâl böyleyken, şifâcılık için çevresini zehirleyen bir insanın hâli elbette acınasıdır. Hayatını şifayı vereni tanımak için değil, çevresi ile uğraşarak geçirir. 

Artık onun gözünde her kimlik hastadır. Müslüman ve Hristiyanların tedaviye ihtiyacı vardır. Taa uzak ulkelerin şifaya ihtiyacı vardır. Yahudiler şifayı reddeden bir topluluktur. Dini kimlikler sadece tedavi etmek için iştah uyandırır.  Onlara saygı ve insani bakış sahte hâle gelir.

Kürtler dağlı türkler olarak(!) şehre uyum sağlayamamış kaba saba insanlar olarak şifaya muhtaç hale gelir. Onları siyasi olarak iyileştirme gayreti ile ömrünü heder eder. Konuşmak yerine acı ilaçları dener.

Kadınlar zaten hastadır(!). Normal Biyolojik hâlleri bile buna delil sayıp, ömür boyu hasta kabul ederek hem acır hem baskı altına alarak heveslerine kullanır. 

Eşcinseller ise böyle bir nazarda hastalığın merkezidirler. Terapiler muskalar tam bu kimliğe uygundur. Eşcinseller birbirleriyle konuşurlarsa normal görmeye başlayabilirler, hatta onur duymaya başlayabilirler(!), bu sebeple birbirleriyle görüşmemeli ve utanç içinde şifacılardan yardım dilemelidirler. Her zaman ki bu ömür boyudur, kimlik sahibi olmak ayıp olmaktır, muhtaç olmaktır, kabullenip örtmektir. Şifacılık zihniyeti bu hâli ile insanlık önündeki en büyük engeldir. Çünkü kendisiyle beraber tüm çevresini meşgul ediyor. Cessur ve gayretli bir duruşu ümitsizliğe çeviriyor. Hele vatan sathında bu zarar öyle büyürki tarihlerinde izler bırakır.

Halbuki tüm kimlikler aynı özelliktedir. İnsan içindir. Onlara kıymeti kazandıran insanın o kimlikle ne kadar Allahın kapısını çaldığı, ne kadar onun dergâhında kendini ve alemine girenleri temsil ettiğidir. 

Bu temsil ise ne kadar kalabalık olduğundan değil kendisini ifade etmekten geçer. 

Öyleyse biz Kur'andan aldığımız dersle dik durup onurumuzu koruyarak, yeterince saygilı ama mesafeli durarak kendimizi muhafaza edeceğiz. Kimlikleri silmek yada değiştirmek değil, kimliğin beden ve sosyal hayatla problemlerini çözmek için gayret göstereceğiz. İki noktada hiç sınır tanımayalım: ihlâs ve irtibat, yani Allah namına hareket etmek ve  birbirimizi yapıcı desteklemek...

Allah tüm kimliklerimizle onun rızasında yürüyeceğimiz yolları aydınlatsın...

31 Ağustos 2012 Cuma

Esmayı Okumak



"Allahı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" der Muhyiddin-i Arabi... birinin varlığını algılamak bir adımdır. ötesine geçip onu tanımak, tavrını anlamak, şahsını algılamak, özelliklerini keşfetmek çok daha başka ve yüksek bir adımdır. hele söz konusu olan, tüm kainatı ilgilendiriyorsa çok daha mühimdir.

sebep ve sonuç arasında tutarsızlıklar, bir müdahele edeni gösterir. evet yumuşak kök ve damarların, sert taş ve toprağı delip geçmesi bir müdaheleyi gösterir. köklerin, kendi iktidarlarının üstesinde iş başarabilmesi  Allah namına hareket ettiklerini gösterir. (1. Söz)

karmaşık ürünlerin yavaş yapılabilmesi, seri üretimin hızı arttıkça ürünün basitleşmesi bir kanunken bunun tersi bir müdaheleyi gösterir. her baharda üçyüzbin çeşit bitki ve hayvanın ayağa kaldırılması, kimisinin yoktan, kimisinin yumurta ve ölmüş bedenleri üstünde hayatlandırılmaları, bu denli çoklukla ve detaylar unutulmadan yaratılmaları bu sistemin Allah namına hareket ettiğini gösterir. (22.söz)

onun varlığını bilmekten öte tavrını takip edip tanımak ve özelliklerini bilmek bize yakışan ve insanın insan oluşunun sonucudur. tüm bu analizleri yapabilmek, ölçebilmek, sonuca ulaşabilmek hem çok kıymetli bir bilgidir, hem ruh ve bedenin uyumudur, hem varlığımızın evrenle ahenkli olabilmesinin şartıdır. doğru ve ahenkli hareket hem dünyada hem sonrasında mutluluktur. bir esere bakıp ustasının varlığını kabul etmekten de öte, o ustanın o eserde yansıttığı kendinden bilgilere ulaşmak çok kıymetlidir. aynen öyle de :

