13 Eylül 2014 Cumartesi

Kudsiyet


dün restoranda arkamdaki müşterinin yüksek sesle konuşması ile tehlikenin ne kadar yakın olduğunu hissettim. vatandaki sünnilerin terörü desteklemeleri gerektiği anlatıyor ve destekleyen mealler sıralıyordu. karşısındaki genç karadenizli beklenilen keskinliklerinin aksine alttan alır ve açıklama bulmaya çalışır bir yaklaşımdaydı.

yurdumda sunnileri mealle başka bir yöne tevcih etmek dışarısı kadar kolay mıydı? tarihine bakarsak cumhuriyetin başından beridir, sunniler, envai zehirle zehirlenmelerine, grup grup içerden ve dışardan taarruza uğramalarına rağmen samimi sunni halkın duruşu son derece pozitif ve istikametli olmuş. olmuş ki bugünü netice vermiş. hatta mecrasını aşılamak için devlet eli ile yapılan en büyük kurum olan diyanete de ortak paydayı ilan etme, tek sesliliğe meyil verme görevini vermiş. bunun haricinde kurumun kendi yaptığı hiç bir atak karşılık bulmamış.

yazılı kaynak zengini sunni kültürün tarihle bağları koptuğu halde, bu kadar düzgün duruşu içine işlemiş olan kudsiyet algısına dayanıyor. mealleri, tercümeleri, popüler söylemleri duvarda yeşil kutuda asılı Kelamullah ile bir tutmayışı onu farklı yapıyor. tarihte alevi hikayelerinde rastlanan saygı, hürmet ve itaat gayreti bugün sünni toplumda yerini buluyor. anadolu bu açıdan çok bahtiyar ki, birileri insansı olmayan ifadeleri ayırabiliyor. iman ve islamın ayrı tutulması en dar alemde kişisel hırslardan ayrı tutulmasını netice veriyor. sosyal dairede ticaretten ayrı tutulmasını sağlıyor. siyasi dairede ideolojilerden uzak durmayı netice veriyor. "illa felsefi sosyal yada siyasi bir değinme olacaksa , kuran bunlara değil, bu araçlar kurana hizmet etmesi gerektiği" konusu, toplumda ortak bir payda olarak yerini alıyor.

insansı olmayana, kutsal olana, kudsiyete olan bu bağ, kişisel bir pusulaya dönüşüyor. bu pusula bol tükrüklü cihat naralarından da, islam hamisi güya büyüklerin çağrılarından da etkilenmiyor.

kudsiyetin kaynaklarını öğrenmek, yeniden keşfetmek aleviler, kürtler, eşcinseller ve anadoludaki tüm azınlıklar için hayati bir kıymet taşıyor. çünkü bu vatana yapılan bir taarruzda çoğunluğu içerden vurmanın anahtarı azınlıkların huzursuzluğundan geçiyor. bu huzursuzluğu eskiden kaale almamak, yeni gündemde ise hak ve hürriyetlerini vermemek tetikleyici oluyor. oysa "hür değilsem bu vatan yok olsun" anlamına gelecek kadar menfi ve bireyi nefrete hedef edecek bir durum potansiyel olarak bile zehirlidir. bu vatanın hak hareketi için, farklı görünmekle dışarıdaki bir canavara davetkar bakmak onu dost etmez, "madem bunlar kendi akrabalarına ihanet etti bize de muzırdırlar" değerlendirmesi ile aynı akibete hedef eder. nasıl ki de öyle oldu, ve halen de oluyor...

madem öyledir, çözüm yine buradadır. çözüm ailenin içindedir. vatanın içindedir. sistemin içindedir. hem kur'anın kudsiyetini öğrenemek hayatidir.

