11 Mart 2013 Pazartesi

Yok Saymak - Var Saymak 2



Ne zaman "eşcinsellik" çeşitli topluluklarda gündeme gelse, konuya uzak olanlar da tartışmaya katılıyor. Hiç sahiplenmeden ve uzaktan tenkit ederek, konuşma özgürlüğünü olumsuz kullanıyorlar. Elbette konuş, ama konuşman insan hayatına saygı ve empati esasları ile örtüşsün de öyle konuş!

Eşcinsellerin yakılması ve katli ile ilgili fantazileri olan vandalları bir tarafa koyup, aklı başında olanları dinliyorum. Eşcinselliğin doğumdan önce ve doğumdan sonra sebeplerini tartışıyorlar. bir denek gibi; yapılmış bir menemenin tadını tutturmak üzerine tartışır gibi, hiç kişinin bütünlüğünü bilmeden ve duyarsızca...

Genetik, mutasyona dayalı, soya dayalı, hatta daha manyakça olan ecdadının haram lokma yemesi hipotezine dayalı eşcinsellik oluşum sebeplerinden, baba baskın olamayışı, edepli yetiştirme, sanata yatkınlığa kadar, ilk cümlesi bir bilimsel esasa dayalı arkası fantazi ve hayalle kurulu upuzun saçmalıkları sıralıyorlar.

Ne zamandır insanın bütünlüğü bu kadar saygısızca hiçe sayılıyor?

Bir kişiliği oluşturan temel kimlikler ve şahsi özellikler bir bütündür. onu değiştirince o kişi olunmaz. Bu ne cürettir ki, bireyin varlığı kritik edilebiliyor. onu kritik edenin sağlıklı düşündüğü test edilmeden, insan hayatı riske ediliyor.

Sen ne kadar "doğru"sun da ona "eğri" diyorsun?

Bunu bilimsel yada dini kılıf ve örtü içine saklamakla, karşıyı susturmak gayreti altında korku var. "Ben de varım" denip onurla durmanın, kökleri ile, ta onun kalbi içindeki eşcinsele de ulaşmasından  korkuluyor.

İnsan kendi içinde bir millet gibidir. kendi içinde her dini kimliği ve milli ve cinsel kimliği temsil eden latifeleri vardır. bu kocaman topluluğu temsil eden akıl, kalp, hayal, sır ve ruhu onun kişilik özelliklerini özetler. Ama bu özet, diğer detayları yok saymak olmamalıdır.

İnsanın mahiyetini anladıkça, kendi içindeki alt kimlikleri ile yüzleşip onlarla kavga etmeyi bırakan birey, toplumdaki o kimlik sahipleri ile de çekişmeyi bırakır.

Evet, o kocaman kalbin içinde her kimliğin algısını temsil eden latifeler var. Adeta her kalbin içinde insanlığı temsil eden bir kalabalık var. bu kalabalığın hepsi ölmeden inkişaf etmek, serpilip ortaya çıkmak diler. Hepsinin de hayatın içinde ortaya çıkıp onurla görüne bilmeleri için bir çözüm var. o ölebilir küçücük duygunun onurla taşınır bir kimliğe, insanlığa örnek bir tavra dönüşebileceği bir çözüm var. ama bencilce zekilikler, yok sayma ve üzerinde durmamalarla karışık kısa ömrümüz bazen buna fırsat vermez.

İç huzuru ve hem dünya hem ahiret saadeti işte bu kalabalığın uyumudur. Hepsini varlık alemine çıkışından sonra, doğru olan geleceklerine yönlendirebilmektir. ölümlerine kadar onları kurutmadan soldurmadan büyüte bilmektir. Bu başarılabilirse, insanın farkı ortaya çıkar ve temsil manasını yerini bulur. O zaman küçük alemi, büyük kainatı temsil edebilir, aynısı olur. koca kainatla denk tutulur.

Ölümün insanın hayatından öte bir talebi vardır. ölüm bir eksilme yokolma, dağılma değil; daha kuvvetli bir hayat seviyesine çıkıştır. Kur'an bunu, çekirdeğin ölmesiyle, arkasında kalan filizin hayatını netice vermesi ve daha üst bir hayat mertebesine geçişi ile ders verir. Basit çekirdek hayatı için bu kadar parlak olursa, insan gibi tüm alemi temsil edebilen bir mucize çekirdek için de, ona yakışır bir ahiret filizi olması zaten mantığın gereğidir.

Bu kısacık dünya hayatında yapılacak bu kadar çok iş varken, kalpte gizli yetenek çekirdekleri keşfedilmeyi beklerken, her yetenek filizlenmek ve boy atmak için çabalarken, sanki yapacak işi bitmiş gibi, başkası ile uğraşmak, hele başkasının hayatını saygısızca yok saymak, insana yakışır bir hareket değildir.

Bir sınav salonunda kendi önüne konan kitapçığı bırakıp, yanındaki arkadaşına "aaa senin burda ne işin var? senin sınava alınmaman gerekiyordu? nasıl geldin de girdin? hem zaten hepsini çözsen de senin sınavın sayılmayacak ki! sen terket burayı" diyen öğrencinin akibeti bellidir. Yüksek görevliler ses çıkarmaz, kağıdı teslim ettiğinde, cevap formuna gerekli işareti koyar ve işlemi yaparlar. Muhatabı olan masum ise terbiyeli duruşunu bozmayıp, sonuna kadar sabretse elbette başarısı parlak olur. Lakin ümidini kaybedip moralini bozsa, vesveselerle sınavı bırakıp çıksa, kendi yanındaki kuvveti terk etmiş olur. Kendi hukukunu teminat altına alan bir yüce mahkemedeki avantajını kaybetmiş olur. Büyük alacaklı bir adamın alacak davasında karşı tarafı da dinleyen mahkemede, karşı tarafın zulmünü ve iddialarını inkar edecek iken, şaşırıp mahkemeyi inkar etmesi gibi olur. o zaman dünyada zarar, berzahta sakar, ahirette cehennem tehlikesi ile karşılaşır. Zaten kazanacağı avantajını aleyhine çevirmiş olur.

Bu yüzden tüm insanlar önce kendilerine samimi olup, kendilerini tanımak yolunda yürümeleri gerekir. Bunu topluma ve diğer insanlara karşı algılamayı başarabilmeleri beklenir. Hayat bunu sınav olarak bizden diler.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Algı



Hayatı hep gözlerimiz içinden seyrediyor ve değerlendiriyoruz. başkalarının gördüğünü de değerlendirebilmek bize çok bakışlı ve daha doğru bir algı sağlıyor.

Algımızı şekillendiren tüm uyarılar bazen sıkıntılı bir eşiği aşarken bizi geriyor. bu pencereden geleceği tahmin etmek sıkıyor. beklediklerimizi görememek üzüyor. bu durumla mücadele etmenin pek çok yöntemi var.

en kolay yöntemi, acıyan duyguları uyuşturmak görünüyor. şu anla ilgili çok uyaran olmasına rağmen gelecekten hiç algımız olamaması bizi endişelendiriyor. bu endişe ile içsel olarak mücadele etmenin bir yolu üzerine gidip daha da acıtarak uyuşturmak gibi görünüyor. tehlikeye atılmak, çılgınca yaşamak, hafife almak, saplantılara müsaade etmek, gençken çok cazip geliyor. sanki çözümmüş gibi görülüyor. oysa hayat birim alana yağan acıyı unutmaz, kenarda geciktirmek ve geçiştirmek, sadece yüzleşildiği andaki faturayı kabartır.

bu endişe çekilmez olunca, bundan kurtulmak için ya sarhoşluğa ya eğlenceye kaçan kişi için "sosyalleşmek" çözüm gibi görünüyor. ama bu yol, bir paylaşım değildir. arkadaşlık sıkıntılara karşı bir kalkan haline geliyor. bu durum ise gerçek sevgi ve dostluk için perde oluyor.

sosyal çevrenin entrikalarında samimiyeti kaybeden bir genç için daha sıkıntılı yol, acıyan duyguları tıbbi destekle uyuşturmaktır. adı "destek" de olsa algılarımıza "köstek" olan bu uygulamalar, sadece bağımlılığı profesyonel ve kontrollü bir şekilde birey üzerinde uygularlar. bu durum, çılgın bir sosyal çevrede uyuşturucuyla dağılan bir yola göre daha tercih edilebilir görülse de, çok canavarca uygulamaları da vardır. dini milli yada cinsel azınlık bir kimliği sindirmek için onun acılarını güya ona yardım altında onu uyuşturarak hayata kazandırmak iddiası, "çözüm yollarını kapatıp, onu bağımlı hale getirmek"tir ve zulümdür. insani olan sıkıntının çözümü olarak alternatif yollar açabilmek ve bireyin neşeyle topluma eklemlenmesine olanak sağlamaktır. oysa bağımlı hale getirmek şu anı aşırtıp sıkıntının tüm geleceği yok etmesine zemin hazırlamaktır. bunun adı terapi, efsun yada başka bir ifade olması ipotek altına alınan geleceği bireye geri kazandırmaz. sadece bireyi şişkin ve istifade edilebilir bir cüzdan haline getirir.

hayatın bu zorlayıcı hallerine ve endişeye karşı daha sağlam bir cevap bulmak için ben çok araştırdım, paylaşılabilecek bir deva arzu ettim. herkesin aslında büyük toplum içinde bir şekilde bir azınlık kimliğe sahip olduğumu gözlemledim. bireyler kendilerini çoğunluk ve muktedir hissettikleri kimlikleri ile tarif edip kendi fanusları içinde mutlu olmayı hayal ediyordular. lakin hayatın sınavı gereği bir şekilde azınlık, itilmiş, yalnız hissettiklerinde herkes gibi aynı tepkileri verdiklerini gözlemledim. siyasi fikri yada dini milli ve cinsel kimliği ne olursa olsun, insani olan burada ortaya çıkıyordu. hüzün ve musibet isabet eden bir insanın genel davranışı benzer desende bir durumu yansıtıyordu.

içlerinden başarılı örneklere baktığımda ise gerçeğin verdiği acıyla yüzleşebilenleri gördüm. uyuşturmayı değil üzerine gidip onunla bir nevi pazarlık edip, ona kendi varlığını gösterebilenlerin sabırları ile hem sonuç alabildiklerini hem de diğer insanlara örnek olduklarını gördüm. adeta kaderin sınavı ile kalplerindeki gizlenmiş yetenekler ortaya çıkıp yeşeriyor, kış fırtınası ve hırçın bahar yağmuru gibi hayatın olayları altında sağlam duruşlu güzel hatıralar haline geliyorlardı. bu hiç de uyuşuk ve kaderci bir yaklaşım değildi. tersine gayet dinamik ve adeta kendi mevzisini sürekli bir çaba ile düzenleyen ateş hattında bir askerin gayreti gibiydi. sürekli hedefini gözleyip, bu şevki çevresi ile paylaşanların duruşu izlemeye değerdi. bedenleri kırışıyor, yaşlanıyor, bozuluyor lakin ruhları ilk gün tazeliğinde ve gençlik heyecanı ile hedefini arzuluyordu. fırtınalı hayatın boğan sıkıntılarına rağmen dümdüz ilerleyebilmiş olmaları benim için çok güzel bir rol model sunuyor.

rol model önemli olduğu kadar bireyin doğru yönlendirildiği bir çevre de çok mühim. bu sürekli sıkıcı öğütler veren bir üst kuşağa ait bir çevre değil elbette. kendi kimliklerini samimi açtığında kabul görebileceği, keyifli paylaşımlarında takdir bulabileceği bir çevre olmak durumunda. ancak o zaman kendini ifade ettiğinde ve rol modele şevk duyduğunda zorluklara karşı motive edinebileceği bir çevresi olsun. dini kimliğin büyük rol modelleri olan peygamberler fırtınalı başlı yüksek dağların zirvelerine benzerler. o yolda yalnız yürür ve destekleyen çevreye ihtiyaç duymazlar. çevreleri Rableri olmuştur. mü'min ise bu zorlu yolda kendisine destek olacak sıcak ve samimi bir cemaate ihtiyaç duyar. rengarenk anlayış ve usulde cemaatlerden kendine en yakın gördüğüne dahil olarak yolunu kolaylaştırmayı diler. milli kimlikte bu süreç daha kolay işliyordu. çünkü milli heyecanı duyacağı büyük aile içinde bulunan her birey milli kimliğin hedeflerine ulaşmakta kendini destekleyen bir çevrede hayatını geçiriyordu. ama birey çağı başlayınca büyük aile, aileye, hatta tek başına yaşama dönüştü. cinsel kimlikler açısından da çevre çok mühimdir. eski çağlarda şehrin muktedir erkek bireylerine has olan bu yardımlaşma artık her erkek ve kadına ulaşmış durumda. biraya gelip birbirlerinin sıkıntılarını dinlemek ve cinsel kimliği için mutlu bir hayat dilemek göreceli daha kolaylaştı. hatta eşcinsel kimliğin yakın gelecekte daha da doğru ve kaliteli destek göreceği görünüyor.

dini milli yada cinsel kimliğin mutluluğu sabırdan geçiyor. sabır ise acıdır. onu çekilir kılmak ancak doğru destekleyen bir çevre ile mümkün olabiliyor. çevre olmakta güzel bir konumda bulunabilenler kendileri de mutluluğu ve diledikleri seviyeyi kazanabiliyor. cinselliğin onuru, milliyetin şerefi ve dinin "dünya ahiret mutluluğu" o zaman mümkün hale geliyor.

bireyin kendi kimliklerini analiz edip her kimliğine uygun ihtiyacı uygun marketten karşılaması gibi bir pragmatik yoldan bahsederken, duygular ve açlık işin içine karışınca olay da karışıyor. bazen dini kimlik için bir araya gelmiş insanlar milli bir iştaha bunu vesile yapabiliyor, yada cinsel kimliğinin tatminini arıyor olabilir. istisnalar kaideyi bozmaz. kötü emsal, emsal olmaz. yine de olabilen bu gibi durumlarda, kişinin orada bulunma amacı ile çeliştiği kendisine ifade edilip doğru desteklenmesi gerekiyor. eğer bunda hile karıştırmışsa bu hukuki ve cezai bir durumu gerektirir. zaten bu karmaşık niyetlerini saflaştırıp doğru yönlenmeyen hiç kimse mutlu sonuca ulaşamıyor. çünkü denetleyen, hidayet veren, izleyen bir kudretin nazarı altındayız. böyle olduğunu herkese öğretecek kadar uzun bir hayatı bizlere veriyor, müdahelesini gösteriyor.

tüm sebepler tamamken, neticeyi hikmetine göre bazen veriyor bazen geri bırakıyor. sebeplerin ötesinde ve ulaşamadığı yerden neticeyi yoktan yaratıyor. basit malzemeden fevkalade bir sanatı çıkarıyor.  her verdiği kimliğin bağlı olduğu onlarca gizli kabiliyetle bireye şahsiyet veriyor. o gizli kabiliyetlerin hepsini bir pencere yapıp kendine bakar bir menfez bize açabiliyor. evet, her gizli kabiliyetin doğru yeşerebileceği bir ortamı var. bu ortamdan doğrudan Rabbini görür bir bakışı olabilir. ışığa büyüyen bir bitki gibi ona uzanabilir. ziyan edilmemiş ve tüm pencereleri tam açık bir ruhun izlediği Rabbi ona yeter. ona kabirde de yeter. ahirette de yeter. Rabbi onu dünyada da hatırlar. en ihtiyacı olduğu ahirette de hatırlar. onu unutmaz, yarı yolda bırakmaz. bırakmayacağını beyan etmiş. yüz yirmi dört bin peygamber mucizeleri ile yüz yirmi dört milyon evliya keşifleri ile bunu tasdik etmiş.

öyleyse algı için çok şükretmeli, algıdan doğru istifade etmeli, çevre ile doğru paylaşmalı, doğru desteklemeli.



12 Ocak 2013 Cumartesi

Dik Durmak


Gün geçmiyor ki, eşcinsel cinayeti haber olmasın. bu kimlikten birisi tacize uğramasın. toplum içinde asla bahsedilmiyor. hele ilkokulda eğitimi verilmesi gerekirken, toplum duvarımızı oluşturan tuğlalar nelerdir, öğretilmiyor. bu toplumun içinde farklı dini milli ve cinsel kimlikleri ismiyle ifadelendirmek ahlakı bozmak olarak isimlendirilince, gaflet örtüsü üzerine serilen azınlıkların çektiği, onların bu vatanda olmak için bedeli anlamına geliyor. herkesin bir şekilde çığlığına sağır olmak hali, bir süre sonra şartlanarak kabullenilmiş hastalıklı bir toplumu önümüze koyuveriyor. enerjisi çok olan, kabiliyeti parlayan ama diğer milletlere diyecek hiç bir şeyi olamayan, kardeşlikten anladığı karşısındaki aynı kendisi gibi olduğu sürece kardeş olan garip bir algı haline geliyor.

bizim bu rezalet karşısında uyum sağlamamız hayatımıza sadece yalanı sokar. doğrunun yanında olmaktan doğan gücümüzü de elimizden alır. dünyada ezilen, ahirette ise hakkını isteyemeyen bir duruma düşürür. her yerde var olduğumuzu hem sisteme pozitif katkımızı onurumuzla ortaya koymak her zamankinden önemlidir.

defalarca aynı ezberi duygusuzca meraklı ve masum taliplerinin yüzüne atıyorlar. buna rağmen, kendi kimlikleri ile barışık bir bakışın bu tür kapalı zihniyetlere karşı dik duruşunu işte böyle okuyorum:


[

Eşcinsellik tüm dünyada,  medyada ve pek çok sahada gündeme gelmektedir.

Diyanet çevresindeki bazı kimseler, homofobik algıyla verdikleri cevaplarla biz eşcinselleri sadece seks yapan sapıklar olarak görüyor ve buna göre hükmediyorlar!

Bu bakış açısı pek acıdır…

Öyleyse ya din değiştireceğim ya da bir gün dayanamayıp intihar edeceğim...

Çocukluğumdan beri hastalık sandığım; kurtulmak isteyip kurtulamadığım ve sağlığımı kaybettikten sonra kabullendiğim bu hal ile cinsellik için değil sevgi, şefkat ve aşk için döktüğüm gözyaşlarının haddi hesabı yok...

 Kadınsı değilim...Erkek olduğumun bilincindeyim, Sapık değilim..

 Cinsiyet değiştirmek gibi bir niyetim yok... Çünkü kendi cinselliğimle sıkıntım yok..

İthamlarınızdaki kişilik ben değilim.

Lut kavminin erkekleri tecavüzcüydü, isyankardı, evli olan erkeklerdi; ben evlenmedim, bir kadına ilgi duymadım, kimseye tecavüz etmedim, sadece sevmek sevilmek istedim...

Evlilik bir kurumun tekelindeymiş gibi sunulurken, Evlenebilmek de sadece seks yapma özgürlüğü elde etmek için bir araçmış gibi anlatılıyor. Hayatı paylaşmaktan ve duygusal bütünlükten hiç bahsedilmiyor.

Bu mevzular konuşulduğunda, sürekli sorulan “Cinsiyet değiştirme” ye gelince; benim böyle bir isteğim olduğunu da nereden çıkardınız? Anlaşılır gibi değil!

Kafanızda öcüleştirdiğiniz eşcinsel prototipiyle ilgili olabilir mi acaba bu düşüncelerinizin kaynağı??

Bu çevrelere ve ezberden konuşanlara şunu demek istiyorum:

“Beni ne kadar üzdüğünüzü bilemezsiniz...

Gerçekten bildiğiniz ama sakladığınız şeyler varsa vebali çok ağır biliyorsunuz...

Benim kıldığım namazın, imanımın değeri yok mu? Allah'a dua edip bu kimlikten kurtulmaktan başka çarem yok mu gerçekten?

Ne yaparsam yapayım cehennemlik miyim gerçekten?

Emin misiniz ? ? ?

Yoksa ben de evlenebilir miyim?

Sizi dikkatlice düşünmeye davet ediyorum !”

Ganymedes

]

7 Aralık 2012 Cuma

Nefretin Hedefi Olmak


her kimlik asli duruşu ile bir kıymet barındırır. kişinin kendi ifadeleri ve özellikleri başka insanlarla ortak paydada birleşince kimlik doğar. kimlik paydası genişledikçe sınırları belirsizleşir. birbiriyle adeta yalnızca ismi aynı, uygulamaları farklı hayatlar aynı kimlik içinde var olabilir.

hayat algıları bu denli farklı olunca tepkiler ve çözümler de çok farklı olur. hatta bazen zulümler doğar. yapılan hatalar, kimlik sahipleri içindeki sadece sorumlu olan o şahsa verilir. hatalı , hatayı yapanındır. benzer kimlik sahipleri ise yapılan güzel şeyleri paylaşır ve ortak paydanın verdiği onurla dayanışma içine girerler. bu onların hayatını kolaylaştırmak ve teselli bulmak için bir yöntemleridir. insan toplumunda güven çok hassas değerler üzerine bina edilir. çoğu kere de o güveni kaybedecek sebepler başa gelir. işte artık oradan bir adım sonrasında özgür ve yalnız birey olmakla, sineye çekip grup içinde var olmaya çalışmak vardır.

nasıl insanlar birbirlerine muhtaç yaratılarak toplumsal olmaları sağlanmışsa, gruplar da birbirlerini tanıyıp yan yana gelebilmeleri için yaratılmışlardır. grupların ittifaklarından milletler doğar. lakin bazen birey, görmediği başka bir gruba karşı duyduğu endişeyi mensup olduğu gruba yayar. bu endişe karşı taraf olarak tarif edilen kimliğe yansır ve onları hedef olmaktan korkutup daha da sinsi yaparsa fobi doğması için iklim hazırlanmış demektir.

çoğu mülteci milletlerin gittikleri yerde o ülkenin milliyetçisi hatta faşisti gibi görünme zorunluluğu buradan doğar. böylece kalın bir zırh ile çirkin nazarlardan korunup, bir daha felaket görmemek dilerler. lakin bunu yaptıkça bir yerlerde tepki nazarı ile kendilerini süzen gözlere de hedef olurlar. doğruluktan ayrılmamakla, samimiyet ve güzel bir duruş gösteren bireyler bundan sıyrılabilir, zarar da etmez, çünkü hased yalnızca hasidi ezer, duygusal tepkiler verenler ise sonuçsuz boğuşmalarla zarar görürler. çünkü kimlik bir zırh yada kaynak değil, sizi tarif etmek için kullanılan bilgidir. bilgi ise tarif ettiği kimliğe tabidir. yani dini milli ve cinsel kimlikler size bir güç veremez, ama sizi pratik tarifte yararlı olurlar.


bir kimlik olarak eşcinsellik taarruz altındadır. doğduğu andan itibaren anne de baba da hissederler. çoğu kere görmek istemedikleri hareketleri engelleyerek kimliğin üstünü örtmeye çalışırlar.

ilköğretimde yetersiz bir milli eğitim, eşcinsel kimliğe cahil bir toplum, masum görüntü altında kendi canı acımadığında zalim olabilen çocuklarla örülü bir çevre eşcinsele ağır ve yaşından önce tedbir almasını öğreten bir yapı oluştururlar.

ergenlik eşcinsele herkesden farklı kapılar açar. ne gariptir yurdumda "bir şey olmaz siz yeğensiniz" diye bir arada yatırılan gençler özellikle şarkda çoktur. yapılan araştırmalar neredeyse erkek nüfusunun %30unun ( ki hepsi eşcinsel olmadıkları halde ) eşcinsel ilişki konusunda tecrübe sahibi olduğunu göstermektedir. çok daha acısı, hemen aynı oranda öyle yada böyle çocuk tacizine hedef olunduğu dur. bu dünya ortalamasının kat kat üstündedir. bu kadar yaygın uygunsuz tecrübe ve tacize bakıldığında eşcinselliği hemen herkesin bildiği bir toplum olmamıza rağmen, susup örtmekle bir cahile vurma hali yalanlarla karışarak hayatımıza akmaktadır.

geç dönem gençlikte ise daha tuhaf bir evre başlar. evliliklerini yürütemeyen yüksek oranda aileler bu kadar ortadayken, eşcinsellerin birbiriyle ömürlük aşk beraberliklerinin imkansızlığı ders verilir. kendilerinin ailelerine feda etmeleri ve bir bayan ile evlenmeleri için her türlü baskı ve zulüm yapılır. bazı durumlarda bu o kadar ümitsiz planlarla uygulanır ki, bazı eşcinseller kendileri bu rezaleti istediklerini düşünüp kendi ayakları ile bu akibete yürürler.

toplum eşcinselliği bir haz nesnesi olarak algılamakla ve bebeklikten itibaren eşcinsele kamuflajı öğretmekle en büyük kötülüğü kendisine yapmaktadır. çünkü yalanlarla olmayan bir kimliğin kamuflajı inşaa edilmiştir. dekor olarak da bir şeyden habersiz hanımlar ve evlatlar kullanılmıştır.

yıllarını yalana sarmış, kendi kimliğinin nefes alamaması yüzünden sürekli boğulgan bıkkın ve hapsolmuş bir halde yaşamış eşcinsel ise nefretini kime yönlendirirse orada duramaz ve çizgiyi aşar. Allaha sitemler onu, Allahın rahmetine kör edip, düşmanlık saçar hale getirir. kendi milletine nefreti onu, bir milleti dünyadan kazıyacak kadar nefret eder hale getirir. kendi cinselliği ile ilgili düşmanlığı onu, sürekli geçici ilişkilere kendini atan, ayılınca nefretle terkedip kaçan bir kimliğe büründürür.

çünkü insanların krizle mücadeleyi, sıkıntı çekmeyi ve dünyayı tanıyıp değerlendirmeyi öğrendiği yılları, eşcinsel kamuflajı öğrenmekle geçirmiştir. ortaya profesyonel hatta bazen kendi kendisinden bile kamufle olabilen profesyonel bir bordo bereli çıkar. damarına dokunduğunda en acımasız tedbirleri alabilmelerindeki sır buradadır.

oysa eşcinsellik bir kimlik olarak tanındığında milli eğitime, örfe ve topluma sirayet etse, doğruluk galip gelir. saçma stratejiler ve mahvolan hayatlar; mutlu ve sistemde var olmaktan mutluluk duyan bireylere hatta sisteme katkı yapan bireylere dönüşür. bilim ve sanat başta olmak üzere her dalda kayıplar katkılar olduğu gibi tüm dünyadan da yurdumuza bir cazibenin doğmasına sebep olur.

insana insan kıymeti vermek bu kadar mı zordur ki, kendi evladından insanlığı esirgemektedir, kendi kardeşini itmektedir, kendi evladını ötekileştirmektedir.

eşcinselden endişe edilecek hiç bir durum yoktur. başörtülü bir bayan gibi sistemin tarihinden alacaklıdır. bu sebeple başörtülü bayanların en ziyade eşcinsel kimliğe yakın olmaları beklenir. müslüman kimlik gibi yanlış anlaşıldığını yüksek sesle bağırmaya muhtaçtır. mazlumların ittifakı azınlığı çoğunluk eder. birbirine saygı sistemleri muvaffak eder. nefretin hedefinden kurtulmak insanı mutlu eder.

Allah rahimdir, tehdit ve müjde eğitimin gereği olduğundan Kur'ana girmiştir. yoksa tehdit esas ve asli olsa söylemeye gerek olmadan kahreder geçer. Allah mülkün sahibidir. madem var etmiş, muradı eserine saygı duyulmasıdır. madem eserini sever, eserine bakıp heyecan duyan, hayran olanları daha çok sever. birbirlerine Allah sevgisini ve ahireti ders verenleri daha da çok sever. bu sebeple başkasının kimlikleri ile fuzuli uğraşmak yerine birey kişi doğrudan Allahla muhatap olup gayretle ona kul olmak için yürümelidir.

iman sıdkdır doğruluktur. kim, kendini bilirse Rabbini bilir.

22 Kasım 2012 Perşembe

Ehl-i Sünnet ve l'Cemaat



islamiyetin selamet ve barış mesajları kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaktadır. Hz. Ademden Peygamber Efendimize dek 124 000 peygamberin tüm gayreti ve ifadesi, ezeli olan Kur'anın kelamında toplanmıştır. bu yoğun sonsuzluk aroması, tadanların hayatında ifadesini bulur. benzetimler kanunlara, tecrübeler öğretilere dönüşür.

akıl ve kalbin beden için durumu gibi okullar ve tarikatlar islam bedeni içinde yerlerini almış ve bin sene boyunca yakın döneme kadar formüllerin ve duyguların, ilmin ve edebin merkezleri olmuşlardır.

kaderin ilginç bir müdahelesi ile ayrı bu yapılar artık birleşmiş, Kur'an hizmeti ile en parlak şekline ulaşmıştır. lakin bu dönüşüm sırasında ölçüsü eski dönem, hayatı yeni dönem olanlar, özel bir eğitim almayanlar ya anlayamamış ya uyamamış ya takip edememişlerdir. hem kendimiz hem zorluk çekenler için tekrar ifade etmek bu açıdan yararlıdır.

Ehil, vahşinin tersidir. vahşi, yalnız başına demektir. karar alırken hayatı yaşarken, çözüme yalnızca kendisi karar verir. bağımsızdır. ehil ise bir gruba mensuptur. aldığı karar kendi fikrinin mahsulü değil, bir grubun ortak kararıdır. kendisi her neredeyse orada grubunu da temsil eden bir duruşu vardır. başarısı tarihe mal olur ve tüm grubu onurlandırır, gayretinde tüm grup onun yanında olur, başarısızlığında sorumlu kendisi olur.

işte bir aileye, aşirete millete yada kimliğe mesup olan, kendi fikri ile hareket etmeyen herkes ehildir. tabi olduğu kimliği temsil eder. bu sebeple keyfine göre, aklına göre hareket etmemelidir.

Sünnet, Hz. Peygamberimizin hali, kelamı, fiillerinden oluşur. O'nun tavrından her ne gözlemlenmiş, yaşanmış, kitaplara geçirilebilmişse elimizde olan da o dur. kendisinin (a.s.m) de dediği gibi, her sözünün başı, sonu, detayı ve bir sınırı vardır. biliriz ki, her müsbet gerçeklik kendi değer kümesi içinde belirtilmelidir. Hadislerde buna çok dikkat edildiğini görürüz. menfi yani olumsuz vasıflandırmalar yani "yoktur" savlı ifadeler de ancak değer kümesi ile bir mana ifade eder. bu sebeple iman gibi umumi meselelere bakan bir mekan ve zamanla kayıtlanmamış iddiaların hiç bir kıymeti yoktur. zaten islam aleminde de kıymet verilmez. bu ve benzeri hassas esasları bilmeden mealden mana çıkarmaya çalışanlar, söyledikleri ile hep sıra dışı aşırılıkları temsil edegelmişlerdir. bir ayet yada hadisin rivayetini ve şartlarını bilmek, derununa inmek anlamanın şartı olmuştur.

işte herkes tam bu hassasiyette olamadığından bizler kur'anı öğrenmeyi talep edenler yada halktan kişiler, böyle hassas kişilerin hayatlarını taklit eder, alimlerin ardında yürürüz. bu taklit halinin bizi sorumluluktan kurtardığını düşünürüz. tıpkı doktorlardan duyduğumuzla evde ilk yardımı geliştirmek gibi, hayatımızda da ufak anlamlı ve yararlı adetler ediniriz. nasıl ki bu taklit bilgi ile hastalık tanısı konmazsa, bizim bilgilerimizle de şeriat hükümleri konmaz.

hal böyleyken, bazen özelimizdeki bastırılmış duygular bizi çizgimizden eder. yaşla birlikte risklere karşı duygusal tepkiler vermeye başlarız. kendimizi yıllardır muhasebe ettiğimizden artık detaylar silinmiş olur, gözümüze takılan farklılık ise toplumda yayılabilir bir moda olarak bizi tehdit eder. bu tehdit algısı duygusal tepkilere sebep olur.

artık namazda ön saftaki küpeli genç hedef haline gelir. ahlakın ne denli yozlaştığı üzerine kritikler yapılır ve tepkiler ortaya konur. oysa dövme ve piercing ve benzeri bedene yapılan uygulamalar için o bedenin hakiki sahibi olan Allah razı olup olmayacağına göre durum değişir. biz ise kritiğini yaparak vakit öldürürüz. "erkeğin küpelisi ...." diye başlayan ve sınır konmayan tüm genel hükümler sünnete uygunsuzdur ve söyleyeni sorumlu tutar. oysa bu kritiklerin yapıldığı aynı camiide, son safına konmuş sandalyelerin kritiği yapılmaz. halbuki namaz yalnızca ya ayakta, ya yere oturarak ve secdeli kılınabilir. ima ile namazın şartları çok müşkildir. Peygamberimizin (a.s.m) hayatında ima ile kıldığı bir örnek bize gelmemiş. hem ima ile kılacak kadar ağır ve sürekli hasta olmak, kılınmamış namaz için fidye dağıtmayı gerektirir. hesabı oldukça karışık bu hükümden uzak durmak ve takva - azimet üzere hareket ederek, ahirette tembellikle itham edileceğimiz her şeyden kaçınmak gerekir. ne gariptir ki, her gün yenisi eklenen camii arka tarafındaki sandalyelere itiraz edilmez ama o saftaki gence itiraz edilir. bu toplumsal bir zaaftır.

Sünnetin kaynağından tertemiz bir pınar gibi içilebilmesi çok kıymetlidir. Sahabelerin (r.a.) algısına ulaşmakla Kur'an coşkusu yakalanabilir. yoksa hayatın her yerine yayılamaz ve hususi kalır, taklite düşer yada tenkite karşı savunma perdesi gibi olur. işte sünnetin o ince ayarı bu ihlasla birleştirilmelidir. bunu anlatan eserlere teşvik çok kıymetlidir. islam aleminde pek çok böyle güzel eser vardır. dilimizde risale-i nur bu açıdan çok önemli bir görevi yerine getirmiştir.

Cemaat, cemden gelir. cemin en azı üçtür. teorik olarak üç kişiden başlayarak tüm islam alemine kadar cemaatin örneklemesi yapılabilir. yalnız burada ortak payda mühimdir. ortak fiili olan insanlar cemaati oluşturur. onlar bir araya gelip ibadet ediyor olmaları ile cemaat ismini paylaşırlar. eğer ihlasla bir araya gelmişlerse ahirette tüm hepsinin toplam hasenatını her biri yapmış gibi  defterlerine girer. cemaatin temsilinden doğan tüm kusurlar da kusuru yapan bireyin defterine girer. bu durumda cemaat istikametli ise, bireylerin kusurlarına rağmen ahiretteki terazi ve tartıdan başarı ile geçeceği umulur. bu pratik şirketleşme, dünyada da gönül birliği olarak teselliye sebeptir. dualarda ve ibadetlerde tüm kazancını kardeş bildiği cemaat üyelerinin defterlerine bağışlayan her birey işte bu sırrı hayatında keşfetmeye çalışır. çevremizdeki üç beş kafa dengi yakınımızdan taa en geniş dairede islam alemine kadar daireler içinde bulunan kardeşlik bağları hep cemaat manası çevresinde şekillenir.

bu denli sıcak bir bağ ise insanı insana kardeş yapar. ama arkadaş yapmayabilir. yani ortak dini kimlik, milli kimliğin en kuvvetlisi olan aynı aileden olmak durumu kadar köklenebilir lakin bu özellik her paydada bir paylaşım gerektirmeyebilir. o uzaktaki din kardeşimi kendi kardeşim gibi hissedebilirim, fakat bu onunla bir arkadaş gibi aynı algıya sahip ve paylaşımdan aynı zevki alacağım anlamına gelmez. bazen bu ince farkı anlamayanlar, kendilerini çevreden gelen etkilerden korumak için bir "cemaat kabuğu" altına sığınır, lakin oradaki kardeşleri ile aynı zevklere sahip olmadığını algılayıp bulundukları yerde hem kendi hem başkalarının canını sıkar ve çevrelerini meşgul ederler. bu değişmezse akibeti ya yalnız kalmaktır yada o cemaatin dağılmasıdır. bu sebeple cemaate ihtiyacını hisseden birey, cemaatten istifade eder. başka ümit ve niyetlerin karışmaması için hayatın aşındırıcılığına karşı, ihlaslı olmak sürekli ders verilmek durumundadır. bu küçük arkadaş grubundan büyük ümmete kadar genel esası ekolleştirebilenler, ilk anların o keyfini ve heyecanını, sonrasının daha teknik ve düsturlu, heyecansız ama başarılı getirileri ile değişirler.

 ehl-i sünnet ve l'cemaat, islam aleminde yukarıdaki manaları taşıması ile hep altın ölçü olmuş, ümmetin büyük çoğunluğunun yolunu aydınlatmıştır. kendi fikrini bırakıp ehil olamayanlar, sünnetteki kardeşliği kavrayamayanlar, cemaatin manasını idrak edemeyenler, kaderin eliyle o büyük caddeden bir sürü patika yollara sevkedilmişlerdir. belki birey olarak o an ve o olay için ayrılan kişi ahirette kendini kurtarabilir lakin, intikam yada muhalefet hırsı ile ayrışmayı destekleyen peşinden yürüyenler sorumludur. zaten zaman, hep bu hükmü acı bir şekilde bizlere öğretir. bu sebeple kendi bireysel hayatımızda sürekli tazelenen bir istikamet talebi dualarımızın konusu olmalıdır.

ehl-i sünnet ve l'cemaat bir bilgi yada kimlik değil, dini kimlik için bir şablondur. bilgilerin tasnif şeklidir. etik ve akli olabilmesi için sıralamanın ve yerleştirmenin bir üslubudur. bu sistematik bilimi şimdi her zamankinden fazla anlaşılmaya ve araştırılmaya muhtaçtır.

eğer ben eşcinsel olduğum için kenarda durursam, tüm ümmet namına konuşan, görüntüsü mükemmel ama ifadesi ehl-i sünnet ve l'cemaat manasından çok uzak insanların hükmüne katlanacak duruma düşerim. bu sebeple dua ile beraber bir tarafından tutulmuş gayretle samimiyet ve ihlasla, sosyal bir hayatı dilemem gerekmektedir.

5 Ekim 2012 Cuma

Şifacı bakış


İslâm selamet yolu olarak bireyin heveslerine gem vurup ruhu kemâlata sevkeder. Birey zaaf dolu hali ile Rabbine iltica eder her halini onunla paylaşır. Rabbinden aldığı cevaplar onu yolunda daha kararlı kılar. 

Eğer durumunu kullarla paylaşırsa, bilinci bu çizgide olmayan bazıları onu çeşitli kabullerle baskı altına alıp heveslerini tatminde kullanırlar. Bu bazen maddi çıkar bazen sosyal itibar olarak onlara geri döner. Ahiretlerinde Allahın kendisinden razı olacağı bir çabayı, dünyalık itibarla değiştirirler. Toplumda değeri olan ifadelerle insan hakları ve insana saygı gibi en temel değerlerin altını oyarlar. Ulaşabildikleri herkesi bir şekilde solgun depresif ve ayıplı hissettirirler. Böylece kendilerini iyi hissederler. Üzerine bir de anlamsız şifa dağıtma hali de eklenince iş tatlı bir kâra dönüşür.

Şifa yapmaktır, imâr etmektir, tamir etmektir. Yaratmaktan daha zordur. Hatta yaratmanın ötesinde, özgür olmayan bir ortamda eski kanununa göre malzemeyi oraya yeniden yerleştirmek, çevresi ile uyumlu sağlıklı işlevi tekrar kazandırmaktır. Bu sebeple bu kontrollü ve tüm sistemi bilerek sonuca yürüyen işlem, ne kör sağır ilâçlara ne de tıp ilmininbinler uzmanlık alanından ancak birinde ihtisaslaşmış doktora verilemez. İlaç ve doktor yani sebepler şifalı neticeyi Allahtan dilemekte kuvvetli bir duadır. Netice ve neticeye giden tüm aşamalar Allaha aittir.

Hâl böyleyken, şifâcılık için çevresini zehirleyen bir insanın hâli elbette acınasıdır. Hayatını şifayı vereni tanımak için değil, çevresi ile uğraşarak geçirir. 

Artık onun gözünde her kimlik hastadır. Müslüman ve Hristiyanların tedaviye ihtiyacı vardır. Taa uzak ulkelerin şifaya ihtiyacı vardır. Yahudiler şifayı reddeden bir topluluktur. Dini kimlikler sadece tedavi etmek için iştah uyandırır.  Onlara saygı ve insani bakış sahte hâle gelir.

Kürtler dağlı türkler olarak(!) şehre uyum sağlayamamış kaba saba insanlar olarak şifaya muhtaç hale gelir. Onları siyasi olarak iyileştirme gayreti ile ömrünü heder eder. Konuşmak yerine acı ilaçları dener.

Kadınlar zaten hastadır(!). Normal Biyolojik hâlleri bile buna delil sayıp, ömür boyu hasta kabul ederek hem acır hem baskı altına alarak heveslerine kullanır. 

Eşcinseller ise böyle bir nazarda hastalığın merkezidirler. Terapiler muskalar tam bu kimliğe uygundur. Eşcinseller birbirleriyle konuşurlarsa normal görmeye başlayabilirler, hatta onur duymaya başlayabilirler(!), bu sebeple birbirleriyle görüşmemeli ve utanç içinde şifacılardan yardım dilemelidirler. Her zaman ki bu ömür boyudur, kimlik sahibi olmak ayıp olmaktır, muhtaç olmaktır, kabullenip örtmektir. Şifacılık zihniyeti bu hâli ile insanlık önündeki en büyük engeldir. Çünkü kendisiyle beraber tüm çevresini meşgul ediyor. Cessur ve gayretli bir duruşu ümitsizliğe çeviriyor. Hele vatan sathında bu zarar öyle büyürki tarihlerinde izler bırakır.

Halbuki tüm kimlikler aynı özelliktedir. İnsan içindir. Onlara kıymeti kazandıran insanın o kimlikle ne kadar Allahın kapısını çaldığı, ne kadar onun dergâhında kendini ve alemine girenleri temsil ettiğidir. 

Bu temsil ise ne kadar kalabalık olduğundan değil kendisini ifade etmekten geçer. 

Öyleyse biz Kur'andan aldığımız dersle dik durup onurumuzu koruyarak, yeterince saygilı ama mesafeli durarak kendimizi muhafaza edeceğiz. Kimlikleri silmek yada değiştirmek değil, kimliğin beden ve sosyal hayatla problemlerini çözmek için gayret göstereceğiz. İki noktada hiç sınır tanımayalım: ihlâs ve irtibat, yani Allah namına hareket etmek ve  birbirimizi yapıcı desteklemek...

Allah tüm kimliklerimizle onun rızasında yürüyeceğimiz yolları aydınlatsın...

31 Ağustos 2012 Cuma

Esmayı Okumak



"Allahı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" der Muhyiddin-i Arabi... birinin varlığını algılamak bir adımdır. ötesine geçip onu tanımak, tavrını anlamak, şahsını algılamak, özelliklerini keşfetmek çok daha başka ve yüksek bir adımdır. hele söz konusu olan, tüm kainatı ilgilendiriyorsa çok daha mühimdir.

sebep ve sonuç arasında tutarsızlıklar, bir müdahele edeni gösterir. evet yumuşak kök ve damarların, sert taş ve toprağı delip geçmesi bir müdaheleyi gösterir. köklerin, kendi iktidarlarının üstesinde iş başarabilmesi  Allah namına hareket ettiklerini gösterir. (1. Söz)

karmaşık ürünlerin yavaş yapılabilmesi, seri üretimin hızı arttıkça ürünün basitleşmesi bir kanunken bunun tersi bir müdaheleyi gösterir. her baharda üçyüzbin çeşit bitki ve hayvanın ayağa kaldırılması, kimisinin yoktan, kimisinin yumurta ve ölmüş bedenleri üstünde hayatlandırılmaları, bu denli çoklukla ve detaylar unutulmadan yaratılmaları bu sistemin Allah namına hareket ettiğini gösterir. (22.söz)

onun varlığını bilmekten öte tavrını takip edip tanımak ve özelliklerini bilmek bize yakışan ve insanın insan oluşunun sonucudur. tüm bu analizleri yapabilmek, ölçebilmek, sonuca ulaşabilmek hem çok kıymetli bir bilgidir, hem ruh ve bedenin uyumudur, hem varlığımızın evrenle ahenkli olabilmesinin şartıdır. doğru ve ahenkli hareket hem dünyada hem sonrasında mutluluktur. bir esere bakıp ustasının varlığını kabul etmekten de öte, o ustanın o eserde yansıttığı kendinden bilgilere ulaşmak çok kıymetlidir. aynen öyle de :

"Herşeyden Cenâb-ı Hakk'a karşı pencereler hükmünde çok vecihler var. Bütün mevcûdâtın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok Esmâya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san'atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ hakikî fenn-i hikmet, "Hakîm" ismine ve hakikatlı fenn-i tıp "Şâfi" ismine ve fenn-i hendese "Mukaddir" ismine ve hâkezâ… Herbir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriyye ve tabakat-ı kümmelîn-i insânîyyenin hakikatları, Esmâ-i İlâhiyyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: "Hakikî hakaik-i eşya, Esmâ-i İlâhiyedir. Mâhiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir…" Hattâ birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i nakşı görünebilir." (32.Söz)

"Hem, güzel şeylere muhabbetin, mâdem Sâni'leri hesâbınadır, "Ne güzel yapılmışlar" tarzındadır. O muhabbetin, bir leziz tefekkür olduğu halde hüsünperest, cemâlperest zevkinin nazarını, daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel cemâl mertebelerinin defînelerine yol açar, baktırır. 

Çünkü, 

o güzel âsârdan ef'âl-i İlâhiyenin güzelliğine intikal ettirir; 

ondan esmânın güzelliğine, 

ondan sıfatın güzelliğine, 

ondan Zât-ı Zülcelâlin cemâl-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. 

İşte bu muhabbet, bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibâdettir ve hem tefekkürdür." (32.Söz)

"Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün." (32.Söz)

eşcinsel bir ruh hassas ve algılı duruşu ile güzelliği sezer, kıymeti bilir, farklı olanı algılar. kainata karşı duyarlıdır. bu duyarlılık ona çevresindeki müdaheleleri, güzellikleri, kıymetleri, farklılıkları farkettirir. 

bu farkediş ya eserin kendindendir yada ona tabiatın yada sebeblerin verdiği bir özelliktir yada dördüncü yol olan bir Müdahele edenin doğrudan müdahelesi iledir. neticeye ulaşmaktaki pratik çözümler, her adımın sonuca göre atılıyor oluşu gibi ince teferruatlar,  o eserden, sebeplerden ve tabiattan kaynaklanmadığını gösterir. evet, esere güzelliği veren, kıymeti veren, farklılığı veren birisinden geldiğini hissettirir. eserdeki her analizi ona Allahın başka bir vasfını ders verir. (23. Lema)

esma yani isimleri okumak sürekli olması durumunda çok daha yararlı olur. bunun için de hem sürekli bu algı ile bakmak, hem de bakan bir çevre içinde olmak gerekir. bu bakış çok değerlidir. çünkü tüm evreni bakanın gözlerinde aydınlatır, tek bir eser olarak yorumlayabilir hale getirir. hem kendi yaratanı ile büyük bir bağdır. o bağ ile kendisi üstündeki ve evrendeki tüm işaretleri okur ve okutabilir.

"Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yâni: «Sâni'-i Zülcelâl'in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım» gibi mânâlarla İnsandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek Sâniine intisabdan ibaret olan îman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlukat üstünde bir muhatâb-ı İlâhî ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî olur." (23.söz)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Ramazan Mubarak




بسـم الله الرحمن الرحيم
 شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ 
هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ



Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem mübarek Ramazanınızı, hem inşaallah hakkınızda bin ay kadar meyvedar leyle-i Kadrinizi, hem saadetli bayramınızı, hem çok kıymettar hizmetinizi bütün ruhumla tebrik ve tes'id ederim.


Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyoruz. 
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübarekenin hürmetine,Rahmeten lil-Âlemîn olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine rahmetiyle imdat eylesin. Âmin. Âsâr-ı gadab-ı İlâhî olan âfât ve dalâletlerden muhafaza eylesin. Âmin.
Ve Risâle-i Nur şakirtlerini neşr-i envâr-ı Kur'âniyede muvaffak eylesin. Âmin.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Sizin leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek leyle-i Kadri hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i âmâlimize böyle geçmesini Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz.

Ve böylece, bayrama kadar


اَللّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا
 وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ 



"Allah'ım! Bu Ramazan'da Leyle-i Kadrimizi bize ve sadık Risâle-i Nur talebelerine bin aydan daha hayırlı kıl" duâsını etmeye niyet ettik.

Hem sizin iki mucizeli Kur'ân'ı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşaallah o derece medâr-ı bereket ve sevap ve hasenat ve fütuhat olacak ki, hakkımızda bu Ramazanın herbir günü bir leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden ümit ederiz.

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duâların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimînden niyâz ederim.

Risale-i Nurdan bir kaç Ramazan tebriki...




18 Haziran 2012 Pazartesi

Umut Var



"İstanbul'da, Konya'da, Van'da bir yerde
genç bir eşcinsel insan vardı,
birden eşcinselliğini farkedip kavramış...
eğer ailesi bunu bir farkederse
onu ezip evden atarlar,
sınıf arkadaşları ona isim takar, adını çıkarırlardı.
filmlerdeki eşcinsellerin akibeti gibi sonu belli olurdu:
içine kapanıp gitmek yada intihar etmek...
sonra birgün bu çocuk bir haber okudu ki,
San Fransisco'da bir eşcinsel yepyeni iki seçeneğe sahip olmuş...
ülkeyi terkedip gitmek seçeneği ve
yurdunda kalıp hakları için direnmek...
seçim sonuçlarından iki gün sonra, bir telefon geldi,
ses çok gençti, taşranın bir kenarındandı.
ve dedi ki:"minnettarım"

ve siz eşcinselleri seçmek zorundasınız!
bu yüzden de bu ve benzeri binlerce çocuğa
"daha iyi bir dünya için umut var" demek için!
"daha iyi bir yarın için umut var!"

eğer umut yoksa, sadece eşcinseller değil,
kürtler, gayr-i müslimler, özürlüler ve yaşlılarıyla tüm Türkiye,

ümidi olmayan bir Türkiye,

Türkiye'yi boşverir!
bilirim ki, yalnızca ümitle yaşanmaz,


lakin o olmazsa hayat yaşamaya değmez! 
siz,
siz,
siz onlara bir ümit vermek zorundasınız!"
Harvey Milk (1930-1978) konuşmasından daha iyi anlaşılması için adapte edilmiştir.

* * *


“Benim adım Harvey Milk! Ve sizi birleştirmeye geldim!

Demokrasinizi elde etmeniz için, sizi birleştirmeye geldim!

Kardeşlerim, ortaya çıkmalısınız! Ailelerinize, arkadaşlarınıza kendinizi gösterin! Komşunuza, iş arkadaşlarınıza… bir kereliğine, bu gizemi kıralım. Yalan ve tehditleri bitirelim! Gördünüz… Kendimiz için yapalım. Tüm gençler adına yapalım. Korkanlar için. Oy günü geldiğinde çekinenler için.

Özgürlük anıtında der ki: “Bana fakir, ezilmiş, mutsuzu getirin ki onu serbest bırakayım!”

Bağımsızlık bildirgesinde der ki : ” Bütün insanlar eşit yaratılmıştır!”

Hepimiz haklarımızı alacağız!

Bay Biggs ve Bayan Bryant ve tüm şapşallar ne kadar denerseniz deneyin, bu zinciri kıramayacaksınız! Hepsi bağımsızlık bildirgesine yazılı! Ne kadar denerseniz deneyin…zinciri kıramayacaksınız!

Özgürlük Anıtı’nın yüzünde yazılı!

İşte Amerika budur!

Sev ya da terket!”

San Fransisco meydanında onbinlere verdiği nutkundan … 25 Haziran 1978

* * *

bu ifadeleri okudunuz.
acaba ayetler ve hadislerde, kanunlarda geleneklerde insana bundan daha mı az değer veriliyor ki, hala bazı dar kafalar, insanı kimliklerine göre ayırıyor ve tayin ettikleri değere göre ellerindeki hizmeti tasnif ediyorlar. halbuki o hizmet tüm topluma eşit dağıtılsın diye orada varlar.tüm baskı ve dışlamaya rağmen herşey daha güzel olacak ve umut var. çünkü tüm ayetlerdeki şefkat, bize bakıyor. ancak eşcinselliği göz önüne almakla "tüm insanlar" kelimesini istisnasız kullanabilme hakkını elde edebilirler...

bize düşen tekrar bağırmaktır: "umut var!"

5 Haziran 2012 Salı

Nifak




sıdk ve doğruluk, mantıksal ve toplumsal bir gerçekliği samimiyetle kabul edip, buna göre önermek ve hükmetmektir. bunu hayatın ölçüsü haline getirmek erdemdir. bunun tersi ise yalandır ki, gerçekliğin tersine göre öneri ve hükümlerdir. insan aklından geçenle, ortamda algıladığı arasındaki farkı çocukken genelde fark edemez.  bu sebeple gerçeğe zıt hükmetmesi sebebi ile doğan yalandan sorumlu tutulmaz. lakin 7 yaşındaki hali eğer aile yada çevre tarafından erdemlerin üstünlüğüne uygun geliştirilemezse 27 yaşına da gelse yalan söyleyebilir bir duruşta bulunabilir. bu büyük bir problemdir.

iman sıdktır, doğruluktur. yani, mantıksal ve toplumsal bir gerçeklik olan sistemin kurucusuna olan bağı samimiyetle kabul edip, buna göre önermektir. sistemin kurucusunu bize tarif eden üç önerici öğretmen vardır. birisi Kainat, birisi Peygamberimiz(a.s.m) birisi de Kur'an dır. bu öğretmenlerin verdiği dersleri Risale-i Nurdan okuyabilirsiniz.

küfür bu bağı keser. küfür, kavramsal olarak yalana dayanır. toplumsal tüm karışıklıkların ve dünya hayatını inciten tüm zararların içinde yalanı bulmak mümkündür. yalanın zararları sonuçtaki maddi bedelinden de öte, muhataplarında meydana getirdiği hayal kırıklığı, güvensizlik, yalnızlık ve bir daha artık yanyana gelememe gibi toplumu bölen, arkadaşlığı bitiren tehlikelerdir.

insanın pek çok kimlikleri vardır. bu kimlikler sahip olmakla hem avantajlarından ve gelirlerinden yararlanır, hem gereklerini yerine getirip bedelini öder. hayatının en güzel yıllarının odada geçmesi ve sosyalleşememek gibi pek çok bedeli olan öğrencilik kimliğinin getirisi, sosyal ve mesleki ehliyeti kazanmaktır. elde tutulmuş üzeri fotoğraflı öğrenci kimliğinin kendinden çok öte bir anlamı vardır. her insanın bu kimlikleri doğru bir şekilde hayatında varolursa hepsi de ona mutluluk verebilir. bazen yanlış anlamalar ve uyamama durumunda kendi kimliğinden çok, çevresindekilerin kimliklerine özenmeye başlar. o kimlik sahiplerinin ödedikleri bedelleri göze almadan ücretlerine göz diker. eğer yeterince erdem sahibi değilse, yalandan kaçınmanın şiddetini ruhuna yerleştirememişse, iş zamanı ortada yokken, ücret dağıtımında sıraya girer. o kimliğin getirilerine talip olur. yalan söyler ve kendine ait olmayan bir kimliği ilan edip neticesini ister. çirkin olan budur. toplumsal bir uzlaşı ile bunun önü kapatılamamışsa, bireylere erdemin anlamı kazandırılamamışsa, yalan ortamda geçer akçe olur. tüm bireyler buna meyleder, cezasız kaldığını gördükçe taklit yayılır. artık toplum, toplum olmaktan çıkar. yalan nifaka dönüşür. bozgunculuk halini alır. emniyet ve asayiş ortadan kalkar. bir arada olmakla güçlü olan toplum, doğruluk paydasından ayrıldığı için, en zayıf ve en zalim haline gelir. toplumsal olmak zarardan başka bir şey kazandıramaz olur. medeniyet heba olur. insan değersiz olur.

bu dehşete giden yolun başı büyük ihtarlarla kapatılmıştır. tüm kimlikler için geçerlidir. dini kimliklerin asli doğruluğu ortadadır. kalben musevi lisanen müslüman yada içinden müslüman ama dışından musevi görünmek pek çirkindir. İsa a.s.'mın islama emaneti olan bir hristiyanın kendini başka bir dini kimlikte tarif etmesi de çirkindir. milli kimlikler de önemlidir. genetik ne kadar karışmış olursa olsun, aileden gelen milli kimliklerinin ve kültürün tarifini yapıp, samimiyetle kendini tarif edebilmek önemlidir. siyasi kadrolaşma yada başka saiklerle başka bir milli kimliği kendine kalkan yapmak da çirkindir. cinsel kimlikler de aynı ehemmiyete sahiptir.

eşcinsel bireyin, sebebi ne olursa olsun kendini eşcinsellikten başka tarif etmesi yalandır. bu büyük yalan öbür tarafta ayak bağı olduğu gibi, tarif ettiği kimliğin ücretini hırsızlamaya çalışırken kullandığı insanların hukuku da hem dünyada hem ahirette başa dert, omuza yüktür. buna bahane ne anne ısrarı, ne toplumsal statü, ne de kendi masum talepleri olabilir. bu şiddetli taleplerle baş etmek, onları kabul etmekle değil, bazen sessiz kalmak bazen mesafeli olmakla ve Allahtan güzel bir neticeye dua etmekle çözülebilir.

kimliklere yalan karıştırmadan, doğruluğun ve samimiyetin ışığı altında hayata yön vermek kimi zaman ezici, sıkıcı olabilir. bu bedelin ardından gelen mutluluk ise haktır. kimi zaman bu mutlu hayatın içinde taksitlenmiş bedeller ödenir. her sıkıntı aşıldıkça, her yokuştan düzlüğe çıkıldıkça hayat daha gerçek, mutluluk daha parlak algılanır. birey topluma tüm samimiyet ve doğruluğu ile katılır. bir vatandaşın topluma katacağı en önemli meziyet doğruluktur.

eğitim ve sosyal yapımızda giderek belirsizleşmiş bu hayati erdemin bireylere kazandırılmasında herkese görev düşmektedir. sabırla ve samimiyetle kazandırılması mümkün olan bu erdemin herkesin kalbinde yer etmesini diliyor ve dua ediyorum... 

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Akibet



Fazilet, yani erdem, insanın ruhsal olgunluğu diye tanımlanır. olgunluk ve kemalat, kişisel ölçü ve kararların dışına çıkıp, hem bilgi hem tatbikatında, hem bu halin kalpteki yerinde, insanlığın ortak iyilik değerlerini esas alabilmektir. bu büyük ortak paydaya da büyük bir nazarla değerlendirme gerekir. bu değere bağlanmak, kudsiyettir.

kudsiyet, yapılan eylemle beraber kalpte  huzur hissini uyandırır. çünkü yapılan eylem, kişisel değil, tüm insanlık namına yapılmış olur. bu üslubu ile ortak iyilik değerlerini esas almıştır. kişinin içsel kudsiyet yönelimi, dışarıdaki hayatta fazilet olarak gözlemlenir.

Fazilet nadir bulunur. Fazileti algılamış, kudsiyet ile hareket edenler ise çok daha nadirdir. yalnız insanda varolan fazilete ve fazilet sahibine meyletme duygusu ile o nadir kişinin hali tüm topluma yansır. hatta bazen toplum, sanki o bireymiş gibi hareket eder. bu tarihte kimi zaman o topluma yarar, kimi zaman da sonları olmuştur.

toplum kişiye yalnız başına olduğundan farklı bir güven verir. hatta benzer toplumlar arasında rekabetle bireylerine daha güçlü olma duygusunda yarışırlar. gariptir bazen de zayıflar o toplumdan uzaklaştırılarak ortalama yükseltilmeye çalışılır. şu zamanda bunun biraz daha insanileştiğini görüyoruz. doğrudan o zayıf ferde müdahele edilerek hayatı ortalamaya yaklaştırılır. lakin o bireyin bunu talep etmesinden önce onun birey olarak tanınmasında bugün sıkıntılar vardır.

bireye güvenli hayat sunma hedefi sonucu ortaya çıkan toplum, bazen bu karışan tanımlarla, amacıyla çelişir, sonuçta da bireyi hayatından eder. genel kaide olarak da bu hatanın sorumluluğu topluma değil, toplumun başındakine verilir. fazileti takip eden ve bireyleri kudsiyet algısı ile hareket eden toplum, başardığında ise şeref topluma aittir.

bu sistem içinde genel ortalamaya sonradan katılan gruplar, sistemden reddedilmemek için ortalama olarak gördükleri değerlere fanatikçe sarılırlar. kendileri "öteki" olarak başladıkları dahil olma sürecinde artık farklı gördükleri "öteki" olmuştur. tüm itham ettikleri ifadeler vasıf olarak derinlerinde kendilerinde var olabilmektedir. "öteki" etiketinin sistemleştirilmesi ilginçtir. kendinden daha az güçlü olduğunu düşündüğü ve sistemle sıkıntısı olmayan bir kimliği iterek kolayca kendi grubunun toplum ortalaması içinde varolmasına çalışırlar. çoğu kere hedef bireydir. böyle bir hedefe oturtulmuş birey de, ötekileştirmeyi yapan o fanatiğe hatayı vermeyip, hücumu bir kesimden bilir. koca bir kesime karşı zayıftır. başedemez ve siner. böylece yavaş yavaş, birey birey, farklı görülenler uzaklaştırılır, toplum gövdesinde sonradan gelenler yer edinir.

bu son derece bencil ve felsefi hareketin devamına her seferinde Allah bizzat müdahele eder. öyle olaylar olur, öyle bir yeni nesil gelir ki, tüm bu zulüm ve insanın çizdiği garip toplumsal şekil bozulur, önceki Allahın murad ettiği resme geri döner.

tüm bu karmaşa arasında kiminin Rabbine itimadı ziyadeleşir, kimi sevgisinden şüphe duymaya başlar. kimi o sıcaklığı artık hiç hissedemez olur. tüm adaletin yerini bulacağı o hassas gün, muhasebe meydanında yaşananlar ise çok daha vahimdir. normalde zalim bellidir. hakim bellidir. mahkeme bellidir. alacak bellidir. lakin davacı, ümitsiz ve mahzun bir şekilde mahkemeyi tanımadığını söyler. işte şok anı budur. çünkü herşey onun lehindeyken yanlış tavır herşeyi aleyhine çevirdiği gibi, alacağını alamaz hale getirmiş olur. halbuki madem dünyası zarar olmuş, ahireti gülecek bir tarzda tazmin edilmesi beklenirken, kendi eliyle hüsran olur. işte acı olan budur.

dini kimlikler var. alevilik de dini bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir, tarihçe anadoluda en eski islami kimliktir, ehl-i beyti temsil etmesi ile Hz. Peygamberi(a.s.m) kendi özdedesi bilir, şan ve şerefi bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

milli kimlikler var. kürd olmak milli bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir, tarihçe anadoluda en eski milli kimliktir, hz ibrahim (A.S)e kadar uzanan, selahaddin-i eyyübi gibi büyükleri içine alan tarihi vardır, izzeti bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

cinsel kimlikler vardır. eşcinsellik de bir kimliktir. bu vatanın en asli kimliğidir. tarih içinde hep varolagelmiştir. dini ve milli kahramanlar içinden çıkarmış bir kimliktir. insani onuru bellidir. haksızlığa uğramıştır. dünyası zarar olmuştur. ahirette kazanması için tüm şartlar hazırdır. ....

Allah hepimizi o şok anından korusun. önlem almak gerekmektedir. en büyük önlem Allahtan ümit kesmemektir. haklı olduğumuz o mahkemede "söz senindir" dendiğinde yaşanmış bir hayatla o mahkemenin kararına saygı ortaya konmalıdır. islamofobiden, her türlü faşizmden, homofobiden hem dünyada hem ahirette alacaklı olmak için doğru hareket hayatidir.

gerçek son, hakkın, hakeden eline geçmesi ile ortaya çıkar. akibet, insanın nihayetinde varacağı yerdir. kendi yerini kıymetli bilen, ona göre hayatını tanzim eden, planlı giden, müdaheleye karşı Allaha itimat edip, ümit kesmeden, samimi bir bağ ile hareket edenin akibeti güzel ve kıymetli olur.

eğer bunu çevresindeki aynı kimlikten insanlarla beraber hayatlandırırsa, Allahı birbirine sevmek ve sevdirmeyi beraber yaparlarsa, o zaman grup kazancı amel defterlerine hiç bölünmeden tamamıyla girer. zarar bir bir gelirken, kar on on, yüz yüz gelir. ahiret ilerinde bu kardeşlik bağı ile hem dünyada teselli ve yoldaş, hem ahirette büyük kazanç mümkün olur.

işte böylece zarardan kar elde edilir. dünyası ne denli çirkin olursa olsun, ahiretine nur taşımayı başarabilir. haklı ve kıymetli olduğu ilahi bir mahkemede tasdik edilip, ebedi mutluluk kapısı ona açılır. böyle bir akibeti elde etmek için Kur'anın ders verdiği muhabbeti yakalamak, Allahla bağı sağlamak en önemli adımdır.

dünyayı ahiretine vesile etmeyi, akibet güzelliğini hepimize dilerim...      

26 Nisan 2012 Perşembe

Çözüme Adımlar 3




İnsanlık, tarihi boyunca devamlı bir değişim ve gelişim içindedir. İnsanlığın kabiliyetlerine bir sınır konmamasının neticesi olan günümüz teknolojisi ve haberleşme ağları, dünyayı adeta bir köy haline getirdi. İnsanlığın; milli, dini, cinsel, sanatsal, sportif, kültürel ve bütün alt başlıkları bu sanal ortamda rahatlıkla bir araya gelebiliyor. Bu iletişim ve etkileşim ortamında,  bizim de bulunduğumuz toplumun değer yargılarını ve inanç değerlerini göz önüne alarak katkıda bulunmak, toplumsal problemlerin çözümünde yol almamızda yardımcı olur. Yoksa toplumla olan çatışmayı, gerilimi ve sıkıntıyı artırır.

Eşcinsellerin; devletten, bilim camiasından, diyanet ve kanaat önderlerinden ve toplumdan beklentileri vardır. Türkiye’deki umumi atmosferi daha ılımlı hale getirmenin ve eşcinsellerin bu toplumun sanat, sosyal, kültürel, ticari vb. bütün alanlarında olumlu katkısını fark edip daha etkin rol almalarının önü açılmalıdır.

İnsaniyet tarihi; devletlerin, sınıfların, kabilelerin, insanların mücadeleleriyle süregelmiştir. İnsan hırsının ve kendinden başkasını kebul edememenin bir neticesi olarak geriye miras olarak; toplumsal huzursuzluk bırakmıştır. Toplumun huzuru, bireylerin huzuruyla mümkün olduğuna göre, herbir ferdin huzuru tüm toplum için önemlidir. Bir insan kendi içinde huzuru yakaladı mı toplumsal huzurun bir parçası olur. Siyaset ve din adamları başta olmak üzere toplumun bütün muteber otoriteleri huzurlu bir toplumun var olması için gayret ederler. Kişisel özgürlük ve toplumsal huzurun gerekliliğini savunurlar. Kişisel özgürlük, kişinin kendisine ve topluma zarar vermeden, kendi iradesiyle hayat tarzını şekillendirmesi olduğuna göre, bu tarz bir özgürlüğün fert fert yaşanması toplumsal huzurun en temel öğesidir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri, aşiretler içinde seyahat ederken kendisine sorulan suallere verdiği cevaplardan oluşan, Münazarat isimli eserinde hürriyetin mahiyetini ve imanla münasebetini izah eder.

“SUAL:"Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta, adeta, 'Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla bir şey denilmez' diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?" 
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zîra, nazenin hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe'ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın. 

Fakat ey göçerler! Sizde olan yarı hürriyettir, diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kût-u layemut ve vahşet ile alûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıa, şu bîçare vahşî hayvanların bir lezzeti ve tesellîsi varsa, o da hürriyetleridir. Lakin, güneş gibi parlak, rûhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki; saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazîlet ve İslamiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir. 

Sual: "Nasıl, hürriyet îmanın hassasıdır?" 
Cevap: Zîra, rabıta-i îman ile Sultan-ı Kainata hizmetkar olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i îmaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukûkuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i îmaniyesi bırakmaz. 

Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkarı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkar tenezzül etmez. Demek, îman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı Saadet...”(Münazarat- B. S. NURSİ)

Toplumun fertleri, yukarda izah edilen manada hür olmalıdırlar. Devlet kendi vatandaşlarıyla değil, vatandaşlarının sorunlarıyla mücadele etmelidir. Her vatan evladının toplumla uyumlu hale gelmesi için çözüm üretir. Devletin, toplumun her bireyinin dert ve şikayetlerine makul çözümler getirmesi asli görevlerinden birisi olduğundan, devletin her vatandaşı, toplumun ve fertlerin haklarını çiğnemeden, kendi iradesi ile seçtiği veya doğuştan getirdiği sebeplerle, yaşam tarzını şekillendirme hakkına sahiptir. Devlet ideal bir toplumu teşvik ederken, toplumdaki bütün alt kimlikleri nazara almalıdır. Toplumda eşcinsellerin varlığı inkar edilemediğine göre, eşcinselleri toplumun uyumlu bir parçası yapmak en makul olanıdır. Devlet, eşcinselliği ne teşvik etmeli, ne de reddetmelidir. Ama eşcinselleri, toplumun ahlakını sıkıntıya sokacak bir kitle haline getirmemek için de gerekli tedbirleri almalıdır. Toplumun umumi ahlakını bozmada zina, hırsızlık, dolandırıcılık gibi elbette su-i istimal edilmiş eşcinselliğin de etkisi vardır. Bu su-i istimali önlemede devletin görevini ne nispette yaptığı tartışmalıdır. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan bir çok eşcinsel, bilindikleri takdirde işten atılma taleşı içindeler. Devlet, bu tedirginliği, hem kanuni düzenlemeler hem de halkı bilinçlendirme çalışmalarıyla ortadan kaldırmalıdır.

Eşcinsel eğilim, fantezi, dürtü, duygu ve davranışlarından rahatsız olmayan ve kendi benliği içinde uzlaşmış, eşcinselliğe uyum sağlayan, eşcinselliği kişiliğinin ve yaradılışının doğal bir yansıması olarak kabul eden kişilerin tedavi süreçlerine tabi tutulması veya tedavi tavsiyelerine muhatap kılınması muteber bir sonuç vermediği gibi birçoklarını çıkmazlara sürüklemiştir. Klinik çalışmalar, cinsel kimliğini kendisine uyumlu kılamayan veya cinsel kimlik seçiminde netliğe ulaşmaya çalışan bireylere yardımcı olmak üzerine yoğulaştırılmalıdır.

Eşcinseller için, eşcinsellik kişinin duygusal, romantik ve cinsel hislerini, ayrıca sosyal kimliğini ve öznelliğini kapsayan bir yapıdır. Bu nedenle eşcinseller için eşcinsellik bir hastalık değildir, dolayısıyla tedavisi de söz konusu olamaz. Eşcinsellik , 1974’ten beri psikolojik ve ruhsal hastalık sınıflamasına göre bir hastalık olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle, eşcinseller için eşcinsellik normal bir durumdur ama toplumsal baskılardan dolayı eşcinsel kimliğiyle barışık yaşamakta zorlanan bu kişilerin kendileri ya da yakınlarının psikolojik destek almaları mümkündür. Eşcinselliğin sebepleri konusu bilim yönünden hala tartışmalı olmakla beraber umumi kanaat, eşcinselliğin doğuştan sabip olunan bir özellik olduğudur. Bu durumun gittikçe daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkması, birçok ülkede hukuki düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir.

Eşcinsel, kendi isteğiyle de olsa, içselleştirilmiş homofobiyle de olsa, ailesinin ve toplumun baskısıyla da olsa değiştirilmeye çalışıldığında intihar etme potansiyeli taşıyabilir. Kişi hayatını anlamsız, kendisini çaresiz ve sorunlarının çözümsüz olduğunu düşünürse kurtuluşu ölümde arayabilir. Birçok ünlü simalar ve nice nice ünsüzler hayatın ağır yüküne tahammül edemeyip intihar etmişler. İntihar davranışı için risk faktörleri arasında; cinsel yönelim ve kimliğini gizli tutma, içselleştirilmiş homofobi, eşcinselliğin inanç değerlerine zıt olduğu yönündeki kanılar,  eşcinselliğe yönelik olumsuz tutum ve önyargılar, açılma (coming out) sürecinde aile ve arkadaşlar tarafından destek görmeme, akademik ortamdan yeterli desteği alamama, tedavi sürecine tabi tutulma, vb. sayılabilir.

Ancak intihar davranışına zemin hazırlayan en önemli faktör hastanın içselleştirilmiş homofobisidir. İçselleştirilmiş homofobi yüzünden intihar eden eşcinsellerin çoğunda son zamanlarda ölüm ve intihardan sık bahsetme rapor edilmiştir. Bu hayli önemli bir noktadır. Yani bir kişi intihardan bahsediyorsa ciddiye alınıp mutlaka yardım edilmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, toplumun umumi ahlakını bozan bütün olay ve olgulara karşı islami açıdan çözüm ve bakış açısı sunması vazifelerindendir. Toplum ahlakını bozma eğilimindeki eşcinsel bir hayatın olumsuz etkilerinin giderilmesinde, diyanete en büyük desteğin, çözüm yolundaki eşcinsellerden geleceği muhakkaktır. Eşcinseller diyanetten, Türkiye’de mevcut eşcinsel hayat için fetva beklememektedirler. Eşcinsellerin, halk tarafından şuursuzca yargılanıp, islam dışına atılmasına çare beklemektedirler. Diyanetin, eşcinseller hakkındaki en kötümser tutumu; eşcinselliğin islamın neresinde olduğunun tartışmalı olduğunu, ehven- ü şerin usulunun eşcinselliğe de şamil olduğunu nazara vermesidir.  İmanlı bir insanın hırsız, dolandırıcı ve zinakar olmasının onu imandan çıkarmadığı gibi bir eşcinselin, eşcinsel vasfından ve fiiliyatından dolayı islamdan çıkmadığının toplumca bilinmesi lazımdır. İslama inandığı halde intihar eden, açık sefih bir hayat yaşayan veya  islamdan çıkan eşcinselin durumundan diyanet önemli oranda mesuldur. Lut kavminin yaptıklarının sapıklık olduğunu aklı başında her eşcinsel kabul etmektedir. İlgili ayetlerin mealleri nazara alınırsa, Lut kavmi; meclislerinde, hanımlarını bırakarak, göz göre göre ve topraklarına misafir gelenlere karşı bile sapıklık ve sarkıntılık yapmışlar; yani lutilik yapmış ve daha önce hiçbir toplumda bulunmayan bir seviyede sehahete dalmışlar. Bu fiillerin, nerde ve ne toplumda olursa olsun, eşcinsel olsun veya olmasın, herkes tarafından sapıklık kabul edilmesi insan ve islam olmanın bir gereğidir. Masumane ve kimseye zarar vermeden aralarında bir muhabbet geliştirerek mahremiyetlerini yaşayan iki eşcinselin durumunun Lut Kavmi ile bir tutulmasının yanlışlığı açıktır. Diyanet, daha mülayim ve şefkatli bir ifade ile tüm Müslümanların dünya ve ahiretteki huzurunun ana umdelerini nazara vermelidir.

Toplum, parçalardan ve organlardan oluşan bir bütündür, bir bedendir. Sağlıklı ve huzurlu bir toplum yapısı, tüm fertlerine değer verilmesiye mümkündür. Eşçinseller, hayat fesefesi ve dini inanç farkı olmasızın, toplumun her kesiminde çoklukla bulunmaktadırlar. Dışlanmış her birey, topluma daha büyük yara olarak geri döner. Aşırılıklar, etki ve tepkideki ölçüsüzlüğün bir sonucudur. Aileler kendi öz fertlerinde bile eşcinsel birisinin olabileceği hassasiyetiyle, galeyandan uzak bir tavır sergilemelidirler. Şuurlu eşcinseller ve aileleri, yapıcı bir şekilde çevrelerindeki eşcinsel ailelerine olumlu telkinatlarda bulunmalı. Mahremiyetlerini yaşamak isteyen eşcinseller de toplumun içinde vakur bir duruşla mevcut tedirginliğin bertaraf edilmesinde rol almalıdırlar. Toplum tarafından anlaşılmak, toplumu anlamaktan geçer. Karşılıklı bir empatinin gelişmesi için gayrete ve zamana ihtiyaç var. Bir eşcinsel, hissiyatına yön vermede, zaman ve zeminin nezaketini nazara alıp akilane davranarak sorunlarının çözümüne ön ayak olmalı ve çözümde en önemli unsur olduğunu unutmamalıdır. Bir ağacın meyve vermesi mevsiminin gelmesine bağlı olduğu gibi, toplumsal problemlerin giderilmesi de şartların olgunlaşmasına bağlıdır.

Eşcinseller, kendileri için ümitsizlik ve dışlanmışlık havası yayan homofabiye karşı, birbirleriyle daha çok sımsıkı kenetlenerek ümitle geleceğe bakmalıdırlar. İslamın, sevgi ve hoşgörü dini olduğunu hayatlarıyla ders vermeli, dünya ve ahireteki geleceğini aydıntatacak hizmetleri hayatının mühim bir parçası yapmalı, eşcinsellik vasfına takılı kalmadan eşcinselliği hayatın tümüne bir renk yapmalı, ilişmelere ehemmiyet vermelidirler.

Bediüzzaman’ın aşağıdaki ibarelerinin bayraktarı olmaya çalışmak herkes için asıl gaye olmalıdır.

“ …Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur. 
"Bana, 'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..” (Tarihçe-i Hayat’ndan)

Böyle dehşetli bir yangının etrafımızı sardığı bir zamanda, Müslümanlar, münasebetlerinde birbirlerini daha fazla şefkatle kucaklamaya tarihin hiçbir devrinde bu kadar muhtaç olmamışlardır.