"Herşeyden Cenâb-ı Hakk'a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcûdâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok Esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ hakikî fenn-i hikmet, "Hakîm" ismine ve hakikatlı fenn-i tıp "Şâfi" ismine ve fenn-i hendese "Mukaddir" ismine ve hâkezâ… Herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriyye ve tabakat-ı kümmelîn-i insânîyyenin hakikatları, Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, Esmâ-i İlâhiyedir. Mâhiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir…" Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i nakşı görünebilir." (32.Söz)

"Hem, güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni'leri hesâbınadır, "Ne güzel yapılmışlar" tarzındadır. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduğu halde hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını, daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin defînelerine yol açar, baktırır. 

Çünkü, 

o güzel âsârdan ef'âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; 

ondan esmânın güzelliğine, 

ondan sıfatın güzelliğine, 

ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. 

İşte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür." (32.Söz)

"Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün." (32.Söz)

eşcinsel bir ruh hassas ve algılı duruşu ile güzelliği sezer, kıymeti bilir, farklı olanı algılar. kainata karşı duyarlıdır. bu duyarlılık ona çevresindeki müdaheleleri, güzellikleri, kıymetleri, farklılıkları farkettirir. 

bu farkediş ya eserin kendindendir yada ona tabiatın yada sebeblerin verdiği bir özelliktir yada dördüncü yol olan bir Müdahele edenin doğrudan müdahelesi iledir. neticeye ulaşmaktaki pratik çözümler, her adımın sonuca göre atılıyor oluşu gibi ince teferruatlar,  o eserden, sebeplerden ve tabiattan kaynaklanmadığını gösterir. evet, esere güzelliği veren, kıymeti veren, farklılığı veren birisinden geldiğini hissettirir. eserdeki her analizi ona Allahın başka bir vasfını ders verir. (23. Lema)

esma yani isimleri okumak sürekli olması durumunda çok daha yararlı olur. bunun için de hem sürekli bu algı ile bakmak, hem de bakan bir çevre içinde olmak gerekir. bu bakış çok değerlidir. çünkü tüm evreni bakanın gözlerinde aydınlatır, tek bir eser olarak yorumlayabilir hale getirir. hem kendi yaratanı ile büyük bir bağdır. o bağ ile kendisi üstündeki ve evrendeki tüm işaretleri okur ve okutabilir.

"Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yâni: «Sâni'-i Zülcelâl'in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım» gibi mânâlarla İnsandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek Sâniine intisabdan ibaret olan îman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatâb-ı İlâhî ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî olur." (23.söz)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Ramazan Mubarak




بسـم الله الرحمن الرحيم
 شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ 
هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ



Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşaallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymettar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.


Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyoruz. 
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübarekenin hürmetine,Rahmeten lil-Âlemîn olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine rahmetiyle imdat eylesin. Âmin. Âsâr-ı gadab-ı İlâhî olan âfât ve dalâletlerden muhafaza eylesin. Âmin.
Ve Risâle-i Nur şakirtlerini neşr-i envâr-ı Kur'âniyede muvaffak eylesin. Âmin.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Sizin leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek leyle-i Kadri hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i âmâlimize böyle geçmesini Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.

Ve böylece, bayrama kadar


اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا
 وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ 



"Allah'ım! Bu Ramazan'da Leyle-i Kadrimizi bize ve sadık Risâle-i Nur talebelerine bin aydan daha hayırlı kıl" duâsını etmeye niyet ettik.

Hem sizin iki mucizeli Kur'ân'ı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşaallah o derece medâr-ı bereket ve sevap ve hasenat ve fütuhat olacak ki, hakkımızda bu Ramazanın herbir günü bir leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden ümit ederiz.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duâların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.

Risale-i Nurdan bir kaç Ramazan tebriki...