Kur'an toplumun her tabakasına hitap eder. alimler derslerini alırlar. ihtisas sahibi olmayanlar da dersini alır. hatta sadece duyabilenler yada görebilenler bile o benzersiz kudsiyetle bağ kurabilirler. o bağı paylaşmak sünni paydanın temeli olmuş.

bir mektup içinde muhatabın isminin son derece düzgün tekrarlanışı dikkat çekicidir. manasını anlamayan sadece gözü olan bile bu derece düzgün denk gelişlerin, bir kasıt ile olduğunu bilir. hele bu binlerce kez tekrarlanıyor ve yeni yazmaya başlayanlar elinde bile görünüyorsa dikkat çekicidir. hele mana ile de denk geliyor, vasıflar ve sıfatlar şeklen de birbirini gösteriyorsa benzersizleşir. sadece gözü olan renkli basılmış Kur'ana baksa o kudsiyeti görebilir.

bir ses ki hastasına yaşlısına ağır gelmiyor, küçücük çocukların zihnine çarçabuk yerleşiyorsa o farklıdır. hele bu binlerce kez tekrarlanıyor, bu derece düzgün ses ve ahenk işitilebiliyor ise benzersizleşir. sadece kulağı olan insaf ile dinlese o kudsiyeti işitebilir.

böyle kırk tabakaya kırk mucizesini gösteren kur'an 25. sözde bahsedilmiştir.

dünya hadiseleri karakterimizi olgunlaştırıp, duruşumuza zengin çözüm olanakları ve ifade çeşitliliği katmamızı istiyor. Kur'anı tanımak, dini kimliğimizi idrak etmek, insani tavrımızın sınırlarını tüm insanlık, hatta tüm canlılar hatta tüm varlıklar genişliğinde belirlememiz gerekiyor. cahil gafil olmak insana yakışmıyor. 

kudsiyet, teknik ve mantıksal değerlendirmelere duygu yüklüyor. kalbin alfabesi, sevgi, aşk ve şefkatin yanına kudsiyeti koyuyor.  

saldırgan genel de tahmin edildiğinin aksine korkmuştur. bu sebeple bir araya gelebildiği kesimle bir olur ve atak yapar. sıkı birliktelik ve o korkuyu tahrik etmek üzerine yoğun gayret harcar. karşısında ayrı hareket edebilen küçük guruplar onun için kuru çalı gibi olur, rüzgarla yayılan alev gibi aniden ortaya çıkar. kısıtlı bir menzilde zararlı olur. sınırına ulaşır. bir zalim olarak görevini yapar. o güne kadar kardeş olamamış insanlar, ya kardeşliği tekrar keşfeder yada ateşte heba olurlar. böyle büyük musibetlerde vefat eden ehl-i imana rahmet-i ilahiye yakındır.

eskiden din-i hakkı yok etmek için çıkan yangınlar vardı. sonra din-i hakkı kendi bildiği hale getirmek için çıkanlar oldu. şimdi ise güya hakk namına çıkıyor. şekil değişse de olay hep aynı. zarar verir diye hedef edilen alakasız insanların zarar görmesi ile neticeleniyor. 1900 den beridir insanlığın bu garip dünya serüveni giderek daha karmaşık ve farklı sorularla sorgulanıyor. cevap ise hep aynı "samimi kardeşlik" ile yerini buluyor. birbiri ile kardeş olup, tarihte babalarının kan davalarından vazgeçmek ise "kudsiyete" olan inançlarına bağlı görünüyor. 

toplumsal olarak kendilerine hangi ismi verirlerse versinler, insana saygı duyuyorsa her gelenek kültür ve inanışın "kardeşçe" karşılanması gerekiyor. peki kardeşliğe layık olmayanlar? buna da ortak bir hukuk geliştirmek gerekiyor. ifade kanalları hep açık olan ama inada ve taasuba karşı son derece etkili uygulamaları bulunan bir davranış geliştirmek gerekiyor. 

bu tavır ve duruşu uygulamaya, en dar daire olan kalp ve akıl dairesinden başlayıp bismillah demek gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder